İki dilli yaşam ve demokratik özerklik tartışmaları ile ısındığı dönemde konuştuğumuz Balıkçı; BDP ve DTK'lıların açıklamaları kırılgan olan barış süreçini zora soktuğunu söyledi. Bu açıklamaların zamanlaması ve uslubunun yanlış anlamalara yol açtığını ifade eden Balıkçı; “Şu anda yüzlerce doğru tek bir yanlışa hapsedildi” dedi.
Peki ne oldu da süreç birden hızlandı? Neden bir anda Kürt siyaseti çıtayı yükseltti? Önce iki dil tartışması ardından demokratik özerklik gündeme geldi.
Bu hafta Söyleşi-Yorum'da bu soruları "1 Aralık'tan itibaren yokum" diyen ama "barış için de her fırsatı kullanmalıyız" çağrısını yapan Yıldıray Oğur'un Türkiye'ye tanıttığı Balıkçı'ya sorduk. Neden Balıkçı ile konuşma ihtiyacı duyduğumu kendi kendime sorduğumda, kendime verebildiğim tek cevap “güven”. Söyledikleri doğru çıktığı için ona güvendim, konuşurken samimi bulduğum için ona güvendim. Bu güven mesleki olarak risk de demekti, ama almaya değerdi. Çünkü barış bütün risklerden daha değerli idi. Onunla konuşurken her an tetikte olma hissi var içimde. Her an bir şey olabilir diye geçiriyorum içimden. Sonuçta Balıkçı gizemli biri. Yüzünü bir süre daha saklamak istiyor. Gerekçesi, "birkaç ay daha buna ihtiyaç olacağı" şeklinde. "1 Aralık'tan itibaren yokum" demişti ama o konuşmayı tercih etti. Neden sorusuna yanıtı, "barışa inandığım ve barış istediğim için" cevabını veriyor.
Balıkçı ile ilgili hemen bir not düşelim. 12 Kasım'da Öcalan, Balıkçı için "Batmanlı bir Kürt aydından bahsediliyor. 1980 öncesi TKP'de yer alan İ.I. deniyor ama net değil. ... Böyle biri olmayabilir. Bu kurgu olabilir" demişti. Ancak geçen hafta avukatlara yakın bir isim olan Cengiz Kapmaz ile t24.com.tr'den Selin Ongun'un yaptığı söyleşide, "Abdullah Öcalan, Balıkçı hakkında ne düşünüyor?" sorusuna Kapmaz; "Gerek Öcalan'ın avukatları, gerekse Abdullah Öcalan'da Balıkçı'ya yönelik negatif bir algı yok. Görüştüğüm avukatlar bana 'Müvekkilimizin Balıkçı konusunda olumsuz bir değerlendirmesi olmadı. Tam tersi Balıkçı'nın bir ekip ve devlet aklı olduğunu söylüyor' dediler" cevabını vererek, bir anlamada Balıkçı'ya "iade-i itibar" yapmış oldu.
Bilemiyorum. Muhtemelen benim Neşe Düzel'e verdiğim söyleşiden rahatsız olmuşlardır. Bence buna gerek yoktu. Çünkü herkes neyin ne olduğunu biliyor. Kaldı ki, Öcalan avukatlarına benimle ilgili olumsuz şey de söylememiş.
Ancak geçen hafta avukatlara yakın bir kişi ile yapılan ve yalanlamayan bir söyleşide avukatlar, Öcalan'ın benim hakkımda negatif algısı olmadığını söylemişler. Tam tersine benim bir ekip ve devlet aklı olduğumu söylemiş.
Benim öyle bir şeye ihtiyacım yok. Olduğum gibiyim.
1 Aralık itibariyle olmayacağımızı söyledik. Ancak bu süreçte gördüğünüz gibi bazı problemler yaşanıyor. Büyük emek harcanarak sağlanan eylemsizlik süreci tehlikeye gidiyor. Barışın kalıcı hale gelmesi için bir şeyler söylemek ve sürecin sağlıklı yürümesine yardımcı olmamız lazım.
Evet son bir hafta-on gündür tartıştıklarımız biraz böyle. Sayın Demirtaş'ın kullandığı bir cümleye dikkat çekmek gerekiyor; “İki dili hayata geçireceğiz”. Bu eylem ve yaptırım içeren bir cümle. Ve tek taraflı bir söyleme dayanıyor. Kendisi bunun böyle olmadığını sonradan ifade etti, ancak iş işten geçmişti. Böylesine ağır bir sorunun tarifi çok daha anlaşılır bir ifadeyle izah edilebilinirdi. Sahici kardeşlik, kalıcı barış için vicdanen savunulması gerekenin şu olduğuna inanıyorum: Zihinlerde yok saymanının, yüreklerde düşman bellemenin giderilmesi gerekiyor. Bu yüzden artık karşılıklı duygu kardeşliği oluşturmamız gerekiyor. Mesela Kürt siyasiler, Sayın Erdoğan demiyor, Türk Başbakanı Erdoğan diyorlar. Bu da uygun değil.
Önceden hazırlanmış, soğuk savaş döneminin bakışı ile hazırlanmış bir metin. Adı üstünde taslak.
Bu zaten partinin programında da olan bir konu. Bence ondan daha önemlisi şu; zamanlaması, uslubu, ifadesi izaha muhtaç ve sorunlu bir dil. Asıl önemli olan bence bunlar. Bakın, biz Kürt sorunu gibi son 30 yılın en şiddetli sorununu çözme yolundayız. Bir anket yapılsa muhtemelen Türk toplumun büyük çoğunluğu tarafından nefret edilen insanıyla bir barış görüşmesi yapıyoruz. Ve toplum çözüm olacak umuduyla bunu bile kabullenmiş. Sen böyle hassas bir dönemde barış zamanında söylenecek şeyleri ifade etmeli. Bazı kararları zamana yaymak lazım. Bu toplum daha Kürtlüğü hazmetmeye çalışıyor. Eğer bu konular bir çalıştayla halledilecekse, neden bunca yıl çatışma oldu, neden 50 bin insan öldü? Eğer AK Parti, CHP gibi MHP gibi olsaydı sen bugün bunu tartışma imkânı bulabilir miydin? Sen eğer 3. kişileri, 3. kurumları, senin dışında hayatı dikkate almazsan, onların seni anlamasına yardımcı olmazsan, sen sadece sorun çıkarıcı tarafta olursun. Bunu istemesen de.
Şu anda yüzlerce doğru tek bir yanlışa hapsedildi. O anlamda demokratik özerklik, ayrı dilin hayata geçmesi gibi tartışmalar zamanlaması, içeriği ve uslubuyla yanlış anlamalara neden olmamalı. Bu açıklamalar belki bir tarafın ruhunu okşayabilir ama diğer tarafın da ruhunu düşünmek zorundasın. Diğer taraftan şu da var. Bu ülkede sadece Kürtler yaşamıyor. 12 milyon Kürt varsa, 60 milyon Kürt olmayan var. Üstelik Kürtlerin içinde farklı inançları, farklı siyasal kültürleri olan, farklı siyasal görüşleri, farklı hayat tarzları olanlar var. Yani heterojen bir Kürt toplumundan bahsediyoruz. Ve sadece Güneydoğu Anadolu'da yaşamıyorlar. Kürtler adına konuşanlar, siyaset yaptığını söyleyenler bunlara da dikkat etmek zorunda.
Ben bu girişimleri biraz da seçimlere yönelik manevra olarak algılıyorum. Öcalan bile demokratik özerklik için iki yıl “tartışılsın” demişken, birden bire demokratik özerkliğin çerçevesi çizilmiş gibi kamuoyuna yansıtılması yanlış olmuştur.
Bir taraftan seçime gidiliyor, diğer taraftan bir eylemsizlik var ve barış yolunda ilerliyoruz. Kürt siyasetinin bu tabloyu doğru okunduğundan emin değilim. Bakın şöyle bir şey söyleyeyim. Anlatacağım bu durum, sadece bizde değil, bütün Ortadoğu haklarında var sanırım. O da kısmi demokratik ortamların zaaf olarak algılamaları. Siyasiler sanki, içinde olduğumuz süreci devlet açısından bir zaaf olarak algılıyorlar. Ve barış dili yerine çatışmayı çağrıştıran dili kullanmayı tercih ediyorlar. Dünyanın tam tersine bizde, demokratikleşmenin olduğu dönemde garip karanlık eylemler daha çok oluyor.
Bir durum tesbiti. Ama yapılması gereken bu kısmi demokratikleşmeyi derinleştirmek ve buna katkı sunmaktır. Bu süreci sabote etmek değil. Bakın Genelkurmay üç general görevden alınırken, Balyoz Davası başlarken sessizken, dil tartışmasına açıklama yaparak cevap verdi. O yüzden iki dilli hayata geçiyorum tarzı açıklamalar, demokratik özerklik adı altında ayrı bayrak, sembol gibi söylemler içinde bulunulan kırılgan barış sürecine katkı sunmaz. Bu süreçte Kürtlerin yapması gereken düşmanlarının değil dostlarının sayısını arttırmaktır.
Olumsuz etkiledi tabiî ki. İçinde bulunduğumuz eylemsizlik süreci kırılgan bir zemin üzerinde gidiyor. Bu süreçte herkesin sorumlu ve ihtiyatlı davranması gerekiyor. Herkesin “barışın sürmesi için ne yapabilirim” sorunu kendisine sorması gerekiyor. Son tartışmalar talep açısından haklı bile olsa zamanlaması ve kullanılan uslup açısından sorunludur. Bir talepte haklı bile olsanız bunu ancak uzlaşma ve diyalog içinde gerçekleştirmeniz gereklidir. Tek tarafı olarak, yaptım oldu ya da bundan sonra böyle olacak tarzı barışa katkı sunmaz.
Israrla ifade ediyorum. Kürtçenin kullanılması konusunda, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konusunda talepler haklı bile olsa, ki hakli taleplerdir, zamanlaması ve kullanılan uslup şu anda içerikten daha önemli. Şu anda yansıtılanlar eylemsizlik sürecine ve barışa katkı sağlamaktan ne yazık ki uzaktır.
Yapılması gereken ilk şey daha sağlıklı iletişim kanalları kurmaktır. Siyasetin alanını genişletmektir. Bunun için barış dili inşa edilmelidir. Unutmayın tek bir doğru yoktur. Doğruyu ancak karşılıklı konuşarak, birlikte üreterek ortaya çıkarabilir ve savunabilirsiniz. Kırılgan bir süreçteyiz ve herkesin bu süreçte sorumluluk alması gerekiyor. Kürt siyasiler de öyle. Unutmayın barış, tek doğrunun değil, bir çok doğrunun toplamıyla sağlanabilir.
Kırılgan bir süreçteyiz ama ben geri dönüşün olmadığı bir yolda olduğumuza inanıyorum. Şuna inanıyorum, 2011 yılının bitişine doğru biz silahların ebediyen sustuğu bir döneme gireceğimiz konusunda umutluyum.
Ben tam tersine seçim sürecinde hükümetin adımlar atacağına inanıyorum.
Başta terörle mücadele ile ilgili yasal düzenlemeler konusunda ciddi adımlar atılacağına inanıyorum. İkinci olarak Kürtçenin öğrenimi ile ilgili somut adımlar atılacağına inanıyorum. Başbakan'ın çözüm konusunda seçim sürprizleri olduğuna inanıyorum.
Sıkıntılı günler geçirdim ama çok da önemli değil. Bu bilgileri elde eden yazar, bunlarda önemli bir haber gördü, gazetecilik şehvetine kapıldı beklide. Sonradan kendisi de yanlış olduğunu kabul etti. Benim hakkımda her şey söyleyebilir ama benim nüfus kütüğümü yayınlaması yanlıştır.
Yanlış. Neredeyse hepsi gerçekdışı. İstibarat kaynaklı muhtemelen ama yanlış bilgiler. Beni Ergenekon'a yakın bir site de deşifre etmeye kalktı.
Barışı istemedikleri için sanırım.
Benim olmadı ancak vermek istediler. Kabul etmedim. Benim koruma almam doğru değil.
Barışı savunan birinin kendini silahla koruması doğru olmadığına inandığım için. Bunu aynı zamanda bir ilke meselesi olarak da görüyorum. Şaşırdılar. Ben her koşulda barış diyorum. Beni öldürebilirler de. Ama barış fikrini öldüremezler.
Uzaktan izliyorum.
Hayır. Şu anda böyle bir şeye ihtiyaç hissedilmemektedir.
Hayır, ama iyi bir şey yaptığıma inanıyorum. 15 yıldır taviz vermedim, bana getirisi olmamasına rağmen iyi şey yaptığıma inandığım için bunu sürdürme kararlılığı yüreğimde oldu. Bundan pişman da değilim tam tersi hoşnudum da. Benim ne yaşadığımı bilmeden yapılan yorumların haksızlık olduğunu düşünüyorum. Birisini şahsen tanımıyorsan onu, söylediklerden, yazdıklarından tanırsın. Ben sadece barış dedim.
Ben kendimle ilgili şeyleri paylaşmayı sevmem. Ama ben 1993'te insanlar öldürürken, “1992 Newroz” kitabını yazdım. 1992'de neler olduğunu açıkça yazdım. Benimde kendime göre bir anlayışım var
Evet.
Evet, devletin bir sürü eksiklikleri var ama izliyorlar, araştırıyorlar. Beni de oradan buldular sanırım. 1970'ten bu yana olan geçmişimi çıkardılar önüme. Yaşar Kemal'in başkanlığında Kürtlerle ilk demokrasi kurultayını organize ettim. Halkın Emek Partisi'nde bulundum. PKK'yla da, Kürt legal siyasetiyle de konuşabilme kabiliyetim vardı. Kürt aydınlarla devleti bir araya getirdim. Ama o diyalog süreci yürümedi. Bir kitap yazım. Ama ben kişiliğim dolayı hiç ön plana çıkmadım. Önemli olan bence bu ülke için iyi bir şey yapmaktı. Ben yaptığıma inandım hep. Sanırım bu yüzden beni seçmişler.
Devlet arşivlerinde benim bir geçmişimde var. PKK tarafından vurulmuşum, devlette beni vurmak istemiş. 1978'de insanların beşer onar vurulduğu günlerde ben bir bildiri yayınlamışım. Mesela 1995 yılında “Bir Günlük Barış” diye ben gazetelere ilan vermiştim kendi adımla, rahat durmamışım yani. Ama hep geri planda kalmayı seçtim.
Öcalan'ın Suriye'den çıkarken uçakta söylediği “devletleşmeye gidiyoruz” sözü ve ekonomik kriz, AK Parti'ye karşı iktidar kavgası, Irak Savaşı, medyanın olumsuz pozisyonu v.s. Aslında o günleri anlatan çok değerli bir kitap var; “Muhatapsız Barış, Muhatapsız Savaş”. Hazine değerinde bir kitap, o günleri anlamak için.
Devlete küstük. Küsmekte de haklıydık. Bu kadar söyleyeyim.
Aslında iki süreç birbiri ile çakıştı. Bir tarafta PKK eylemsizliğini sona erdirdi, aynı günlerde Türkiye'nin geleceği için çok önemli olan referandum süreci başladı. PKK'nın eylemsizliği sona erdirmesi ile yeniden kanlı bir süreç başladı. Ve bu referandum sürecinde şiddet, başka faktörlerin de devreye girmesi ile tırmanabilirdi. Öyle bir acılı bir döneme girmeseydi o küslüğümüzde devam ederdi. Ben çok isteyerek bu ateşkes sürecine girmedim. Böyle bir süreçte bizim müdahil olma imkanımız oldu. Ama gönüllü başlamadım ama şimdi huzurluyum. .
Medya üzerinden ve şeffaf. Düşüncemizi siyasilere medya üzerinden aktardık. Şeffaf yaptık çünkü, ilerde dedin, demedin tartışmalarına girmemek için. Sürecin açık olmaması toplum tarafından paylaşılmaması anlamına gelir. Siyaseti açıkta yaptık. Devlette bunu üstlendi ve barışa hep beraber adım atıldı. Ve bugün insanlar ölmüyor ve öldürmüyor bundan daha değerli bir şey olabilir mi? Tüm sorunların çaresi var ama yaşama hakkının yani ölümün geri dönüşü yok
Çok ciddi bir dönüşüm var. Devlet güzelleşiyor. Buna inanmak lazım. Bunun için çok önemsiyorum ben. Maraş'ta geçtiğimiz hafta yaşananları gördünüz. Eğer devlet dönüşmemiş olsa idi, yeniden darbe yapabilir bir ortam yaratabilirdi. Ortam uygun; birileri iki dil demiş, özerklik demiş, devlet kuruyoruz demiş. Ama olmadı. Ben buna üzülüyorum. Aydınların bunu okuyamamasına üzülüyorum.
PKK'da barışa doğru bir dönüşüm var. PKK şiddeti tırmandırabileceği en üst seviyedeyken onu durduruyor. Bence bu imkân kullanılmalı.
Beklentiler yüksek olduğu için yaşananlar bazı kesimleri tatmin etmiyor olabilir ama ben değişim olduğuna inanıyorum. Birda şuna inanıyorum, CHP'nin Türkiye'nin temel meselelerine bakışındaki "soğuk duvarlar"ın yıkıldığına inanıyorum. Kürt meselesine, türban konusuna, din meselesine bakışta artık CHP'nin soğuk duvarları yok. Soğuk duvarlarla örülmemiş CHP, hem AK Parti'ye alternatif olur hem de temel sorunların çözümünde demokratik bir ortak olur. Kılıçdaroğlu'nun başında olduğu CHP, Türkiye için bir şanstır.
Benim baktığım yerden, konuşmasındaki detaylar önemini yitiriyor. Bir yıl önce CHP denince aklımıza, askere davetiye çıkaran, her sorunu güvenlik boyutundan gören bir parti geliyordu. Bu açıdan bakınca ben CHP'ye şans verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Evet, umudumuzu kaybetmeyelim. Siyasi partiler birbirini eleştirir ama bizim gibilerin toleranslı olmaları lazım.