Aşk-ı Memnu'dan kaç kaçabilirsen

Gülden Tümer
00:0015/01/2011, Cumartesi
G: 14/01/2011, Cuma
Yeni Şafak
Aşk-ı Memnu'dan kaç kaçabilirsen
Aşk-ı Memnu'dan kaç kaçabilirsen

Bir rolün üzerine yapışması oyuncuyu köreltir derler. Ama 'bir rol bana yapışırsa biterim' diye o rol ve benzerlerinden ölesiye kaçmak da tuhaf geliyor insana. Aşk-ı Memnu oyuncularının seçimleri mesela. Şatafatlı yaşamın sürüp gittiği dizide, eksik olan bir şeyler vardı, karakterler biraz safçaydı diyelim. Haliyle esprilere konu oluyordu. Özellikle sanal alemde. Oyuncular yaptığı işe sahip çıkıyordu tabi. Ama dizi bitince işler değişti. Her oyuncu o dizideki rollerinden olabildiğince kaçma yolunu tercih etti. Önce Beren Saat, Fatmagül oldu; küçük hayalleri, küçük dünyası olan bir karakter. Kıvanç Tatlıtuğ, Ezel'de bir psikopata dönüştü. Şimdi de Hazal Kaya. Bir kapıcının kızını canlandıracak. Her ne kadar yükselmek, sivrilmek hayalinde olsa da en azından bir süre fakir hayatı sürecek. Nebahat Çehre'nin durumu ise onlardan farklı. O fark da tecrübesinden kaynaklanıyor herhalde. Firdevs Hanım'dan uzaklaşma gayretine düşmemiş hiç. Muhteşem Yüzyıl'da yine mağrur, yine zengin, yine güçlü…

Stanford deneyinden yola çıkılarak yapılan Alman filmi Deney yeniden gündemde. 1971 yılında Stanford'ta yapılan deneyde, bir gruba mahkum bir gruba gardiyan rolü verilip denekler özel olarak hazırlanmış hapishaneye konulmuştu. Denetleme kurullarının oluşturulmadığı zamanlarda yapılabilecek türden bir çalışma bu. Deneklerin üzerinde yaratılacak etki göz önünde tutulmamış hiç. Kısa sürede rollerini fazlasıyla benimsemeleri nedeniyle 15 gün sürmesi planlanan deney 6. günün sonunda yarıda bırakılmıştı. Filmde de otoriteyi, bir deney için dahi olsa ele geçirenlerin nasıl canavarlaştığı konu ediliyor. Hollywood'unkini henüz seyretmedim ama çok etkileyici bulanların aksine Alman versiyonunu pek sevmemiştim. Zira olay zaten gerçek ve çok çarpıcı. Ama filmde eksikler ve boşluklar var. Deney, gerçek olan (ölümler hariç) ve gerçekliği son derece sarsıcı olan bir hikayeyi iyi aktaramamış bir yapımdı.

Abbas Kiarostami'nin son filmi Aslı Gibidir de vizyondaki sıra dışı filmlerden biri. Kadın erkek ilişkilerini, zamanla artan sıkılmaları işleyen bir film diye gittim ve fakat yer yer ben de bunaldım. Birbirini hiç tanımayan bir kadın ve bir erkeğin bir araya gelmesi genellikle yeni bir aşka vesile olur. Her iki birey de yenilenir. Esas oğlan ya da kadın geçmiş aşkların endişelerini duymaz hiç. Sanki ilk defa aşık oluyorlarmış ve bu aşkta her şey yolunda gidecekmiş gibi bir duygu hakim olur filme ve dolayısıyla izleyiciye. Yok aşk değil ilişkilerdeki çıkmazlar anlatılacaksa da bu defa yıllanmış bir çift seçilir. Kiarostami ise farklı bir yol denemiş; birbirini hiç tanımayan bir kadın ve bir erkeği buluşturmuş. Ve onlar aracılığıyla anlatmış ilişkilerin taraflara ağır gelen yanlarını. Bu fikri çok beğendim. Toscana sokakları da çok güzel. Rolüyle Cannes'da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Juliette Binoche harika. Ama böylesi farklı bir kurguda daha başka farklılıklar da bekliyor insan. Ya da konuşulan meselelerde daha derinlikli tespitler. Pek bulamadım.