2011 yılı Evliyâ Çelebi Yılı îlân edildi. Biz de 2011'e beş gün kala ünlü seyyahımızı yâd edelim dedik. Hem de o tatlı, masalsı üslûbuyla... Buyrun, Unkapanı köprüsünün bir başında doğup, dünyayı dolaşıp köprünün diğer başına defnedilen Çelebi'nin hayatına...
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, sultanların, saraylarından ülkelerini yönettikleri bir dönemde, pâyitaht İstanbul'da üç kıtaya hükmeden bir devletin kaptan köşkü olan, üç tarafı denizlerle çevrili Saray-ı Cedîde-i Âmire'de, yedi düvele nam salmış, yedi iklimin sultanı, devlet-i âliyenin pâdişahı, pertev-i âfitâb ve ziyâ-i mâhitâb, şehriyâr-i pür kerem, zıllullâh-i fil-âlem, Sultan Murat Hân yaşarmış.
Çok mutantan bir dönemmiş Sultan Murat dönemi. Hezarfen Ahmet Çelebi, Galata Kulesi'nden uçarken Üsküdar'a, Sultan Murat kelle uçurmakla meşgulmüş sarayında. Vezir Kuyucu Murat Paşa da, padişahın uçurduğu kelleleri toplayıp, kuyulara doldururmuş. Kösem Sultan'ın ise neyle meşgul olduğunu bilen yokmuş.
Bu devletlü, heybetlü ve şiddetlü sultanın, Melek nâmıyla mâruf Ahmet Paşa adında bir veziri varmış ki, ismiyle müsemmâ bir zâtmış. Onun dahi köprü başında bir yeğeni doğmuş. Kim bilebilirmiş bu çocuğun köprünün diğer ucunda mezarı olacağını. Adı Evliyâ imiş, çelebi sîmâ bebeğin. Hem Evliyâ hem Çelebi. Yani ömrü boyunca dünyayı dolaşan Evliyâ Çelebi, ancak bir köprü boyu yol alabilmiş.
Unkapanı Köprüsü'nün üstünde, seyahatle geçen bir ömür. Köprünün bir ucundan diğer ucuna 71 yıllık bir serüven. Bir de mâhirmiş ki çelebimiz, sormayın. Seyyah olduğu kadar hattat, nakkaş, musikişinas ve kâtip, ata biner, cirit atar, şiir yazar, kılıç oynar, gazâlarda ok uçurur, sâir zaman küheylanını uçururmuş. Er meydanında pehlivanlarla güreş tutarken, kütüphânesinde de kitaplarıyla boğuşurmuş. Bir çuval yabancı dil öğrenmiş Evliyâ. Çocukluğundan beri seyr-ü sefermiş merâmı, lâkin bu değilmiş babasının murâdı. Yaradanın takdîrine bakın ki, baba kapısından çıkmayan izin, yüceler yücesi peygamber kapısından çıkmış ve dahi emir şeklinde tezâhür etmiş. Hem de bir sürç-ü lisâna istinâden.
Masalımız bir rüyâ ile devâm ediyor.
Hz. Yusuf'un ve Hz. Musa'nın hayatında olduğu gibi, Evliya Çelebi'nin hayatında da her şey bir rüya ile başlamış. Bî-riyâ Evliyâ, Unkapanı'ndaki, Haliç'e nâzır baba konağında, daha henüz 19 yaşında, zâtına mahsus odasında, prensler gibi uyurken, bir sultan tezâhür etmiş karşısında. Sultanlar Sultanı, Âhî Çelebi Câmi-i Şerîfi'nde, ashâbı güzîdesiyle birlikte namaz kılmışlar cemaatle. Namazın akabinde Evliyâ Çelebi, Enbiyâ Serveri'nin elini öpüp şefaat dile(n)miş. Lâkin heyecandan sürç-i lisân olup, şefaat yerine seyahat isteyince, şu duâ gelmiş yüce makamdan:
— Allahü Teâlâ ve Tekaddes hazretleri, şefaati, seyahati ve ziyâreti sana dahi kolay kıla. Seyyâh-ı âlem ve ferîd-i beni âdem ol.
Bir rüyâ ve bir sürç-i lisân sonucu, 52 sene sürecek bir seyahat ile 10 ciltlik seyahatnâme zuhûr etmiş meydâne.
Sonra küheylan adındaki beyaz atına binen prensimiz Evliyâ Çelebi, diyar diyar dolaşmış dolaşmasına da, bir köprü boyu yol alabilmiş ancak.
Lâkin vâ esefâ. Evliyâ'nın mezarı üzerinden yol geçmekte şimdilerde her dâim. Şişhâne yolu diyorum, Evliyâ'nın kaybolan mezarı üzerinden geçiyor. Yıllar boyunca yolları aşındıran Evliya Çelebi'nin, mezarını şimdi yollar aşındırıyor yıllardır.
Evliyâ Çelebi'yi 71 yaşında kaybettik. Mezarını da. Evliyâ'nın mezarının kaybı, acep kimin ayıbı.
Bütün bunlar ne masaldır ne rüyâ.
İşte benim kahramanım Evliyâ.
2011'in ilk haftası Evliyâ Çelebi'mizin hayâtından ilginç anekdotlar arzedeceğim nasipse. Selâmetle…