Şiir esas harplerle yapılır

HATİCE SAKA
00:004/06/2008, Çarşamba
G: 4/06/2008, Çarşamba
Yeni Şafak
Şiir esas harplerle yapılır
Şiir esas harplerle yapılır

Genç şair Mehmet Öztek'in yeni kitabı Ben Google Değilim'de birey olmanın bilinci ve bunun yaşattığı hisler, sıradışı bir üslupla aktarılıyor. Meseleleri özünden kavramanın en iyi yollarından birinin mizah olduğunu düşünen şair “Toplum gerçekliğine çıplak gözle bakabilmek için, evet mizah” diyor.

Sentetik Rüyalar adlı kitabı ile 2004 yılında Yaşar Nabi Gençlik ödülünü alan Mehmet Öztek, uzun bir aradan sonra yeni bir kitapla okurun karşısına çıktı. Yazarın geçtiğimiz aylarda, Pan Yayınları'ndan çıkan “Ben Google Değilim” adlı kitabındaki şiirlerinde kelimeler kesiliyor, bölünüyor, birleşiyor, ayrılıyor bazen düzyazı haline geliyor. Bunu yaparken anlaşılmamaktan korkmuyor Öztek, okurun beklentilerini karşılamaktan çok okura huyunu suyunu bulaştıran şiirlere daha yakın buluyor kendisini. 'İnsan ya da şair olarak bilginin taşıyıcısı mı olacağız yoksa bu bilgilerin kullanışlı olanlarını seçip kendimize has bir gerçeklik mi oluşturacağız?'sorusunun peşinden giden Öztek, iyi şiir yazarken de şairlik taslamıyor. “Sırf bir şeylere muhalif olmak ve onlarla hesaplaşmak gibi saiklerle yazmadım bu kitabı” diyen Öztek'in şiirlerinde birey olmanın bilincini ve bunun yaşattığı hisler tüm açıklığıyla görülüyor.

  • Ben Google Değilim ikinci kitabınız. "teskin olmamak", "google olmamak" ve "yanlı'ş olmak" adlı üç bölümden oluşuyor; kitabınızdaki üç bölümde de bir karşı duruş kendini hissettiriyor. Şiir yazma geleneğinizin temelini bu karşı oluşlar alıyor diyebilir miyiz?

    Kitabın bölüm başlıklarını dolayısıyla kitaptaki şiirleri bu bağlamda da okumak mümkün tabii; ancak sözünü ettiğiniz karşı duruşun, bir kalkış noktası, bir temel olmaktan çok, beni varmak istediğim yere götürecek, en azından yön tayin etmemi sağlayacak başat imkanlardan sadece biri olduğunu söylemeliyim. Bir temel arıyorsak, "karşı olmak" yerine "bir yerde olmak" ya da "biri olmak"tan söz edebiliriz. Şunu demek istiyorum: Sırf bir şeylere muhalif olmak ve onlarla hesaplaşmak gibi saiklerle yazmadım bu kitabı. İnsanoğlu gerek gündelik işlerinde, gerek sosyal, kültürel ve siyasi hayatında, kısacası tüm edimlerinde, kendiyle yaşadığı toplum arasında bir ifade şekli bulma ihtiyacıyla hareket eder. Şiir, bu kendilik bilgisinin, kendilik tecrübesinin edinilmesinde ve aktarılmasında her zaman olduğu gibi bugün de hayati bir öneme sahip. Dünyanın herhangi bir yerinde, o yerin tarihsel ve kültürel mirasıyla donanmış (olumsuz açıdan bakacak olursak kodlanmış da diyebiliriz) bir insan topluluğu içine kendi irademiz dışında doğuyoruz ve bu doğumun kendisi bile yığınla soruya gebe. İlk soru: Ben kimim, ya da bir şiirimde sorduğum gibi; acaba "Kim ku"? Ku, bu dünyada kendisinin Ku'su mu olacak, yoksa başkalarının kuyusuna mı düşecek? Neyi sevecek, neyden nefret edecek, neye kin duyacak, neyi koruyacak, kendini neyden kollayacak? Şiirde bu sorulara dört başı mamur cevaplar bulmak çoğu zaman mümkün olmayabiliyor, olsun, hedefi bulmasa da okun yaydan fırlama sesi ve yönü bile insanın elinden tutabiliyor. Toparlayacak olursam kitapta kendini hissettiren karşı duruş, kendine bir ben (bu başkalarına göre yanlış ben olabilir) ve bu bene bir yer seçme arayışı ile ilgili; evet "bir ben var bende benden içeri" ama bu benle baş başa kalmak için dışarıyı belirlemek ve bu dışarıya karşı durmak da gerekiyor.

  • Şiirlerinizde kelimeler kesiliyor, bölünüyor, birleşiyor, ayrılıyor bazen düzyazı haline geliyor; inanılmaz bir hareketlilik var. Bu bağlamda anlaşılmama kaygısı taşıdığınız oluyor mu?

    Hayır, tam tersine meramımı tam olarak ifade edebilmek, dolayısıyla da anlaşılmak için öyle yazıyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse okuyucuyu karşısına alıp, okuyucunun reflekslerini ölçüp biçerek muhatabına şiirler yazan biri değilim; ki böyle durumlarda genellikle "okur"un sırtını kaşıyan, tüylerini falan ürperten, klişe salatası şiirler çıkar ortaya. Bu, okuru hiç umursamadığım anlamına gelmez; şiir yayımlayan herkes öyle ya da böyle bir muhatap arar. Benim muhatabım da herkesten önce benim; bir şiiri bitirip yayımlanmaya hazır hale geldiğine kanaat getirdiğimde, benim bir okur olarak şiirimden anladıklarımla aynı ya da yakın şeyleri anlayacak okurların da olacağına inanıyorum; okurun beklentilerini karşılamaktan çok okura huyunu suyunu bulaştıran şiirlere daha yakınım.

  • Kitaba adını veren "Ben Google Değilim" şiirinde Mehmet Öztek'in bir portresi çiziliyor adeta. Benim dikkatimi en çok, "şiir esas harplerle yapılır diyen özel birisi" ifadesi çekti. Harflere kendini teslim etmeyip onlarla savaşma yolunu seçen bir şair misiniz?

    Alıntıladığınız dizede doğrudan harflerle bir meselem yok aslında. Hem şiirde hem genel olarak hayatın her alanında etrafımızı saran, gerçeklik algımızı daraltan klişeleri devre dışı bırakma isteği var burada. "Şiir sözcüklerle yazılır", "şiir harflerle yazılır", "şiirde sözcük ekonomisi", "lirik olmayan şiir yoktur", "güncel konular şiire zarar verir" vesaire, vesaire; "şiir eşittir uygun adım, maaarrş", bunu da ben eklemiş olayım:) Kerli ferli kalem erbaplarından bunlara benzer yığınla tanımlamalar okuyoruz; her biri belirli dönemlerde bazı şiirlerde karşılığını bulabilmiş ama günümüzde artık şiir için ufuk açıcı hiçbir tarafı kalmamış klişeler. Parça bütünün yerine geçmiş. Bize sözüm ona bilgi olarak sunulan şey, önümüzü açacak, bize hareket alanı sağlayacak bir araç olmaktan çıkmış; kullanım değeri olmayan, kitaplıklarımızın raflarına paketlenip konulmak üzere tasarlanmış süslü bir nesne haline getirilmiş. Şiirlerin çoğunda, oradan buradan edinilmiş şık ama protez organlarla yaşayan bir insan konuşuyor adeta. Turgut Uyar'ın bir şirinde sorduğu soru hala çoğunluk tarafından yanıtlanmamış olarak duruyor. "Şiiriniz adamakıllı şiir/ Dumanı da caba/ Peki sizin adınız ne/ Benim dengemi bozmayınız" Hem şiir bilgisinde, hem hayat bilgisinde, google'la, yani ayıklanmamış, her an her yerde ulaşabileceğiniz yığma, hazır bilgiyle olan mesele burada başlıyor işte. İnsan ya da şair olarak bilginin taşıyıcısı mı olacağız yoksa bu bilgilerin kullanışlı olanlarını seçip kendimize has bir gerçeklik mi oluşturacağız? Mehmet Öztek'in portresi çizilmiş mi demiştiniz, teşekkür ederim.

  • Zübeyde ismi sık sık karşımıza çıkıyor, "Her Şey Bir Arada" şiirinde Sabit Kemal ve Ahmet Oktay ismine eleştirel bir gönderme yapıyorsunuz, Ali Özgür Özkarcı, Halil İbrahim, Özgür, Abuziddin, Philippe Sollers; bu kadar çok isim zikretmenizin özel bir nedeni var mı?

    Haluk Bilginer bir röportajında oyunculuk hakkında konuşurken "rol yapan oyuncuyu sevmem" demişti. İyi bir artist olacaksan artistlik yapmayacaksın diyor yani. Mehmet Akif'ten, Nazım Hikmet'e; Orhan Veli'den Turgut Uyar'a kadar birçok şair, eskilerin deyimiyle tasannudan başka bir deyişle şairanelikten uzak durmak gerektiğini salık vermişlerdir. İyi şiirin ilk koşulu şairlik taslamaktan vazgeçmektir. Yanlış anlaşılmasın, şairliği ya da daha önce yazılan şiiri hiç hesaba almamaktan bahsetmiyorum; tam tersine kalemi başkalarının diliyle değil kendi dilimizle ıslatarak yazmanın yolu, ancak bizden önceki şiirselleri iyi tahlil etmekle mümkündür demek istiyorum. Sadece şiirde değil sanatın tüm dallarında bu kendilik meselesi bir eşik olarak karşımıza çıkıyor. Peki de tüm bunların şiirlerimde kullandığım özel isimlerle alakası ne? Şöyle söyleyeyim: Şairanelikten kaçma güdüsü objektifi kendi deneyimlerime ve bu deneyimlerin konuştuğum dilde açtığı oyuklara çevirmemi sağladı. Zikrettiğiniz isimlerin hepsiyle ama yaşamsal düzeyde ama metinsel düzeyde bir şeyler yaşadım. Bu benim hayatım ve bunlar sadece bana mahsus şeyler; ama sadece benim hayatım olduğu için yazmadım bunları, öyle olsaydı yaptığım her şeyi şiir diye önünüze boca edebilirdim. Kendi söz dağarımın birincil malzemesi özel hayatım evet, ama bu özel hayat muhtemel okur için de bir hayat olabileceği zaman şiire giriyor.

  • "Kendini kimsen kolla ku, ama ku", "İçimi yap yum hiçimi yap yum/ Dışımı kuyu kalın oy" gibi sessel çağrışımlara yaslanan dizelerde dil ile bir hesaplaşma, onun sınırlarını zorlama yoluna mı gidiyorsunuz?

    Dille hesaplaşma ya da dili zorlama yerine dilin imkanlarına odaklanma diyelim. Bazen dili zorlama olarak algıladığımız şeyler, esasen deneyimlerimizin ya da deneyimlenmesi muhtemel tasavvurlarımızın bizi farklı ifade imkanları bulmaya zorlamasıyla ortaya çıkar. İster, dilin sessel, görsel tipografik vs. araçlarından; ister bir tecrübeden yola çıkılarak yazılmış olsun fark etmez, önemli olan şiirin bize bir geçeklik hissi, yeni bir dil tadı vermesi. "Dille oynamak", "insansızlık", "hayattan kopukluk" etiketlerinin alelacele yapıştırıldığı bu tür şiirleri test etmenin çok kolay bir yolu var aslında. Öyle değil de başka şekilde söylenseydi şiirin ilettiği anlamda, şiirin bağlamında bir sapma olup olmadığına bakmak yeterli. Şiir bu haliyle bir anlam iletiyorsa ve bu anlam başka bir şekilde söylenemiyorsa "dil oyunu"ndan, "insansızlık"tan söz edemeyiz. O dil ancak ve ancak o anlamın dilidir çünkü...

  • "Onları teskin etmeyin", "Devrik", "Yerçekimi" şiirlerinde toplumsal duyarlılıkları ince bir mizahla işlediğinizi söyleyebilir miyiz?

    Meseleleri özünden kavramanın en iyi yollarından biridir mizah, bu bakımdan imrendiğim bir alan olduğunu söyleyebilirim. Mizahçılara bakın, kendilerini bile mizah konusu yaparken son derece objektif ve acımasızdırlar; bu, tüm detayları dışarıdan net bir şekilde görebilmeleriyle ilgili bir durum. Çok da keyifli bir alan, öyle midir gerçekten? İnanmayın, mizah yeteneği olup da melankolik olmayan birine rastlamadım. Gerçeğe bilhassa toplum gerçeğine çıplak bir gözle bakabilmek için, evet mizah.