Son kitabı İstanbul Hatırası ile Ahmet Ümit yeniden karşımızda. Cinayetlerin cirit attığı romanında, İstanbul'un tarihini kendi penceresinden anlatan yazar, İstanbul Hatırası'nı şehre hediye ediyor: “Bu kitap İstanbul'a benden bir hatıra olsun”
2000 yılından bu yana aklımdaydı böyle bir roman yazmak. O zaman Patasana'yı yazıyordum. Hititlerle ilgili bir kitaptı ve Gaziantep yöresini anlatıyordu. O roman bitince İstanbul'la ilgili bir şeyler yazmalıyım dedim. Bir tür diyet borcu, bedel ödeme, şükran, teşekkür. Denizinde yüzdüm, ekmeğini yedim, suyunu içtim. Bu şehir kaynaklı büyük mutluluklar yaşadım, umarım büyük acılar vermez. Şehre minnet borcum vardı ve bu kitap o borcu ödemek için yazıldı.
10 yıllık süreç boyunca arada bir sürü roman yazdım. Fakat hep kafamın gerisinde bu vardı. Sürekli İstanbul kitapları topluyordum. Tarihi yarımadaya geldiğimde notlar alıyordum, geziyordum. Bab-ı Esrar biterken -bundan iki yıl önce yani- kitap kafamda oluştu ve yazmaya başladım. Bu arada İstanbul üzerine yoğun okumalar yaptım ve bir yöntem belirledim. Kitaba baktığınızda yedi önemli olay görürsünüz. Kral Byzas - Byzantion dönemi, bu şehrin Konstantin tarafından Roma'nın başkenti olması, 2. Theodosius döneminde- kara surları, Ayasofya'nın yapılması- Jüstinyen, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u alması, Kanuni Sultan Süleyman'la beraber Süleymaniye'nin yapılması yani Mimar Sinan dönemi ve Cumhuriyet. Aslında yedi tane üniversite tezi yazdım.
Yedi dönemi bulunca kurguyu yapmaya başladım. Bugünden oraya nasıl giderim derken sikkeleri buldum. Kitabın kahramanı Komiser Nevzat sikkeleri araştırırken tarihe geri dönme şansını yakaladık. Ama tabi sadece tarih ve cinayet anlatmadım. Buna bir de insan ruhu ekledim. Bir aşk hikayesi var kitapta. Bunların hepsini harmanlayarak romanımı oluşturdum.
Yoğun bir bilimsel süreçti. Yoruldum ama çok şey öğrendim. Yazarken evdeki yemek masasını kullandım. Üzerinde kapağı açık en az 30 kitap vardı. Beni en çok zorlayan konu bütün önemli bilgileri roman formatında anlatmak oldu. Eğer direkt bilimsel ya da tarihi bilgiler olarak verseydim sakil kalacaktı. O nedenle karakterlerimi buna göre oluşturdum. Leyla Barkın'ı Topkapı Sarayı müze müdürü, Nevzat'ın annesini tarih öğretmeni yaptım. Böylece diyaloglar doğallaşmaya başladı.
Genelde araştırma sürecinde buralardaydım. Yarımadayı gezme sürecinde eşim yanımdaydı. Elimizde kameramız, fotoğraf makinemiz ve ses kayıt cihazımızla dolaştık. Ömrümüzün iki yılı burada geçti. Yazım süreci ise evde geçti. Sabah kahvaltı yaptıktan sonra yazı masasının başına geçtim ya da ofiste yazdım. Roman ilerleyince gecem gündüzüm birbirine karıştı tabi. Yazma süreci de biraz gergin geçti.
İstanbul Hatırası, İstanbul'da yaşayanların kendi canlarını İstanbul'a hatıra etmeleri, yadigar bırakmalarıdır. Bu kitabı, İstanbul'a benden bir hatıra olsun diye yazdım. Ahmet Ümit'in İstanbul'a hatırası ve vefa borcu.
Tabii şehri tahrip etmeye yönelik gelişen güncel olaylara da yer verdim. İstanbul aslında bize benziyor. Biz kendimize nasıl haksızlık ediyor, kötü davranıyorsak hem ruhumuzu hem de bedenimizi hırpalıyorsak aynı şeyi şehrimize de yapıyoruz. Bu anlamda İstanbul'dan yola çıkarak, İstanbul'a yansıyan insan ruhunu anlatmaya çalıştım. Şu anda Fatih ve Süleymaniye Camii halâ restorasyonda. Bu nasıl kültür başkenti? Ayasofya beş yılda yapılmıştı, restorasyonu 12 yılda bitmedi. Bütün bunlar benim çığlığım. İstanbul'un kendi sesi yok ki, acısını dile getirsin.
Bence yeryüzündeki en güzel şehir İstanbul. Sadece doğal güzelliklerden bahsetmiyorum. Aynı zamanda derin bir tarihe de sahip. Üzerinde iki büyük imparatorluk yaşamış. Büyük bir hazine barındırıyor. Ama biz üzerine yaşayan insanlar bu hazinenin farkında değiliz. Son derece barbarca bir yaklaşımımız var şehre ve tarihine karşı.
Kitapta anlattığım karakterlerin hepsi yaşayan karakterler. Mesela Nevzat, Atıf Yılmaz'ın Ah Güzel İstanbul filmindeki Haşmet İbriktaroğlu ve Şener Şen'in Muhsin Bey karakterinden esinlenerek yazılmıştır. Onlardan yola çıkarak bir polis karakteri oluşturdum.
Yok öyle bir düşüncem olmadı. Ben defalarca Çarşamba'ya gittim. Girdiğinizde dini bir cemaatle karşılaşıyorsunuz. Bunu yadırgayabilirsiniz ancak bu yaşam tarzına saygı göstermeniz lazım. Kitapta Nevzat ben onlara saygı göstereyim ama onlar da bana saygılı davransın diyor. Ömer'in Afganistan'a gitmesini de anlattım. Orada da Kuran'dan surelere başvurdum. İslamiyet teslimiyet ve barış dinidir. Cihat dediğimiz şey başkalarına dini zorla kabul ettirmek değil, tam tersine kendi nefsimizdeki bencilliği yenmektir. Bu yüzden de böyle yorumladım.
Tek bir karakterde yokum. Ama kitapta benim yaşamıma en yakın olan Namık Karaman'dır. Eski solcu, artık daha demokratik düşüncelere sahip biri. Ama ben birebir görüşlerimi katmam romana. Mutlaka arada farklılıklar vardır. En doğrusu şudur: Bu Ahmet Ümit'in içindeki, gözündeki İstanbul'dur. İstanbul'dan bana yansıyanların bir roman olarak ortaya çıkmış halidir.
Bu topraklardaki tarihsel zenginliklerin bir halkası aslında bu kitap. Enteresan bir iş oldu. Dinamik, canlı, içerisinde çok özel bilgilerin olduğu bir kitap. Aynı zamanda şiirsel de bir yönü var. Kitaplarımı bir zincir olarak düşünürsek bundan sonra yaşar ve yazmaya devam edersem yeni halkayı da ekleyeceğim bu zincire. Bakın son halkası demiyorum.
Çok enteresan bilgilere rastladım, evet. Mesela Ayasofya bir mabet olduğu kadar, aşka adanmış bir yapı. Ayasofya'daki sütunların üzerinde Jüstinyen'le Teodora'nın isimlerini baş harfleri vardır. Bunu ilk kez araştırmalarım esnasında öğrendim. Sonra Roma imparatorlarıyla Osmanlı padişahlarının benzer yönlerini gördüm. Fatih'le Konstantin'in benzerlikleri mesela. İkisi de bu şehir için çok çalışmıştır ve ikisinin de mezarı Fatih Camii avlusunda Havarium Kilisesi'ndedir. Jüstinyen'le Kanuni de birbirine benzer. İkisinin de hayatını etkileyen iki kadın vardır: Hürrem Sultan ve Teodora. İkisi de şehre en büyük tapınakları yaptırmıştır. Birisi Süleymaniye, diğeri Ayasofya. Öğrendiğim en özel bilgi ise Cervantes'in Kılıç Ali Paşa Camii'nde amele olarak çalıştığı oldu.
Eski İstanbul'u da çok bilmiyoruz. Belki o dönemde de kitapta da belirttiğim gibi kimsenin umurunda değildi şehir. Cumhuriyet döneminde tarihi yarımadada yapılan anıt bina anlamında Adliye ve Fen Fakültesi var, bir de yabancı birinin yaptırdığı Sarayburnu'ndaki Atatürk heykeli. Eski eserlere sahip çıkmadığımız gibi yeni eserler de kurmamışız. Şimdi son dönemlerde bir bilinç gelişmeye başladı. 2010 Avrupa Kültür Başkenti oldu bu şehir. Ama İstanbul'un buna ihtiyacı yok ki. İstanbul her zaman dünya kültür başkentidir. Başka hiçbir kent bu unvanı İstanbul kadar hak etmez.
Bence Sait Faik çok önemli İstanbul yazarlarından biridir. Ahmet Hamdi Tanpınar ve hiç tartışmasız İstanbul şairi Yahya Kemal Beyatlı. Bu romana ruhunu vermek için tüm bu yazarları tekrar tekrar okudum. Üç İstanbul, Bir Gün Tek Başına, Huzur, Nazım Hikmet'in İstanbul'u anlattığı şiirlerini okudum. Haldun Hürel, Murat Belge, İlber Ortaylı'dan da yararlandım. Çok çeşitli kaynaklardan bilgi topladım yani. Bütün bunların bir harmanlamasıdır kitabım.
Evet, hatta çalışmalarına bile başladım. Osmanlı saraylarında geçen bir polisiye roman olacak bu. Şimdi okumalarını yapıyorum. Umarım ortaya çıktığında içime sinen bir iş olur.