Milliyet gazetesi yazarı Ece Temelkuran domuz gribi olduğunu açıkladı.
Millliyet Gazetesi Yazarı Ece Temelkuran, kendisine domuz gribi teşhisi konulduğunu köşe yazısında dün açıkladı. Yazar Temelkuran bugünkü köşe yazısında da "Domuz gribi nedir, avantajları dezavantajları nelerdir, hepsini çekinmeden anlatacağım" diyor.
Hiçbir cefadan kaçınmadan, şahsen, bizzat ben, kendim domuz gribi olarak, sizlere olayın içinden bildiriyorum! Domuz gribi nedir, avantajları dezavantajları nelerdir, hepsini çekinmeden anlatacağım.
Önce şunu belirtmek zorundayım. Başbakan gibi ben de “açık ve net” ifade ediyorum:
Domuz gribi tarihin bu noktasında bir insanın başına konacak en güzel talih kuşudur.
Neden? Şundan:
İnanılmaz fiyakası var
Bir kere hastalık popüler. Öyle alelade, amele tipi grip değil. Anlı şanlı domuz gribi! Dolasıyla beni de şaşırtan bir fiyakası var. Bu fiyakanın güzel sonuçları da kendi içinde ikiye ayrılıyor:
1. Dün, sağ olsunlar, Kürt ve Türk siyasetinin önde gelen isimleri, basın ve edebiyat dünyasının saygın simaları tebriklerini, (pardon!) geçmiş olsun dileklerini ilettiler. Bir insana aynı gün içinde Can Dündar'dan çorba pişirme ve Mirgün Cabas'tan bir kasa greyfurt gönderme teklifi nasıl gelebilir başka türlü! Yaşar Kemal ve Ayşe Baban aramış misal. Sadece bu bile bir penisilin tesiri yaratmaz mı bünyede. Hasan Cemal'e ve sevgili dostum Sırrı Süreyya Önder'e kaç kere “Aman elini yıka muhakkak” dediğimi hatırlamıyorum telefonda. Parasetemol kafası!
2. Hastalık, etrafında yarattığı felaket haresi sebebiyle insanlarda aniden ölüp gidivereceğiniz kaygısı yarattığından, enteresan bir imkân sunuyor. Nasıl bir imkân bu? Her insanın gizli gizli istediği kendi cenazesini izleme arzusunun gerçekleşmesine benzer bir şey.
Ne yalan söyleyeyim, uzun öksürük krizleri arasında son derece bahtiyar oldum. Cenazemiz bayağı kalabalık olacakmış yani!
El üstünde bir sebep
Fiyaka perdesi kalkınca ortaya çıkan “karanlık gerçekler” ise şunlar:
Hastalığın kuluçka süresi iki gün imiş. Şahsen hasta olarak sağlamasını yaptım. Yani şöyle “Boğazımda bir yanma hissi” dediğiniz anda bilin ki grip olmaya başlıyorsunuz. Bundan sonra yapabileceğiniz tek şey “İnşallah domuz gribidir” demek. Zira grip olmanın meşru bir işe gelmeme sebebi bile sayılmadığı azgelişmiş ülkemizde domuz gribi el üstünde tutuluyor. Benden size tavsiye, hastalığın bu karizmasını kullanın ve o iki gün evden çıkmayın. Benim gibi eylemden toplantıya, toplantıdan iş yemeğine koşturulmasın. Sonuç felaket oluyor. Tabii 'Çılgın Türkler' kitabının yazarı Turgut Özakman'ın TÜYAP'taki imzasında yaptığı gibi kendinize cam fanus yaptırabilirsiniz ama ideolojik olarak ters kaçabilir, masarifi yüksek olabilir.
Herkesin şahsi domuz gribi yorumu farklı olabiliyor fakat şahsımınki öksürüklerle başladı. İki gün sonra gelen “Hayattan bıktım” hissine eşlik eden hafif bayılma duygusu beni devirdi. Ama “devrik bir insan” olmamın esas sebebi, beni tanıyanların iyi bildiği “Arbeit macht frei” (Toplama kamplarının kapısında ve benim kalbimde yazılı olan sözdür bu: “Çalışmak özgürleştirir” anlayışımdı. Durmadım ve nihayet durduruldum. Dolayısıyla necip Türk milletine en önemli tavsiyem şudur:
Yat aşağa! Domuz gribine kafa tutma!
Sulu gıda serüveni
Sonraki üç gün, nasıl diyeyim, tatlı tatlı bir ateş geliyor. Üç gün boyunca da o burundan o kâğıt mendil ayrılmıyor arkadaş! Bir ara mendili burnuma tıktığımı hatırlıyorum, burun deliklerimde iki mendille durdum ve Roland Barthes'in “Romanın Hazırlanışı” kitabını okudum. İçler acısı!
Öğrendiğim iki şey var:
1. “Sulu gıda” denen hadise sınırlı. Bu serüvende pancar suyu bile içmiş bir kişi olarak söylüyorum nihayetinde insan bir şeye diş geçirmek istiyor. Pancar içince de sıvı toprak içmiş gibi oluyorsun, acayip bir şey. Herkes bir şeyin suyunu içmenizi söylüyor, hazırlıklı olun ve hepsini de için.
2. Hastayken alışveriş kanalı izlenmesin. Niye? Çünkü, herkes kendini bir gün, nano teknolojiyle üretildiği iddia edilen süngerlerden bir koca koli ısmarlamış olarak bulabilir. Parasetamol kafası insana çok utanç verici şeyler yaptırabilir, dikkat!