Yazar Aslı Sancar'ın yeni kitabı Harem yayımlandı. Sarayda ve toplumdaki haremi bir arada anlatan yazar bu kez ezber bozuyor. Okuyucuya farklı bir harem portresi sunan ve o haremde yaşamak istediğini belirten Sancar, bunun sebebini ise “Haremde yaşayan her üç kadından biri vakıf kuruyordu. Elbette öyle güzel insanların içerisinde yaşamak isterdim. Ben hala bir vakıf bile kuramadım” sözleriyle açıklıyor
Osmanlı'da Kadın kitabıyla Benjamin Franklin ödülünü alan Aslı Sancar Timaş Yayınları'ndan çıkan yeni kitabı Harem'le karşımızda. Bugüne dek anlatılanların ötesinde bir harem kitabı yazan Sancar, oryantalistlere bu kitabıyla iyi bir cevap vermiş oluyor. Sancar'la Kilyos'taki evinde buluşup içimizdeki ve dışımızdaki haremi konuştuk.
İyi okumalar!
İstanbul'a geldiğimden bu yana yazı işleriyle ilgileniyorum. Bir dönem Kadın ve Aile dergisinde yazılar yazdım. Bilhassa kadınla ilgili meseleler ilgimi çekiyordu. O dönemde Müslüman değildim. Sonradan Müslüman oldum. Yani her şeyi sıfırdan öğrenmeye başladım.
Bu yüzden buradaki kadınların yaşantıları da dikkatimi çekmeye başladı. Bilmediğim bir tarzdı. Müslüman kadınların geçmişi, kimliği, hakları gibi konuları her zaman ilgimi çekiyordu.
1990'ların başında çok güzel bir kitap geçti elime. Kapak tasarımı, grafiği müthiş bir harem kitabıydı bu. Oryantalistlerin yazdığı bir kitaptı ama. Bu nedenle tam içime sinmemişti. Ben uzun senelerdir burada yaşıyorum. Bu zaman zarfında Osmanlı hanımefendilerine yakın birkaç kişiyle tanıştım. Onların şahsiyetleriyle o kitapta anlatılan kadınların hiçbir alakası yoktu. Fakat elimde kanıt yoktu. Kesinlikle reddediyorum diyemedim ve araştırmaya karar verdim. Bu araştırmalar sonucunda Harem ortaya çıktı
Araştırmalar esnasında beni çok şaşırtan şeyler oldu. Beklediğimden çok fazla belge buldum. Güzel kanıtlar bulunca ilgim daha da artmaya başladı. Ben en fazla şaşırtan konu Osmanlı'daki kadın hakları oldu. Çünkü bu zamana kadar hiç kimse bundan bahsetmedi. Sanki kadınların hukukta hiç sözü geçmiyordu. Fakat sonra gördüm ki hakikaten o zamana göre dünyada en fazla hakka sahip kadınlar Osmanlı'daydı. Başka ülkelerde bu kadar fazla hak verilmemişti.
Hukuki haklar batılı kadınlara çok geç gelmiş. İngiltere 1882'de bir kanun geçti. O zaman ilk defa, evli bir kadın mal sahibi olabilme hakkını kazanmıştı. Daha önce ne dava açabiliyordu, ne de başkaları ona dava açıyordu. Her şey eşi üzerinden yapılıyordu. Hukuki şahsiyeti yoktu kadının. Boşanma hakkı bile yoktu. Ne evlilik, ne de ticari kontrat yapamazdı. Ama Osmanlı kadınında durum böyle değil.
Kitapta bilinenin dışında farklı ifadeler de var. Mesela evlilik kontratı. Bu pek bilinmiyordu Evet, unutulmuştu. Şimdi batı bunu yeni keşfediyor. Oysa seneler evvel Osmanlı kadını bu kontratı yapıyordu.
1990'larda başladı bu yolculuk. İlk başlarda yakınlarımdan bilgiler buldum. Bir de Avrupalı seyyahların yazdığı, Türkçeye çevrilen eserlerden başladım. Sonra nasip oldu kızım o sıralarda Kanada'da master yapıyordu. Onun yanında kalırken kütüphanelerde araştırma yaptım. Seyyahların orijinal kitaplarını okudum. Osmanlı kadınının hukuki hakları konusunda yeni bir pencere açıldı. Bir de romanı yazmadan önce Dolmabahçe Sarayı'na gittim. Odaları görmek istedim.
İlk yazdığım kitap bir araştırma ürünüydü. Bunu daha fazla insana ulaştırma niyetindeydim. Hikaye şeklinde daha fazla dikkat çeker diye düşündüm. Aynı gerçeklere farklı bir elbise giyindirerek sunmak istedim. Ana amacım buydu. Yerleri, sarayı tarif ederken roman daha fazla fırsat sunuyor size.
İlk asırlarda dışarıya bilgi sızmamış. Tabii ki o insanların hiçbiri saraydaki hareme girememiştir. Daha ziyade duyduklarını yazmışlar. Hiçbiri gerçeğe dayanmıyor. İlk yazılan kitaplar fantezi ve dedikoduya dayanıyor. Ondan sonra yol ikiye ayrılıyor. Bir yandan bu eski eserlere dayanarak ilerleyen grup, diğer tarafta Avrupa'dan gelen hanımlar. Bunlar toplumdaki hareme girmişler ve görmüşler ki efsaneler Osmanlı kadınını yansıtmıyor.
Tabii aranabilir. Çok abartmışlar bir kere. Bugün araştırmak isteyen insanlar kayıtları, dokümanları bulabiliyor ve gerçeği görüyorlar. Bu bir dini kasıt olabilir. Her toplum bunu yapar. Haremde uzun asırlardır devam eden oryantalistlerin tezi var. Doğulu kadını egzotik, miskin, bastırılmış kadınlar gibi anlatmışlar. Dünya da haremi böyle biliyor. Bu konuda çok efor sarf edildi. Asırlardır birbirini destekleyen kitaplar yazılmış. Hala daha yazılıyor. Son 10 sene içerisinde aynı temayla işlenmiş romanlar var.
Sorgulamaya diyelim. Yıkmak gibi bir iddiam yok. Asırlardır devam eden ve yanlış anlatılan bu bilgileri biri sorgulamalıydı. Benim de bunu devam ettirme niyetim var.
Daha ziyade kadınları anlatmak istedim. Beni ilgilendiren de kadınlar. Tarih onun fonu diyebiliriz. Çünkü ben tarihçi değilim. Böyle bir iddiam da yok. Fakat tarihi enteresan bir fon olarak gördüm. Kadınlar bu tarih içerisinde, buna bağlı olarak yaşamış. Kadının toplumda, haremde statüsü ne? Münasebetleri nasıl? Bunları incelemeliyim dedim. Dertleri, hakları neydi bilmek istedim.
Yarı yarıya diyelim. Tarifler, adetler, günlük hayat, münasebetler, bunlar gerçek. Fakat padişah, kızları, valide sultan gerçek değil.
Bunu düşünüyorum hep. Osmanlı toplumunda hayat çok farklı yaşanıyor. Mesela vakıf çalışmaları çok güzel yürümüş. Dünyada eşine az rastlanır çalışmalar bunlar. Başkalarına yardım etmek, medresedeki talebelerin okuması için çalışmak… Mesela Kösem Sultan Ramazan'da hapishaneye gidip, mahkumların borçlarını ödeyip onların özgürlüğüne kavuşmasını sağlarmış. Böyle güzel vasıflı insanların arasında yaşamak fena olmazdı herhalde.
20. asrın başında Alman bir aile hukukçusu “Dünyanın en sağlam aile ocağı Osmanlı'da” dedi. Bu çok kolay elde edilen bir şey değil. Şimdi biraz bunun uzağındayız. Tarihsel doku ve zaman değişti. İkisini kıyaslamak mümkün değil. Fakat bakıyorum ki o dönemde üç kadından biri vakıf kuruyordu, şimdi böyle bir şey yok. Osmanlı'da kadınların çoğu ev sahibiydi. Bugünse statü ve güç olarak çok farklı. Bunu düşününce Osmanlı kadınına hayranlığım artıyor. Çünkü ben de hala bir vakıf kuramadım.
Zor olmadı. Çok yavaş işledi süreç. Ani bir baskı, mecburiyet olmadı. Geldiğimde örtülü değildim, hayatımda birçok şey yavaş yavaş değişti. Baskı yapılmaması çok önemli. Bu yüzden yaşadığım değişimlerin hiçbiri ne bana ne de nefsime ağır geldi.
Ailem çok saygılıydı. Annem rahmetli oldu şimdi. Adımı değiştirdim, yenisini hemen kabul ettiler. Herkes benim kadar şanslı değil. Ailem Müslüman olmadı ama bana da hiçbir tenkitte bulunmadı. Annem namaz kıldığımız zaman çok saygılı olurdu, radyo açıksa hemen kapatırdı.
Çok büyülü bir yer. Güzel ve özel. Tabii birçok problemi var. Trafik, kalabalık, kirlilik... Büyükşehirlerde yaşanan birçok problem burada da mevcut. Fakat çok özel bir konumu var. Bu da kötülükleri kapatıyor. Türkiye batı ve doğu arasında bir köprü, İstanbul ise bunun tam ortasında. Jeofizik konumundan dolayı da ilgi çekici. Ben İstanbul'u çok seviyorum. Hem geleneksel hem modern bir şehir. Semtlerin her biri birbirinden farklı. Her semtte farklı bir iklim yaşanıyor. Köklü bir şehir, derin ve zengin bir kültürü var. Burası her şeyiyle Osmanlı'yı hissedebileceğiniz bir yer.
En çok Boğaz'ı severim. Çay bahçesinde oturmak, kahvaltı yapmak bambaşka. Biz uzun yıllar oralarda oturduk. Şimdi evim Kilyos'ta. Burada da Karadeniz var ama Boğaz'ın yerini tutamaz.