“İlk başta yapılan negatif, aşırı söylemlerin zaman içerisinde ortadan kaybolduğunu veya daha ılımanlaştığını gördüm. Demek ki buna bir faydam dokunmuş. Köklerim konusunda kötü yazılar yazan kişileri değiştirdim” diyen Hayko Cepkin:
Klasik müzik dinleyicisiydim. Standart bir dinleyici olarak hayatıma devam ediyordum.
The Crow filmini izledim ve çok beğendim. Onun saundtrack albümünü aldım. Kısa bir süre sonra rock müziğe olan ilgim arttı.
Bütün albümlerimde başı ve sonu olan hikayeler kurguluyorum. Konusunun olmasına çok dikkat ediyorum. Bir de hikayenin anlatım dili olması gerekiyor.
İnsanları yargılıyorum. Kişiye yönelik söylemlerim var. Uyanması, dolu düşünmesi, çalışması, ısrar etmesi konularına değiniyorum. Bunları bazen çok sert bir dille söylüyorum bazen ise naif bir dille.
Kendinize çok kızdığınız ya da çevrenize öfkelendiğiniz zamanlar olabilir. Ben bunu bağırarak ifade ediyorum. Doğru şarkıyı yapmaktan ziyade doğru duyguyu vurgulamak istiyorum.
Tutmayacağını hiç düşünmedim.
Biliyordum. Çünkü on beş sene piyasada klavye çaldım. Festival kültürü Türkiye'de yavaş yavaş çoğalmaya başladı. Festivale gelenlerin sayısı arttı. Rock müzik takibi çok olan bir müzik türü. Albümü şarkı sözlerim olgunlaşınca çıkardım. Ama bunu doğru anlatmam gerekiyordu.
Sabırla. Çıktığım her programda ve konuştuğum her insanla doğru şekilde anlatarak yaptım. İlk albümün adı bu nedenle 'Sakin Olmam Lazım'dı. “Türkiye için yeni bir şeye adım atıyorum. Bir çok negatif şeyle karşılaşabilirim” dedim.
Tabii. Yargılar gözle bakanlar oldu. Benim yaptığım tarz hep İngilizceydi. Türkçesini insanlar yeni duymaya başlamıştı. İçine türkü formalarını, arabesk tınılarını yerleştirdim. Karma karışık bir müzik yapıp insanların onları hemen benimsemesini bekleyemezdim. İlk zamanlar konser seyircim sadece beş kişiydi.
Böyle bir çirkinliği istemedim.
Evet ama birebir söylemek gibi bir niyetim yok. 'Doymadınız' ve 'Balık Olsaydım'da da sağlam göndermeler vardır. Teşbihli kullanmayı daha çok tercih ediyorum.
Hep böyleydim. Değişik şekillere bürünüp dolaştığım zaman insanlarda nasıl bir his bıraktığımı iyi biliyorum. Ortamın içine girdiğimde 'Bu çocuk galiba deli' diyorlar. Oluşturduğunuz vitrinle, insanlarla doğru iletişim kurarak önyargıyı yıkabilmeniz önemli.
Onun için yapmıyorum. Çünkü ben çocukluğumdan beri böyleydim. Mahalledeki tek uzun kırmızı saçlı adam bendim.
Beş senedir bu proje devam ediyor. Devam ediyorsa başarılı olmuşum demektir. Benim gibi adamlar hep vardı ama yeraltındaydı. Ben de bunu su yüzüne çıkarmak istiyorum. Çünkü kendi içinizde oldukça sadece bulunduğunuz kitleye anlatıyorsunuz. Ama toplumsal olarak kimseye ulaşamıyorsun.
Bizler aile merfumu olmayan adamlar değiliz. Kolumda dövme var diye uyuşturucu müptelası bir adam değilim. Ya da her gün alkol batağında, nerede uyandığını bilmeyen bir adam da değilim. Gördüğünüz kişiler bütün bir çevreyi değil, sadece kendini temsil eder.
Bende bir arıza olabilir. (gülüşmeler) Bu şekil bana çok garip gelmiyor.
Türkiye'de hiç yapılmamış bir şeyi yaptım. Rock müziği sert yapan grup geçmişte Pentagramdı. Şu anda Türk müzik piyasasına baktığınızda en sertini ben yapıyorum. Onun içinde farklıyım.
Bunun için çaba göstermeye gerek yok. Hayranlık sıfatından çok hoşlanmıyorum. Ağlayan, gözyaşı döken bir hayran kitlesinin ruhen rahatsız olduğunu düşünüyorum. Böyleleri ile karşılaşmak istemediğimi her defasında belirtiyorum. Hayranlık müziğe ve kişiliğe karşı olduğunda mantıklı. Benim anlatmaya çalıştığım zaten bu. Akıllı ve mantıklı bir sistemin içerisinden seyircinin de ilerlemesini çok istiyorum. Saçma ve kalabalık hayran kitlesi yerine bilinçli ve çekirdek bir hayran kitlesi peşindeyim.
Olabiliyor. Çok sevdiğini söyleyenler var. Ben bana sevildiğimin söylenmesinden de hoşnut değilim. Hayranlarım bunu bilir. Çok sevdiklerini söyledikleri zaman “Rahatsız olduğunuzu biliyoruz” diyorlar. Açıkçası pohpohlanmaktan hoşlanmıyorum.
Bir Karadeniz turnesinde oğlunu arka sıralarda bırakmış kendi en ön sıralara geçmiş teyzelerle de imza gününde karşılaşıyorum. Yaş skalası genç ve yaşlı bir kitle var. İnançlara baktığınızda yine öyle. Melodik ve evrensel müzik yaptığımı düşünüyorum.
Evet. Bir şeyi değerinden ayırmanın hayatıma fayda getirdiğini görmedim. Çocukluktan itibaren tiyatro kökenli camianın içinde bulunduğum için evrensel düşünen insanlarla birlikteydim. Hayatımda negatif etkisi olmadı aksine pozitif bir etkisi oldu. Başörtülü çok seyircim var.
Doğru. Özgürlükçü, hayatı dilediği gibi yaşamak isteyen insanlar topluluğudur. Rock and Roll'a baktığınız zaman genelde barış için savaşan, “Elim silah tutmayacak” diye sokaklara dökülen, “Savaşmak istemiyorum” deyip rengarenk İspanyol paça pantolonlar giyen adamların müziği.
Evet, Kuzey Avrupa ülkelerinde kilise yakan, şiddet içerikli örnekleri var. Bu Rock and Roll kültürü içinde var olan bir şey değil. Evrimleşmiş hali.
Konserlerim fazlasıyla öfke dolu. 130 desibelde yüksek seslerin çıktığı konserler veriyoruz. Gitar tınıları, söyleme şekli, tavırlarımızla çok sert bir grubuz. Bu nedenle seyircinin beni doğru algılayabilmesi için albümdeki şarkıları çok iyi anlaması gerekiyor. Onlar eğer şiddete yönlendirildiğini düşünüyorlarsa o zaman şiddet içerikli bir söz kalıbının bulunması gerekiyor.
Yok. Söz kalıpları içinde yaşamla mücadele etmek, çalışmak, ayakta durmak gibi sözler var. “Paylaş, ama hükmetme, savaş ama hor görme” gibi öğretiler var. Ama kullandığım dil farklı.
Çünkü daha etkili. Naif olarak çok anlatılıyor. “Sevelim ve sevilelim” kalıbı çok anlatıldı zaten. Bunlar klişeleşti artık etkisini kaybetti. Yargılayan bir yapıda anlattığınızda sinir ucuna dokunuyor. Korkutmak standart bir müzik yapmaktan daha etkili.
İkinci albümde korktuğunu söyleyen çok oldu.
Hayır. Daha zorunu yapıyorum. Korkutup sevdirmeye çalışıyorum. Korku konulu bir albümü satmaya çalışmak şirketim için zor. Şirketim bana çıkıp: “Adam gibi bir şey yap da satalım” diyebilir. (gülüşmeler)
Hayır. Çünkü anlattığım hikayenin kurgusuna onlar da çok inanıyor. Öyle bir şey olsa devam etmezdik.
Var. Kolunu bacağını jiletlemiş, yeni nesil bir kitlem var. Hayatın felsefesini, yaşamın zorluğunu, gittiği okulda sanan gençler var. “Hayatta yaşadığım zorlukları kendi bedenime böyle aksettirdim” diyenler var.
Adını soyadını alıyorum. “Geldiğimde kolunu iyileşmemiş olarak görürsem bir de ben döveceğim” diyorum. Hiç beklemediği bir tepkiyle karşılaşıyor.
Çünkü bedenine yaptığı şeylerden dolayı kendisini tebrik edeceğimi zannediyor. Ama ben azarlıyorum.
Tek başıma tüm sorumluluğu üzerime alamam.
Hayır. Albümdeki bütün şarkıları yaparken yine yapmak istediğim şeyleri yapıyorum.
Ağlıyorlar. İnsanlar konserden sonra püreye dönüşüyorlar. (gülüşmeler) Hepsinin sesi kısılıyor. Ben de onlar gibi stres atıyorum.
“İnsanları sevelim, doğayı sevelim, kardeş olalım” gibi kalıpları sevmiyorum. İnsanı birey olarak seviyorum. Ama sevda bülbülü de değilim. Bütün insanları sevmiyorum.
İlgiliyim. Araştırırım. Köklerimle ilgili her karşılaştığım şeylerde şaşırıyorum ve bu benim hoşuma gidiyor.
Etkileniyorum ve tedirgin oluyorum. Bu kadar fazla kök meselesinin konuşuluyor olması, dillerin ve dinlerin yargılanır bir şekilde deşifre edilmesi tedirginlik verici. Aslında sokakta bir problem olmadığı inancındayım. Siyasi olarak yaratılmış problemler medya gibi bir ağ ile topluma sunulduğu zaman etkili oluyor.
Kendi çevremde hiç karşılaşmıyorum. Sanat çevresine baktığınızda evrensel düşünen insanlar var. Ama internet ortamında, albümü çıkartıp kimliğim deşifre olduktan sonra yorumlar çıktı. Tabii ki bu hoş karşılanacak bir durum değil. Ne soyunuz kalıyor ne sopunuz.
İlk başta yapılan negatif, aşırı söylemlerin zaman içerisinde ortadan kaybolduğunu ve daha ılımanlaştığını gördüm. Demek ki buna bir faydam dokunmuş. Köklerim konusunda bana kötü yazılar yazan kişileri değiştirdim.
Evet. Olmadığınız şekliyle yargılanmanız. Devamlı bunun aksini anlatmak için uğruşıyorsunuz ve misyon ediniyorsunuz. Halbuki misyon sahibi olmak zorunda değilsiniz.
Duruma göre ağır oluyor. Çünkü uğraşmak zorunda olduğunuz çok şey var. Sadece müzik yapmıyorum. Konuları anlatmak zorunda kalıyorum. Hemde tekrar tekrar.
Hayır, aksine umursuyorum. Bu konular umursanmadıkça karşı taraf daha da büyütüyor. Demek ki umursamamız gerekiyor. Bunu yok etmenin yollarını arayacağız.
Tabii. Önce 'kötü' dediğiniz bir şeyi daha sonra 'iyi' diyorsanız onun peşini bırakmazsınız. Benim stratejim bu. Hayatım boyunca da öyle oldu. İnsanlar önce beni yadırgıyor sonra kabul ediyor. Hemen sevilmemek gerekiyor. Çünkü çabuk sevdiğiniz zaman içinde terk edebilme olasılığınız var.
Beş yıldır konserlerde ve kulislerde karşılaştığım şey bu. “Abi önce seni sevmiyorduk” diyorlar. Bu gittiğim programlarda da karşıma geldi. Sevgisizlik ile bu sevgiyi oluşturdum.
Seyircilerle iletişim kurmanın iki yolu var. Birincisi seyirciyle doğal iletişim kurmak. Halinle, tarvınla, söyleminle doğal olmayı tercih edenler var. Bunu kullanan çok grup var. Benim seçtiğim yol bunun tam tersi. Sahnede tiyatral bir iş yapıyorum ve seyirciyle iletişime geçmiyorum. “Ne kadar güzel gözüküyorsunuz” diye seyirciyi pohpohlayacak davranışlarım yok. Hissediyorsam söylüyorum ama hissetmiyorsam hiç diyalog kurmuyorum.
Evet. Seven sever sevmeyen de sevmez. Her televizyon programına çıkmıyorum, her radyoda şarkılarım dönmüyor. Kendi üslubuma uygun televizyon programlarına katılıyorum.
Zorunlu olarak asosyal.
Bazen asosyal olmak zorundayım. Çok rahat dolaşamadığım zamanlarda kendimi geri çekiyorum. Beyoğlu'nda yaşıyorum. Onun içinde dolaşmama izin verilmediği zaman rahatsız oluyorum. Hala mahalle kültürüyle yaşıyorum. Bakkalım, emlakçım, kasabım oralarda. Dolapderedeki yunuslar (polis) artık beni biliyorlar. Bu benim hoşuma gidiyor.
Aslında herkesin ilk başta gördüğü şeye şaşırıyorlar. Sahnede acayip gözüken bir adamın konuşuyor olması onlara farklı geliyor.
Bu sözü kullanmıyorum. Zaten söylememe gerek yok.
Evet. Öyle olmak zorundayım. Çünkü yüz göz olmaya gerek yok. Sahne ulaşılmaz bir yer. Herkes sahneye çıkamaz.
Kendimi görmek isteyen bir adam değilim. Sahne ışıklarım bile ona göredir. Gölgeli ışıklar kullanırım. İçinde kaybolabileceğim, bedenin bile az göründüğü hikayeler. Büyük makyaj aslında bir tiyatro geleneğidir. Bende onu sahnede kullanıyorum.
Kendimi yargılayan biriyim. Barışık bir adam değilim, bu da işime yarıyor.
Kendimi çok yargılarım ve tartışırım. Bu yazılarıma yansıyor. Ayrıca kendimle de çok konuşurum.
Bence çok doğru birşey.
Çok karakterliyim, o yüzden kimsenin sandığı birşey de değilim. Kendimi çok naif bir adam olarak değerlendiremem.
Özgüvenliyim ama özgüvenimi yitirdiğim zamanlar da oluyor. Bu bazen çok uzun sürüyor. Mesela; çok iyi motorsiklet kullanan bir adam iken, birden motorsiklete binmekten korkan bir adam olabilirim.
Evet. Değişkenim. Mesela; sahnede çok büyüdüğümü düşünürüm. Orada benden daha büyüğü yok. Benden önce ve sonra kim çıkarsa çıksın orayı dağıtacağıma inanırım. Ama kendimi “hiç” hissetmediğimde başarısız olacağımı düşündüğüm ve bu yüzden ekip arkadaşlarımdan sahnede yardım istediğim zamanlar da oldu.
Tabii ki. Mesela; Bu albüm için özgüvenli bir kayıt yaptım. Albümü çıkarttığımda kendimi çok kötü hissediyordum.
Bilmiyorum. Bu konserlerime de yansıyor. Eleştiriyorlar.
Kafamı dinliyorum. Ne olduğunu bulmaya çalışıyorum. İşte o zaman kendimle oturup konuşmaya başlıyorum. “Şuanda kendimi niye iyi hissetmiyorum? Oysa herşey yolunda. Ben de kötü giden ne?” diye sorular soruyorum.