Referandumda evet diyenler Alevilerin tamamını temsil etmiyorlarsa; bu tür açıklamaların “kitlesel bir temsil” kaygısı ile değil, “siyasal bir pozisyon” alma ihtiyacı ile yapıldığını kabul etmemiz gerekiyor. Ve bu dernek, vakıfların aldıkları siyasi pozisyon ise ne yazık ki, bugüne kadar somut sonucu olmayan ve “öğrenilmiş çaresizliği” aşamayan bir pozisyon almadır, siyaset bilmemektir.
Referandum yaklaştıkça “kim(ler)in” hangi oyu vereceği önem kazanıyor. Merak edilenlerden birisi de Aleviler. Gerçekten bütün Alevileri kim(ler) temsil ediyorsa oların açıklayacağı “evet” ya da “hayır” anlamlı geliyor insanlara. Oysa bu baştan aşağı yanlış bir algıya dayanıyor. Çünkü Aleviler hiçbir zaman olmadıkları gibi bugün de homojen değiller. Ancak onlar adına bugüne kadar kamusal görünürlük elde etmiş bazı kurumlar, sanki bütün Alevileri temsil ediyormuşçasına açıklamalar yapmaktan beis görmüyorlar.
Tabi burada sorun Aleviler adına açıklama yapma cüreti gösterenler kadar, bu açıklamalara yeterince siyasal karşılık veremeyen Alevilerdedir.
Alevileri temsilen Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Ali Balkız, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez ve bazı Alevi derneklerinin temsilcileri bir basın toplantısı düzenleyerek oylarının “hayır” olacağını açıkladılar. Basın toplantısında Ali Balkız'ın şunları söylemiş; “12 Eylül anayasasına karşıymış gibi duran, kendini özgürlükçüymüş gibi tanıtan AK Parti'nin halka yalan söylüyor. ... AİHM ve Danıştaydan mahkeme kararları aldık. Bu aşamada oluşan kamuoyu baskısı sonrası AKP bir 'Alevi Açılımı-Çalıştayı' süreci başlattı. Sonunda anladık ki Alevilerin talepleri derken, meğer kendi taleplerini gerçekleştireceklermiş. Mevcudu yetmezmiş gibi ikinci bir din dersi, daha da güçlendirilmiş bir Diyanet İşleri Başkanlığı yarattılar. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi ve Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili taleplerimiz için anayasal değişiklikler gerekiyorken, bunları bu paketin içine bile koymadılar. Sadece bu nedenle bile olsa 12 Eylül günü 'hayır' diyeceğiz. ... AKP kuvvetler ayrılığı prensibinden rahatsızdır. Yüksek yargıdan kurtulmak istemektedir. Bu sorunu da çözerse, molla rejimine doğru giden yolda önemli bir engelden daha kurtulmuş olacaktır.”
Balkız'ın yaptığı bu açıklamada haklı eleştiriler vardır. Ama bu haklı eleştirlerden çıkarak vardığı “AKP kuvvetler ayrılığı prensibinden rahatsızdır. Yüksek yargıdan kurtulmak istemektedir. Bu sorunu da çözerse, molla rejimine doğru giden yolda önemli bir engelden daha kurtulmuş olacaktır” tespiti maddi gerçekliği olmayan salt siyaset kokan bir savunmadır.
Eğer bu ve benzer açıklamları yapan Alevi dernek ve vakıfları; Alevilerin tamamını temsil etmiyorlarsa; bu tür açıklamaların “kitlesel bir temsil” kaygısı ile değil, “siyasal bir pozisyon” alma ihtiyacı ile yapıldığını kabul etmemiz gerekiyor. Ve bu dernek, vakıfların aldıkları siyasi pozisyon ise ne yazık ki, bugüne kadar somut sonucu olmayan ve “öğrenilmiş çaresizliği” aşamayan bir pozisyon almadır, siyaset bilmemektir.
İstisnaları bir kenarda bırakırsak, Aleviler (örgütlü/örgütsüz) başından bu yana siyasetle çok sorunlu bir ilişki kurdu. Genel anlamda Türkiye'de siyasetin olmadığına inanan biri olarak bunun için Alevileri suçlamayı da doğru bulmuyorum. Ancak Alevilerin, Cumhuriyet üzerinden CHP ile kurdukları ilişkinin çok da sağlıklı olmadığını söylemeye gerek yok. Evet
Cumhuriyet, kul yerine vatandaşı koydu ve bir tür eşitleme yaptı ama kamusal alanda Cumhuriyet, dinsel kimlik olarak Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla Sunniliğin kendi yorumunu topluma empoze etmiş ve Aleviliği yok saymıştır. Ama buna karşı Aleviler Cumhuriyeti kutsallaştırmıştır.
Aleviler/Cumhuriyet/CHP açısından bu durumun siyasi yansıması karşılıklı “pragmatizm/oportünizm” ile açıklanabilir. Bu ikili algı içinde devletin gücü daha belirgin olduğundan, her dönemde devlet bu ilişkide yönlendirici oldu.
Cumhuriyet'in tek parti döneminden itibaren bugüne kadar Alevilere siyaseten yüklendikleri tek misyon, yeni seçkinci siyasi geleneğin meşruiyetine hizmet eden ve bunu kimliği savunan toplumsal kesim olması oldu. Bu yönlendiriciliğin açık bir kanıtı Aleviliğin kültürel bir kimlik olarak hiçbir zaman kamusal alanda var kabul edilmemesidir.
Bu durumu istisnai hale getiren dönem 1980'lerdir. Ancak bu dönemde kurulan ilişkide yine pragmatizimle açıklanabilir. Bu dönemde Cemevleri'ne gösterilen ilgi ve teşvik, yine her sene yapılan ancak Türk İslam'ı motifine ihtiyaç duyulduğu dönemlerde devletin en yüksek mercilerinin katılımı ile gerçekleşen Hacı Bektaş-ı Veli anma etkinlikleri özel olarak incelendiğinde çoğunlukla devlet eksenli konjoktürel taraf kazanma adımlarından başka bir şey değildir.
Bu şekilde devletle/CHP'yle kurulmuş olan göbek bağı, büyük ölçüde Alevileri kitlesel kimlik olarak devlete bağladı ve Aleviler içinde eleştirel okumaların önü kesildi. Bu ilişki bir başka açıdan da her iki taraf için anlamlıydı. Alevi'ler için bu ilişki, büyük ölçüde devlet tarafından korunma ve kollanma olarak algılanırken, devlet açısından “laiklik” eksenli tartışma ve çatışmalarda sahaya sürülen kimlik düzeyinde dengeleyici sübap olarak işlev gördü. Bu anlamda Alevi'ler bizatihi devletin kamusal alanda vaz ettiği “laik yaşam tarzına” sahip olmadıkları ve bunu yaşamadıkları halde, bu kimliğin hem taşıyıcısı hem de savunucusu oldular ve buna gönüllü soyundular.
Bu açıdan Alevilerin büyük bir kısmının İslami ve sağ partileri eleştirirken verdikleri örnekler, yani tarikatların çeşitli partileri desteklemesi, adam kayırmacılık vs, bugün Aleviler de uzak olmadığı pratiklerdir. Gelinen bu noktada bir sağ parti temsilcisi çıkıp, “Cem Evleri CHP'nin ya da bir başkasının arka bahçesidir” dese buna, Alevi'lerin teorik itirazı çok anlamlı olmaz. Bu açıdan Alevi'lerin kendilerine sırf Alevi oldukları için atfettikleri olumlu nosyonların kritiğinin yapmak zorundadırlar. Bunun başında kendilerine atfettikleri “ilericilik” ve “laikliğin teminatı”, “çağdaş” olduklarına dair özgüvendir.
Toplumsal düzeyde devlet karşısında özgürlük alanının genişlemesi yönünde tavır alması gereken Aleviler, bu seçimde ideolojik olarak beklendiği gibi CHP'nin yanında yer aldılar. Ancak aday listelerinde bekledikleri yerlerden aday yapılmayınca kızdılar. Oysa CHP'nin bu tavrı yadırgatıcı değil, tersine hala umudunu CHP'de arayanların durumu yadırgatıcı.
Herşeye rağmen Aleviler gerçekten kendilerine atfettikleri bu nosyonlara sahip çıkmak istiyorlarsa başta CHP ile olan ilişkilerine eleştirel bakmak zorundadırlar. Çünkü bugün Türkiye'yi demokratikleştiren, normalleştiren bu açıdan tarihsel olarak Aleviliğe atfedilen nosyonları yerine getiren parti AK Parti'dir, CHP değil.
Evet referandumda “hayır” oyu vereceğini açıklayan dernek ve vakıflar belki Alevilerin tamamını temsil etmiyor. Ama diğer taraftan Aleviler içinde çoğunluğun da referandumu “AK Parti karşıtlığı” üzerinden algıladıkları gerçeğini görmek ve bu verili gerçeğe uygun ikna edici siyaseti devreye sokmak zorunludur. Bu açıdan AK Parti'nin de “neden” sorusunu sorması gerekiyor. Bunca Açılım toplantısına rağmen hala Alevileri ikna edememişse bunun suçu sadece Alevilerde olamaz.
Bu bağlamda bu tartışmada iki temel aktör bulunmaktadır. İlki bizatihi Alevilerin kendisidir. Alevilerin çoğullaşmasıdır. Alevilerin çoğullaşması, siyaseten daha fazla katılım ima eder ama en önemlisi de siyasi özne olmalarını ön koşul yapar. İkincisi ise bizatihi kamusal görünürlüğü az, söylem gücü çok Alevilerin siyasallaşmasının yolunu açmak ve si siyasetle yeni bir ilişki modeli üretmektir.
Söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama bu satırların yazarı da bir Alevi. “Evet” oyu verecek bir Alevi.