1992 yılından bu yana modanın içinde olan tasarımcı Bahar Korçan önce 7 tasarımcı arkadaşıyla birlikte Moda Tasarımcılar Derneği'ni kurdu. Şimdi de 27-29 Ağustos arası düzenlenecek olan İstanbul Fashion Days'in çalışma Komitesi üyesi. Yıllardır sektörün içinde bulunan Korçan 'Moda algılandığı kadar sert ve duruşlu ciddi bir şey değil.' diyor ve ekliyor:
İnsanın içinde var olanları dışına yansıtması. İçimizde ne hissediyorsak, tenimize de onu buluyoruz.
Kelimeler ve şiirler o zaman devreye giriyor. Hayat bir yolculuk ve o yolculukta bir sürü şeyle karşılaşıyoruz. Deneyimleyerek öğreniyoruz. Bu öğrendiklerimizle her kişisel deneyim o içsel yolculuktan sonra kendinize göre yaptığınız seçimler. Ne hissediyorsanız onu giymelisiniz.
İşte ben bu konuda protestim. Birçok insan kendi ait olmayan kıyafetler giyiyor. Moda olduğu için giyilen, hızlı tüketilen, ama asla kişiye ait olmayan şeyler bunlar. Ben de modanın bu kadar katı olmasına karşıyım.
Elbette. O özgürlük yaşansın istiyorum. Kelimelerim de bunu söylüyor zaten. İçsel yolculukla ilgili şeyler anlatıyorum. Dokular çeşitli tenlerle buluşuyor ve hikaye böyle devam ediyor.
Tabi tabi öyle. Moda sektörü hep bu sene 'moda olanı giyin' diyerek insanlara dayatıyor. O işaret edilen aslında herzaman doğru olmayabilir. Bütün dünyada moda, bir çıkmazın içine girdi. Çünkü her şeyi giydik, tükettik, ucuza aldık, attık, yaşadık bitirdik. Artık burada durup düşünmemiz gerekiyor. Giyinmek aslında çok da ciddiye alınacak bir şey değil.
Biliyorum. Ama hakikaten bu kadar sert ve duruşu ciddi bir şey değil. Eğlenip, biraz daha sakin bakmak gerekiyor.
Tabi ki. Çünkü çok ciddiye aldığınız zaman sektör sizi bitiriyor. Dünyadaki markalara baktığınızda onu üreten insanın ömrü, marka oluşturmaya yetmemiştir. Çok trajik. Chanel öldükten sonra markasının değeri arttı. Kızım 7 yaşındayken; 'moda tasarımcısı olmak istemiyorum ama annemin ismini kim devam ettirecek' demişti. O zaman uykumdan uyandım! Kesinlikle böyle bir şey yok. Bu benim tercihim kızımın seçimlerini esir almamalı.
Şimdiki tarz da o karmaşa. 1930'lardan 1950'lerden alıp tekrar yorumluyoruz. Farkındaysanız bugün de 1990 yılını yeniden yorumluyoruz. Bundan sonrası önemli. Hareketler daha duyarlı olmak zorunda. Tükettik çünkü. Bu konuda çok sert durmaya çalışıyorum. Artık fazla üretmek saçmalık gibi geliyor. Çok zararlı bir canlı türüyüz. Hızlı moda dedikleri bir şey var. Ucuza al, at. Bu ciddi bir zarar.
Bu bizi gelecekte daha çevreci kumaşlara, doğal dokulara, daha az kimya ile üretilen organik kumaşlara götürüyor. Orada formlar daha formsuzlaşmaya başlayacak. Farkındaysanız çok formsuz kıyafetler var artık. Çünkü kadınların şişman olma özgürlükleri de olmalı. Herkes 36 beden olmak zorunda değil. Formsuz ve daha organik duruşlu bir modaya gitmeliyiz.
Doymuşluk, bukkınlık, zorunluluk. Mecburuz buna.
Benim penceremden var. Hissettiklerim ve üzerime giydiğim şeyler farklı olamaz. Onun için bir kelimeden veya bir şiirden koleksiyon çıkıyor ve dokularla birleşiyor. O size bir şey anlatıyor. Bunun temelinde güzel bir felsefe var.
Ben 'bir olma felsefesini' anlatıyorum. Tüm dinlerin temelinde de bu var. Çok yalın bir felsefesedir bu. Hiçbirimiz aynı değiliz, bir bütünün parçasıyız. O derinlikte baktığımda, seçtikleriniz de organik ve daha az zararsız hale dönüşüyor.
Hepsi bir zincirin halkası gibi ve o tamamlandığında bana keyif veriyor. Yaptığım iş benim için bir ifade şekli.
Hiç ayrı değiller ki. Önce yazı sonra çizim.
Koleksiyonu düşündüğüm ilk anda, kelimesi ve şiiri geliyor. Sırasıyla dokular, kumaş ve dikim şeklinde devam ediyor.
Değil aslında.
Tabi ki seviyorum. Sevmeseniz yapamazsınız. Çünkü deli işi. Bir şeyi hayal ediyorsunuz, o dokuyla birleşiyor. Sonra ürünler oluşmaya başlıyor, satışa hazır hale geldiğinde insanını bekliyor. Her kıyafetim için 'bakalım şimdi bu kiminle birleşecek' diyorum.
Kıyafet sahibini bulur. Müşterilerimden biri bir dönem psikiyatrik bir tedavi görüyordu ve His3 kolaksiyonundan bir elbise satın almıştı. 'Bu kıyafetin içinde o kadar iyi hissediyordum ki çok sıkıntılı bir dönemimde birkaç seansa o elbisemi de götürdüm.' dedi.
O açından bakarsanız öyle. Ama bunu duyduğumda benim gözlerim yaşarmıştı. Hakikaten o elbise onunmuş. Ben elbiseyi o kadın için tasarlamışım ve elbise de sahibini bulmuş. Bu şahane bir şey.
Ortaya çıkış hikayesi ilginç aslında. Bir dönem Bahar Korçan markası için yatırımcılar geldi. Kurumsallaştırmak istediler. Bu pozisyona girdiğimde herşey bana çok zor gelmeye başladı. Ruhum bölündü ve 'ben nerdeyim' diye sorgulamaya başladım. Tabi ki bir tasarım markasının kurumsallaşması gerekiyor. Ama sonra dedim ki 'belki de gerekmiyor'. Her bir tarafımı alıp başka bir tarafta satıyorlar gibi hissetim.
Hayır. Sonra onlar bir sene sonra gittiler. Kendi kendime kaldım. 1992 yılından beri Bahar Korçan markası var ama ben başladığım noktaya geri dönmüştüm. Maddi manevi her şeyin küçüldüğü bir noktaydı. 'Ne oldum' dediğim bir anda çıktı His3. Bir şekilde duygu tüpleri var içimizde ve bir şekilde doluyor onlar.
Taşır. Onu giyen de çok önemli tabi. Sizin enerjinizle o elbisenin enerjisi uyuşmuyorsa dünyanın en güzel elbisesi de olsa size yakışmaz.
Kendisini keşfetmiş olan kadının kıyafetini yapıyorum. Kendi kimliğinin farkında olan o yolculukta cümlelerini bulan kadına tasarlıyorum. O yüzden müşteri porfolyosuyla hareket etmiyorum. Kapımızı çalan biri 'benim şu kadar param var ben sizden bir şey almak istiyorum.' diye geliyorsa hiç önemli değil o kıyafetin değeri verdiğinden fazla olsa bile aradığını bulur alır ve gider.
Keşke olmasa. Bazen köpeğimi çok kıskanıyorum. Her sabah çıkarken ona şöyle diyorum; 'ne kadar şanslısın bugün ne giyeceğini düşünmüyorsun.'
Yoo niye üzsün. O zamanda farklı bir ifade şekli arardım. Yazar yada resim yapardım.
Bazen kendimi çok yalnız hissediyorum. Ama yalnız olmak tasarımcının doğasında var. Arkadaşlarla konuşurken 'bizi anlamıyorlar diye' üzülürüz. Sonra gerçeğin farkına varıyorum. Zaten yalnız olmak zorundayım. Onlar başka bir realitenin içinde yaşıyorlar. Adı üstünde sektörler yapıyorlar ve kazanıyorlar.
İnsan bilmediği bir şeyi hayal edemez. Ben zaten onları biliyorum ve bildiklerim bir anda tekrar kağıda dökülüyor. Bir senaryo yazmak gibi. O kadına bir karakter yüklüyorum giydiriyorum, onu farklı mekanlara götürüyorum...
Hepsinin dengesi. Kumaş doğru bir kumaş olacak, kelimenin modeli iyi çizilmiş olacak, iyi kalıp çıkarılmış olması gerekli ve iyi dikilmiş olması gerekiyor. Doğru mankenin taşıması doğru ayakkabının giyilmesi gerekiyor. Böyle doğrular silsilesi halinde devam ediyor.
Kirlenmekten kaçınmaya çalışıyorum. Mesela; defile seyretmeyi hiç sevmem. Atölyemde moda dergisi çok azdır. İşin içindesiniz bir şekilde gözünüz kayıyor bakıyorsunuz. Ama koleksiyon hazırlanırken hiç bakmıyorum. Etkilenmekten kaçınıyorum. Bıçak sırtı bir şey, kaymanız an meselesi.
Bazıları olabiliyor. Ama benim temelde 'rahat etmek üzerine kurulmuş' bir giyim sitilim var. Rahat etmediğim hiç bir şeyi giymem. Mümkün olduğunca yalın giyinirim. Siyah, beyaz ve ekru dışında renk giymem.
Tasarımcı olarak o kadar önceden yaşıyoruz ki. 'Kendime de şöyle renkli bir tuvalet yapayım' demiyorum. Bir şey çıkar ve koleksiyondan yakıştırdığım bir kıyafeti alır giyerim. Kendimle ilgili detay bana fazla geliyor. Bazen diğer tasarımcı arkadaşlarla birbirimizin kıyafetini giydiğimiz oluyor.
Bizim yönetim kurulu toplantılarımız çok keyifli geçer. Benim kuşağım birbiriyle çok iyi dosttur. Bu nadir olan bir şey ve bir daha böyle bir dönem gelir mi bilmiyorum. Hakan Yıldırım, Arzu Kaprol, Ümit Ünal, İdil Tarzı, Hatice Gökçe, Özlem Süer. Dernek 7 kurucuyla kuruldu. Şimdi doksan kişi oldu. 700'e yakında gönüllü üye var. Tasarımla ilgili 'ne olmuş' diye hep eleştiririz. Özellikle Türkiye'deki tasarımın pozisyonu ile ilgili eleştiriler yaparız.
Öykünün içinde her türlü ezilen karakteri oynayabilirim.
Tabi muhakkak ki ego var. Yıllar önce iddalarım, kimseyle değil de kendimce yarışlarım vardı. Bunlar ben de çok yumuşadı. Çok anlayışlı ve uysal biri oldum. Şimdiki halimi çok seviyorum. Bu da yılların verdiği tokatlar, inişler, çıkışlarla hayat insanı yumuşatıyor. Homojen bir duruma geçtim. Artık olmuyorsa 'eyvallah' diyorum. Eskiden olsa sinirlenirdim. Olmuyor, olmayabilir, hayat bu yarın her şey değişebilir.
Ben bu durumdan çok sıkıldım. Yıllardır insanlar beni Tarkan'ın tasarımcısı olarak biliyordu. Çok şükür artık bitti. Elbette keyifliydi ve iyi işler yapıldı. Ama 1999 yılından bu yana artık hiçbir sanatçıyla çalışmıyorum. Çünkü o başlı başına bir iş. Ya ona konsantre olacaksınız ya da kendi koleksiyonlarınıza kanalize olacasınız. Bir tercih yapmanız gerekiyor. Tarkan'ın modacısı olarak anılmaktan sıkıldım.
Mimar Kurokawa,'nın tasarımları beni çok etkiliyor.
Kabullen Veya Değiştir
Sessizce dönene dahil ol
Veya döngünün içinde
Rüzgar ol
Akıp gitmek,
Bazen bulanık,bazen billur.
Yada fırlamak
Nehir dışına.
Tersten yüzmek akıntıya
Su olmak
Yada sudaki tuz olmak!
Sürü dışı
Öncü ölmek
Ya kabullenmek öğretileni,
Yada görünenin altına
Sakince uzanmak.
Anı suya yatırmak
Ve başka mor'a dahil olmak..
Geçen yıl İstanbul Fashion Lamb olarak bir çalışmamız vardı. Bir yıl bekledikten sonra bunu sektörle birlikte yapmaya karar verdik. İstanbul Fashion Days bu kararla oluştu. İTKİP ve Dış Ticaret Müşteşarlığı, Deri İhracatçıları Birliği, Birleşmiş Markalar Derneği var. Türkiye'deki markaların defileleri ve showromları olacak. 26 Ağustos'ta Koza İTKİP Genç Tasarımcılar'la birlikte 3 gün 18 defile izleyeceksiniz. 2010 dünya ile aynı anda Türkiye'den tanıtılıyor olacak. Burası için önemli bir prensip olacağını düşünüyorum. Bileceksiniz ki Ağustos'ta ve Şubat'ta Moda Günleri var ve markaların ve tasarımcıların bütün koleksiyonlarını görebilirsiniz. İstanbul moda dünyasına alternatif bir moda sunabilir. Biz de Doğu'ya göre Batı'dayız. Bizim Doğu'muzda kalan yeni pazarlar için İstanbul önemli bir merkez.