Karagül: Hadi linç edin Davutoğlu'nu!

Yeni Şafak
00:0017/06/2010, Perşembe
G: 17/06/2010, Perşembe
Yeni Şafak
Karagül: Hadi linç edin Davutoğlu'nu!
Karagül: Hadi linç edin Davutoğlu'nu!

Yeni Şafak Gazetesi Yazarı İbrahim Karagül, bugünkü köşe yazısında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'na yönelik eleştirileri kaleme aldı.


İŞTE KARAGÜL'ÜN YAZISI:


Hadi linç edin Davutoğlu'nu!

Akif Beki'nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'na yönelik sözleri bir dış politika eleştirisinin çok ötesinde ve gerçekten ağır cümleler içeriyor. "Davutoğlu'nun ben idraki" gibi sorunlu bir başlık altında sıralanan; "zafer hırsı", "her fotoğrafta boy gösterme ihtiyacı", "gösteri odaklı dış politika", "masrafları hangi ödenekten ve 'ben' davası uğruna mı karşılandı?", "giderek kabaran 'derin benlik' idraki" gibi ifadelerin, mevcut dış politik gidişatı sorgulamakla, doğruyu yanlışı ortaya koymakla hiçbir ilgisi yok.


"Her 'one minute' çıkışına 'two minutes' eklemek yangına benzin dökmek demektir" ise, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Davos'taki 'one minute' çıkışı, Türkiye'yi yangın yerine çevirmek mi oluyor?


"ABD ile ters düştük" zemini, bir hareket noktası olarak zaten sorunlu ve sığ bir yer iken ve gerçekleri tam olarak yansıtmazken, "ters düşme" iç politik manevralar dışında içi boş bir argüman iken, bu hareket noktasının "kişisel öç alma" için kamuflaj gibi kullanılması, hesaplaşma için elverişli bir iklim olarak görülmesi, bu iklimin Davutoğlu'nu linç etme kampanyasına dönüştürülmesi bir talihsizlik gibi duruyor. "Hükümetin dış politikasını görülmemiş ölçüde başarılı buluyorum" diyen biri, bu politikalarda emeği tartışılmaz birine böylesine cepheden saldırıyorsa, ortada "saygı duyulacak" bir eleştiri olmadığını, başka bir hesap olduğunu düşünmek çok da abartılı olmayacaktır.


Yazının; "Başbakan Davutoğlu'na ayar çekti" imasını içerecek şekilde gazetelerde yer alması, böyle bir imaya zemin teşkil edecek cümleler içermesi, "Beki Erdoğan'dan habersiz böyle bir eleştiri yapamaz. Bu kadar güçlü bir bakanı karşısına alamaz. Bu, Erdoğan'ın Davutoğlu rahatsızlığının göstergesi" türü soru işaretlerine kapı aralanması ortaya "kötü niyet" kokusu yayıyor.


Ne varmış "Yakında Kudüs başkent olacak, Mescid-i Aksa'da namaz kılacağız" sözünde? Ariel Şaron Ankara'da, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in gözünün içine baka baka "Kudüs bizim ebedi başkentimiz" derken sesi çıkmayanlar bu sözden neden bu kadar ürküyor?


Türkiye Cumhuriyeti'nin Büyükelçiliği neden Kudüs'te değil, ABD'nin İsrail Büyükelçiliği neden "başkent" ilan edilen Kudüs'te değil de Tel Aviv'de? Bir çok ülke neden Kudüs'ü İsrail'in başkenti kabul etmiyor? Birleşmiş Milletler kararlarında bile Kudüs neden İsrail'e ait değil, kurulacak Filistin Devleti'nin Başkenti'nin Kudüs olacağına dair iddia sadece Türkiye'ye mi ait? Neden bu söz bu kadar rahatsız edici?


Bırakın Ak Parti'yi, Türkiye'nin geleneksel Kudüs-Filistin politikasında Kudüs'ün yeri neresi? Önce ona baksanıza. Kurulacak Filistin Devleti'nin başkenti Doğu Kudüs olunca, bugün işgal nedeniyle, İsrail'le diplomatik ilişkileri olmadığı için oraya gidemeyenlerin Mescid-i Aksa'ya gideceğini söylemenin İsrail'i rahatsız etmekten başka ne zararı var?


Beki'nin yazısı Davutoğlu'na karşı ciddi bir kampanyanın öncüsü oldu. Ertuğrul Özkök'ün; "Şirazesi çıkmış bu Dışişleri Bakanı" ifadesi, nasıl bir hazımsızlığın dışa vurumu? Beki'nin fazlaca kişisel hırsıyla Özkök'ün hazımsızlığı arasındaki bağın sadece Davutoğlu'nu değil, Türkiye'nin pozisyon arayışını, kendini arayışını vurduğunu elbette anlıyoruz. Durdukları yer faklı olsa da, iki yaklaşımın aynı noktada buluşması gerçekten ibretlik bir durum.


Böyle bir yazıdan sonra, Fatih Altaylı'nın; "Davutoğlu Dışişleri Bakanlığı'na veda edebilir" iddiası en çok Beki'yi heyecanlandırmış olmalı. Peki buradan, böyle bir "harcama" kampanyasından kim kazançlı çıkacak? Türkiye'nin kazanmayacağı ortada..


Son bir aydır yoğun şekilde Batı medyasından Türkiye'ye yapılan nokta atışları izliyoruz. Önce Başbakan Erdoğan'dı hedef. İsrail ile gemi krizinden sonra Ahmet Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan oldu. Birkaç yıl önce, "Erdoğan Bin Ladin'den bile tehlikeli" gibi akılalmaz saçmalıkları yazanların Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'na seçilmesine karşı akla hayale gelmeyen hakaretler yazanların bugün nokta atışlar yapanlar olduğunu biliyoruz.


Kimseyi elbette bir şeye suçlamıyoruz ama ne gariptir ki, son iki haftadır Türkiye'de okuduğumuz cümlelerin aynısını o metinlerde de görüyoruz. Merak edenler, geriye doğru son bir ayın medya taramasını yapabilir. Batı medyasındaki marjinal değerlendirmeler, cümleler seçilerek yanıltıcı bir resim oluşturuluyor Türkiye'de... İnfaz edilecekler listesi yapılıyor. Kimi "içeriden", kimi "dışarıdan", herkes kendi diliyle vuruyor ama nedense hedefler hep aynı oluyor.


Elbette bu ülkede herkes herkesi, ister siyasi olarak isterse kişisel olarak eleştirebilir, eleştirmeli de. Ancak "kişisel" kanaatleri ve yargıları, Türkiye'nin ortak meseleleri üzerinden konuşmak, Türkiye'nin meselelerine dönüştürmek, öyleymiş gibi göstermek hiç de sağlıklı bir duruş değil.


Davutoğlu'na "haddini bildirme" yazısında da Beki'nin "ben idraki"ni gördük. Oysa, Türkiye'nin, Türk dış politikasının gidişatına yönelik rasyonel eleştirileri tercih ederdik...