'Russia in Global Affairs' dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Fyodor Lukyanov, Rusya Başbakanı Vladimir Putin'in Ankara ziyareti öncesi Cihan Haber Ajansı'na Türkiye'deki değişimi ve bunun Rusya- Türkiye ilişkilerine yansımalarını değerlendirdi.
Son dönemde ikili ilişkilerde büyük dönüşümler gerçekleştiğini kaydeden uzman, Türkiye'nin dünya politikalarında artık etkin olmaya başladığını, Rusya'nın da gelişen Türkiye'nin farkında olduğunu söyledi. Lukyanov'a göre Moskova, bağımsız dış politikalar üretmeye başlayan Türkiye ile uzun vadeli stratejik ortak olmak istiyor. Rus gazeteciye göre, Başbakan Vladimir Putin'in 9 Ağustos 1999'da başbakanlık koltuğuna ilk kez oturduğu günün, onuncu yıl dönümünde Ankara'ya gitmesinin özel bir anlamı var. Rus uzman, İslami olarak tanımlanan bir partinin demokratikleşmenin öncüsü olmasını, cumhuriyetçi olarak nitelenen odakların da otoriter meyilli olmalarını anlayamıyor.
Türkiye'nin artan gücü ile birlikte Rusya ile ilişkilerin de geliştiği ortada. Güney Kafkasya'da geçen yıl yaşanan olaylar Ankara'nın önemini bir kez daha ortaya koydu. Türkiye çok başarılı bir strateji geliştirdi. Hem mesafeli durdu, hem de müdahil oldu. Bölgenin istikrarı için Kafkas İşbirliği ve İstikrar Platformu'nu önerdi. Ankara taraf olmadan, bölgede istikrar istediğini ortaya koydu. Enerji kaynaklarının ulaşımında Türkiye kavşak ülke olma yolunda ilerliyor. Rusya, Türkiye'nin siyasi ve ekonomik alanda artan gücünün farkında. Moskova, Ankara'yı uzun vadeli stratejik ortak olarak görmek istiyor.
Soğuk Savaş yıllarındaki ideolojik cepheleşme ve blok siyaseti çoktan sona erdi. Şimdi çok farklı bir durum var. Eskiden olduğu gibi eski Sovyet coğrafyasında blok hareket imkanı yok. Bu ABD için de böyle. Müttefikleri ile her konuda mutabık olamayabiliyor. Büyük ülkeler diğer ülkelerle ortaklık yapmaya çalışıyor. İlişkilerinin çeşitlendirilmesi gerektiğini herkes biliyor.
Türkiye'deki değişimi rahatlıkla görebiliyoruz. 90'lı yıllarda Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Ankara'nın Türkçe konuşan topluluklara yönelik politikaları Moskova'da endişe ile karşılandı. Ancak bu politika kısa sürede terk edildi. Şu an yürütülen politikalar gerçekçi. Türkiye'nin Orta Asya ve Orta Doğu'da bağımsız oyuncuya dönüşme politikalarının meyve vermeye başladığı kanaatindeyim. Rusya başta olmak üzere, İran, Suriye ve Ortadoğu ülkeleri bunu iyi değerlendiriyor.
Rusya'da büyük değişimler gerçekleştirdi. Rusya Başbakanı Vladimir Putin'in 9 Ağustos 1999'da başbakanlık koltuğuna oturduğunda değişim başlamıştı. Rusya Başbakanı içerde siyasi istikrarı sağladı. Ekonomik güç yeniden kazanıldı. Dış politikada daha etkin bir siyaset izlenmeye başlandı. Putin enerji kartını dış politikada iyi kullandı. Burada olumsuz sonuçlar da oldu. Rusya'nın hızla eski gücüne kavuşması, Batı'nın Moskova'yı dışlamasına neden oldu. Bu güce karşılık bulma çabasına girildi. Rusya mevcut gücüyle, müttefiklerini artırmak zorunda. Bu adımlar da atılıyor. Moskova bağımsız dış politika adımları atabilen Türkiye'ye bunun için önem veriyor.
Enerji sevk yollarındaki rekabet giderek artıyor. Ekonomi ve politika birlikte ilerliyor. Jeopolitik rekabet ortada. Enerji projelerinin ekonomik olması sorgulanmaya başladığı zaman, daha fazla siyasi olmaya başlıyor. Hem Güney Akım, hem de Nabucco'nun sorunları var. Bulgaristan'da gerçekleşen hükümet değişikliği Rusya'yı zor durumda bıraktı. ABD ve Avrupa Birliği'nin Güney Akım'a destek verme gibi bir niyetleri yok. Nabucco'nun doğalgaz tedariki konusu henüz netleşmedi. Burada sürdürülen mücadelenin merkezinde Türkiye var. Türkiye'nin olaya ekonomik bakması ise en doğru olanı. Ankara enerji kavşağında bulunması nedeni ile AB ilişkilerinde şansı artıyor. Ancak ben Brüksel'in Türkiye'ye ekonomik olarak 'evet', siyasi olarak da 'hayır' demeye devam edeceğini düşünüyorum.
Rusya ise Türkiye'nin bölgede bağımsız bir merkez halinde kalmasından yana. Hatta bence Putin Türkiye'de buna vurgu yapacak: "Biz, Türkiye'nin bağımsız karar alma hakkına saygı duyuyoruz, ancak bu karar çıkarları doğrultusunda olmalı. AB ile ilgili ileride gerçekleşmesi mümkün olmayan siyasi oyunlara gelmemeli."
Bence Mavi Akım-2'nin gerçekleşme olasılığı çok yüksek. Mavi Akım-1 var. Var olan projeyi geliştirmek yeni projeyi yapmaktan her zaman daha kolay. Yeni projeler için tüketim garantisini iyi değerlendirmek gerekiyor. Enerji çevrelerinin farklı varsayımları var. Taleplerin hızla artacağı, ya da düşmeye devam edeceği yönünde öngörüler iki ayrı uçta. Talepteki hızlı değişim karar alma süreçlerini de siyasi olmaya zorluyor. Mesela 1990 yıllarda Bakü-Tiflis- Ceyhan projesi ticari amaç güden şirketlerin ilgisini çekmiyordu. Ancak ABD projenin karar aşamasında çok etkin oldu. Ve şu an baktığımızda siyasi olarak, o zamanki ABD'nin tutumunun başarılı bir karar olduğunu görüyoruz.
Bence anlaşma sağlanamazsa iki ülke ilişkilerinin olumsuz etkileneceğini düşünmüyorum. Teknik açıdan değil de siyasi olarak baktığımızda, Rusya karşılıklı çıkarları göz önünde bulundurarak projenin gerçekleşmesi için maksimum derecede çalışmalı. Bu sadece Rusya'nın nükleerde dünyada söz sahibi olabilmesi için değil, aynı zamanda iki ülke ilişkileri açısından büyük potansiyel içeriyor.
Örneğin, Buşehr Nükleer Santral'inin inşaatı Rusya ve İran ilişkilerinin çekirdeği niteliğinde. Bir çoğu bunu beğenmeyebilir, ancak istikrarın bir parçası olarak bu çok önemli. Bence Putin projenin gerçekleşmesi için yoğun çaba sarf edecek. Enerji tüketimine sağlayacağı destek açısından proje Türkiye için çok önemli. Bu aşamada uzlaşı sağlanması için Ankara da gayret göstermeli. Bu bölge için de önemli bir adım olabilir. Projenin uygulamaya konuşması durumunda, Ankara'nın bölgeye enerji ihraç eden bir ülke konumuna gelebileceğini düşünüyorum.
Ben Türkiye'nin tamamen yeni şartlar altında, yeni bir kimlik arayışı süreci içinde bulunduğunu düşünüyorum. Mevcut yapı Türkiye'de biraz da dış parametrelerin etkisi ile oluşturuldu. Dışarıdan baktığımızda ilginç bir tablo görüyoruz. İslami olarak tanımladığımız bir parti Türkiye'nin demokratik dönüşümünde öncülük rolüne soyunurken, Cumhuriyetçi bir parti otoriter sürecin devamından yana bir pozisyona konuşlanıyor. Bu ilginç bir çelişki. Halbuki batı kültüründe laiklik ve demokrasi birlikte yaşayabilirken, Türkiye'de buna direnç olduğunu görüyoruz. Laik olduğunu kaydeden çevreler, demokratikleşmeyi sınırlandırmaya çalışıyor.
Türkiye'nin dünyadaki değişime adapte olacağına inanıyorum. AB üyeliği gerçekçi olsa idi, bu daha hızlı bir şekilde başarılabilirdi. Doğu Avrupa ülkeleri bu süreci daha sancısız bir şekilde gerçekleştirdi. Tabi Avrupa Müslüman ve dev nüfuslu bir ülkenin tam üye olmasından korkuyor. Avrupa'da da bu konuda çelişki var. Demokrasi kavramının, dinle sorunu Avrupa'da çoktan aşılmıştı. Türkiye, farklı siyasi görüşlerin bulunduğu bağımsız bir ülke. Yol ayrımında bulunuyor. Bu farklılıklar avantaja da, engellere de dönüşebilir.
Rusya'nın bilinci Batı merkezli. Batılı demiyorum, Batı merkezli. Biz Batı'nın yanlışlarını görebiliriz, eleştiririz, öfkelenebiliriz, ancak yüzümüz hep Batı'ya dönük. Türkiye ile ilgili ciddi anlamda bilgi eksikliğimiz var. Tarihte yaşadığımız olumsuz olayları iyi biliyoruz. Geçmişe ait, asırlarca süren ilişkiler günümüzün gerçeklerini gölgeliyor. Önümüzde önemli hedefimiz var; Rusya Türkiye ile ilgili bilgisini çoğaltmalı. Türkiye de Rusya'yı artık daha iyi anlamalı.
Bence ikili ilişkilerde sevgi, kardeşlik ve dostluk tanımlarını bir kenara bırakmak gerekiyor. Bunları yöneticiler dillendirebilir. Ne kadar az duygu olursa o kadar başarı olur. İki ülkenin ulusal önceliklerini tanımlama da sorunları var. Entelektüel alanda diyalog oluşturulması gerekiyor. Bu resmi olanın dışında geliştirilmeli. Türk ve Rus aydınları ile yılda bir ya da iki kez bir araya gelerek birbirini anlamaya çalışmalı. Bunun tüm Avrasya coğrafyası için önemli olacağını düşünüyorum.