Türk film eleştirmenliğinin köhnemiş dili ve tavrı
Sinema üzerine yazıp çizen çevrelerin hayret verici bir nefret koalisyonu oluşturarak yerden yere vurdukları Mahsun Kırmızıgül, 2007 yılından bu yana gözü kara bir cesaret eşliğinde ilerlediği yönetmenlik serüveninin üçüncü durağında da Türk toplumu tarafından samimiyetle desteklendi ve çiçeği burnunda sanatçıya kendisini giderek geliştirmesi için yeni bir şans daha tanındı. Pekiyi, bu denli acı bir "gol"ü de afiyetle yedikten sonra, medyadaki temel varlık nedenleri Türkiye'de sinema sevgisi ve bilgisinin gelişmesine, yanısıra Türk toplumunun film izleme ihtiyacının artırılmasına katkıda bulunmak olan bütün o anlı şanlı film eleştirmenlerimizin, hitap ettikleri toplum tarafından böylesine "ciddiye alınmıyor" oluşlarına verebilecekleri herhangi bir cevapları var mı acaba?
alimuratg@yahoo.com
Yapımcı, yönetmen, besteci, senarist ve aktör
Mahsun Kırmızıgül
'ün -daha gösterime sunulması bile beklenmeden- aleyhinde cumhuriyet tarihinin en büyük karalama kampanyası başlatılan üçüncü yapıtı
“New York'ta Beş Minare”
,
5 Kasım Cuma
günü
383
kopyayla sinemalara dağıtılmasından bu yana geçen toplam
7 haftada
yaklaşık
3.500.000
biletli izleyiciyle
2010 yılının en çok izlenen filmi
unvanını elde etti.
Aynı dönemde yarıştığı
“Harry Potter-7/1”
,
“Başlangıç”
,
“Alacakaranlık Efsanesi: Tutulma”
gibi birbirinden iddialı yabancı yapımların tümünü geride bırakan film, yakaladığı müthiş gişe başarısıyla
12 Şubat 2010
tarihinde
378
kopyayla gösterime giren ve toplam
21 hafta
gösterimde kalarak
3.325.842
kişi tarafından izlenen
“Recep İvedik-3”
ün rekorunu da ondan çok daha kısa bir süre içinde kırmış oldu.
Kırmızıgül, bu sonuçla ayrıca
12 Mart 2009
'da gösterime girerek
30
haftada
2.566.135
izleyici toplayan
“Güneşi Gördüm”
,
16 Kasım 2007
'de gösterime girerek
51
haftada
2.032.410
izleyici toplayan
“Beyaz Melek”
adlı önceki iki çalışmasının gişe rakamlarını da açık ara farkla geçti.
Öte yandan,
“New York'ta Beş Minare”
halen pek çok kentimizde gösterimde olduğu için, izleyici rakamının yılbaşına kadar daha da artması bekleniyor. Ayrıca, şimdiye kadar
30'u aşkın
yabancı ülkeye satılmış durumdaki filmin yurt dışı sinema, televizyon ve DVD haklarıyla gelecek olan ekstra hasılatı da henüz bu hesaplamaya dahil edilmedi.
Türk sinema medyasında,
Yeni Şafak sinema yazarı
olarak bendeniz ve
Habertürk sinema yazarı Kerem Akça
dışında düzenli film eleştirisi yapan hemen hiç bir ismin desteklemediği; desteklemek şöyle dursun, yönetmeninin bundan
15 yıl
önceki müzik kliplerinde
“kırmızı ceket giymesi”
nden başlayıp
“saç stilinin itici olduğu”
na kadar uzanan eleştirilerle şimdiye kadar başka hiç bir Türk filminde görülmemiş düzeyde yerden yere vurduğu lanetlenmiş bir yapım olarak,
“New York'ta Beş Minare”
nin -aleyhinde yürütülen bütün bu nefret kampanyalarına rağmen- sinemaseverler tarafından hem
2010
yılının, hem de son yılların en büyük gişe başarısıyla ödüllendirilmesi, ülkemizde film eleştirmenlerinin meslekî saygınlığının tartışmaya açılmasına ve sinemaseverlerin film tercihi yaparken (en azından teorik olarak
“kanaat önderi”
konumundaki) bu kişilerin pek çoğunu
zerrece ciddiye almadıkları
gerçeğinin deşifre olmasına yol açtı.
Paranın gücüyle yürütülen en yoğun propaganda çalışmalarının bile, özünde gerçekten
kötü
olan bir filmi
en fazla üçüncü haftasına kadar
taşıyabilmesi, ulusal sinema sektörümüzde şimdiye kadar sayısız kez doğrulanmış güçlü bir piyasa kuralıyken, Kırmızıgül'ün filminin her eğitim düzeyi, etnik köken ve ekonomik sınıftan sinemaseverler tarafından haftalar boyunca sürekli artan bir ilgiyle desteklenmesine, medyadaki birincil görevleri
"kendi beğenilerini topluma jakobence dayatmak"
değil,
"bu ülkenin az gelişmiş sinemasına moral ve ivme kazandırmak, coşkuyla yola çıkan genç sinemacılarını gelecekte daha kalıcı işler ortaya koymaları yönünde motive etmek"
olan film eleştirmenlerinin verebilecekleri
somut cevaplar
da bulunmaktadır herhalde…
Sözlerimizi noktalarken,
“New York'ta Beş Minare”
nin çağdaş Türk sinemasına getirdiği teknik-estetik yenilikleri ve diğer olumlu yönlerini bu konuda ahkâm kesen herkesten önce görmüş, anılan filmi gösterime sunulduğu ilk günden itibaren kararlılıkla savunmuş bir
“sinema kültürü”
sayfası olarak, Kırmızıgül'ün üçüncü yönetmenlik denemesiyle de -görüntü yönetiminden müziğe kadar-
irili ufaklı hiç bir dalda SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) ödülü alamayacağını
, henüz bu ödüller dağıtılmadan haftalar önce aynı kesinlikte ifade ederek tarihe bir kayıt daha düşmüş olalım.
Çünkü,
"kırmızı ceketli türkücü"
nün, jakobenist dayatmaları vazgeçilmez bir hayat felsefesine dönüştürmüş durumdaki (içi, en hızlı İslâmcısından en hızlı sosyalistine kadar her renkten kalem erbabıyla tıklım tıkaş dolu) kalabalık bir mürekkep yalamışlar ordusu tarafından asla arzu edilmeyen şok edici yükselişi ve elde ettiği bu son -can acıtıcı- başarı, ona ölümüne karşı duran cephede safların daha da sıklaştırılmasına yol açacaktır.