Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Ali Bayramoğlu, Star Gazetesi'nden Fadime Özkan'a konuştu. Bayramoğlu, "EMASYA'nın kaldırılacak olması 28 Şubat'ın Türkiye toplumu üzerinde bıraktığı tortuların sonuncusunun da bitmesidir" diye konuştu.
Balyoz darbe planını hazırlayan Doğan'ın EMASYA'yı da imzaladığını hatırlatan Bayramoğlu, Başbakan'ın Protokolü kaldırma kararının demokratikleşme için önemli bir adım olduğunu söyledi.
28 Şubat'ın ardından 7 Temmuz 1997'de Genelkurmay ile İçişleri Bakanlığı arasında imzalanan ve TSK'nın iç güvenlik doktrinine zemin oluşturan EMASYA'nın (Emniyet Asayiş Yardımlaşma Protokolü) koyu gölgesi, evveli ve ahiriyle eksiksiz hesaplanmış Balyoz adlı dehşetengiz darbe planına düşünce, Türkiye sarsıldı. Protokol askere, valilik talep etmese dahi, gerekli gördüğünde toplumsal olaylara - şehrin göbeğinde bile olsa- el koyma yetkisi veriyordu. Bu, polisin ve mülki amirlerin askerin emri altına girmesi demekti. Evet, bir tür sıkıyönetim hali ya da darbe. Protokolün imzacısı Çetin Doğan'ın ıslak imzasının Balyoz'da da bulunması ayrıca dikkat çekici elbette.
EMASYA'yı yıllardır ısrarla yazan ve hem siyasetçilerin hem kamuoyunun dikkatini buraya çekmeye çalışan, protokolü en iyi bilen gazeteci Ali Bayramoğlu ile konuştuk.
Balyoz bunu teyid ediyor tabi. 28 Şubat'tın şahin kanadından gelen bir komutanının tüm ordusunu, içine başka mekanizmaları da katarak hazırladığı bir darbe planı Balyoz. Anlıyoruz ki planı MİT de takip etmiş. Balbay, Cumhuriyet yazarları olarak Atasagun'la yaptığı görüşmeye atfen “ihtilale hazırlar” notlarını düşmüş.
Hilmi Özkök sayesinde. 2003'te badire böyle atlatılmış, 2004'te Sarıkız, Ayışığı ile başka şahin generaller devreye girmiş. Buradan da süreklilik ve generaller arasında bir ilişki olduğunu, bunun da büyük bir yapı olduğunu bir kez daha anlıyoruz.
28 Şubatı yapmış, iktidardan kovalamak istediği partinin devamı gördüğü partinin iktidarıyla karşılaşınca 2002'den 2005'e hükümetin püskürtülmesini kaçınılmaz gören askerler bir grup oluşturmuşlar. Avrasyacılar denirdi onlara. Karşılarında da Özkök gibi yasal çerçevede kalmak isteyen bir anlayış var. Balyoz, darbeci kanadın ne kadar güçlü, süreklilik içinde olduğunu gösteriyor.
EMASYA, askere iç güvenlik alanında istihbarat toplama, olası bir durumda müdahale etme imkanı veren özerk bir alan demek.
Darbe tatbikatı yapıldığını. EMASYA onlara bir meşruiyet zemini vermenin ötesinde darbe içerisinde yer almak istemeyecek kişileri de “bir EMASYA görevi” olarak darbenin içine katmış. Dolayısıyla Balyoz, müdahaleci asker grubuna hitap ettiği gibi, askeri vesayet yapısının da bizatihi her an darbeye hazır olduğunu da gösteriyor. EMASYA ile darbe münferit olmaktan çıkıp tüm askeri yapıyı siyasi iktidara müdahale etme, alaşağı etme konumuna iten bir görüntü çıkıyor ortaya.
Güzel soru. Bu iki yönlüdür. 28 Şubat kurumsal devlet yapısının askerileştirilmesi üzerine kuruludur. Yani sürekli fiili bir darbe ve denetim halini, askerin normal düzende güvenlik alanında, siyasi kararlarda etkin olmasını sağlamıştır. Asker 35. maddeyi darbe yaptıktan sonra kullandığı için EMASYA ile 35. maddeye gerek kalmadan bütün asayiş alanı askere teslim ediliyor. EMASYA'ya ihtiyacın nedenlerinden biri askerin topluma, diğeri polise ve öteki güvenlik kurumlarına, mülki amirlere güvensizliğidir. Bu mantıkla, mülki idareyi son noktada saf dışı bırakan ya da önemli ölçüde askere bağlı kılan bir yapıdır EMASYA. Başbakanlık kriz masası gibi yönetmeliklerle devlet işleyişini askerileştirerek siyasete, topluma olan güvensizliği 'militan, aktif, müdahale edici demokrasi mantığı'na çevirmiştir. EMASYA'nın kaldırılacak olması 28 Şubat'ın Türkiye toplumu üzerinde bıraktığı tortuların sonuncusunun da bitmesidir.
1997'de olağanüstü hal bitmişti ve bu, asker nezdinde çok büyük bir boşluk yaratıyordu. Onu ikame etmek istediler. Protokol dikkatli okunduğunda görülür ki eski olağanüstü hal bölgeleri sonradan iç güvenlik harekat bölgeleri oldu. Yani olağanüstü hal sürmeden nasıl sürerse işte bunun adıdır EMASYA.
Valilik bunu böyle takdir ettiği için oluyor. Valilik de hep böyle takdir ediyor. Mesela Diyarbakır hep iç güvenlik harekat bölgesidir. Bu bölgelerde asker bütün komutayı ele alıyor. Polisin özerk birimlerin jandarmanın hatta özel güvenlik teşkilatlarının komutası mülki amirden valilerden çıkıp komutana geçiyor. Bu sadece hiyerarşiyi değil, imkânların kullanılması da değiştiriyor. Hangi taşıt nereye gidecek, bütçe nasıl dağıtılacak vs. Bunlara baktığınızda aslında olağanüstü halden de öte fiili sıkıyönetim mekanizması var. Zira olağanüstünde amir validir ama sıkıyönetimde komutan. Bölgede olağanüstü hali ikame ederken asayiş askere teslim edilmiştir.
Daha çok belli toplum kesimlerini takip etme, fişleme ve bunu bağımsız bir askeri yapıda yapma mekanizması olarak işliyor. Asker, yetkisi olmamasına rağmen Trabzon'daki gibi iç güvenlik tugayları kuruyor.
Tesadüf ama şöyle: Çetin Doğan, Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya kadar 28 Şubat'ın kalbidir. Biri BÇG konseptini ortaya atmış, diğeri başkanlığını yapmıştır. Tüm istihbarat, sistem, harekât ona akıyordu. Dolayısıyla böyle bir protokolün şeklini, inceliklerini düşünen o olmuştur. Başka biri yerine onun imzalamasının bir< nedeni bu olabilir.
Biraz tesadüf, bir de muhtemelen yapılanmayı işleyişi daha iyi biliyor. Eh, adam da darbeci tabi. Haliyle görülmemiş bir darbe tatbikatı yapıyor. Darbe gördük, darbe girişimi gördük ama tatbikatını ilk kez görüyoruz.
Anlaşılıyor ki Ayışığı ve Sarıkız gibi Balyoz'u da Hilmi Özkök sayesinde atlatmışız. Darbe gördük, darbe teşebbüsü gördük ama darbe tatbikatını da ilk kez görüyoruz!
Başbuğ gemisini limana çekme derdinde
Acz içinde. Bunalmış, derdini anlatamayan her türlü siyasi meşruiyetini kaybetmekte, imajı bozulmakta olan bir ordunun başı. Dolayısıyla o, bütün gücüyle çıktı oraya. İkinci önemli nokta; bu koşullarda demokrasiyi, seçimle gelen hükümet seçimle gider diye tanımlamasıydı. Ne var bunda demeyin, bizim ülkemizde önemli. Bunu bir Genelkurmay başkanı söylüyor ya da söylemek zorunda kalıyor.
Üçüncüsü de bu zaten; sadece bize değil arkasındakilere de konuşuyor. Bunun için bağırıyor, elini masaya vuruyor, terbiyesizler ahlaksızlar vicdansızlar diyor. Ama kabul edilemez tabi. Zaten kimse ürkmüyor hatta alay konusu oluyor. Bağıramaz, parmak sallayamazsın diyor artık insanlar. Bu üç boyuttan bakınca duygusal yön, tehdit önemli değil. Analitik yönü önemli: Ordu sıkıntıda. Başbuğ gemisini limana yanaştırmaya çalışıyor ve işi zor.
Hükümet zaman veriyor. Mesela Başbuğ, Taraf gazetesine tüm gücüyle yüklendiğinde hükümet iki gün sonra benzer bir şey yaptı.
Bu değerlendirmem doğru olmaz ama şunu söyleyeyim. Hilmi Özkök zor bir dönemde genelkurmay başkanı oldu ve iyi yönetti. Risk de aldı. Ardından büyük umutla gelen Büyükanıt Cumhurbaşkanlığı seçim döneminde kriz çıkardı, eline yüzüne bulaştırdı. Sonuçta Gül seçildi, yüzde 47'lik bir seçim geldi, kapatma davasına vesile oldu. Başbuğ ise hem büyük bir tasfiye sürecinin, Ergenekon'un, hem de 2008 seçimlerinin büyük birer gedik açtığı orduda, ordunun imajını korumaya çalışan ve isteyerek veya zorla değişimi de kabul eden zorda bir general.
Askerin meşruiyet krizinin nedeni, bu tür bir siyasi hakem, amir olma konseptidir. Bunun adı askeri vesayet düzenidir. Bu değişiyor. Veriler de toplumsal değişimi gösteriyor.
Bildiğim kadarıyla yok. Bu bize özel bir işleyiş. 2009 AB raporuna girme nedeni de bu. Dünyada emniyet asayiş yardımlaşma manhtığı vardır ama sıkı kurallara bağlıdır. Bu kurallar da askeri olanın sivil olana mutlak itaati ve sivil olanca mutlak denetimidir.
Ben de bu kanaatteyim ama iyi niyetle şunu söylüyorum. Sivilleşme konusunda bu kadar adım atan, risk alan cesur bir hükümet, bu protokolü bugüne dek kaldırmalıydı. Kaldırmadıysa EMASYA'nın öneminin farkına varmamış olabilir.
Hukuken bir şey olmaz. Protokoller iki taraf arasında, bir hükmün nasıl uygulanacağına dair sözleşmedir.
Olmuşsa da direnç gelmiştir, tartışılmamış da olabilir.
Olabilir. Bununla mücadelede hukuki olarak suç duyurusunda bulunursunuz. Siyasi boyutta ise nasıl yapacak, toplumu nasıl ikna edeceksiniz, koşullar nasıl oluşacak? Fransa'da değiliz. Dolayısıyla önce o güce gelmen lazım.
Derinliğin bilindiğini sanmam, o bugün çıkıyor ortaya. Önlemlerini muhtemelen Özkök üzerinden aldılar. Çünkü Özkök, o dönem kendi yöntemiyle çok iyi bir tasfiye yaptı.
EMASYA sorun olduğu anda herkesin bunu sorun görmesi çok iyi. Bunu Oktay Ekşi bile gördü. Zavallı Ertuğrul Özkök bile yazmak zorunda kalıyor. Ama EMASYA 2004'ten beri devam ettiyse, en büyük sorumluluk yine basının ve amiral gemisi Hürriyet'indir. Çünkü Necdet Açan'dır 2004'te Hürriyet'te haberi yapan. Ama Çatlıları kahraman ilan eden kişi, EMASYA'yı da tehlikeyle mücadele için çok faydalı olarak gördü.
Beni de çağırdılar, gitmedim. Ben herhangi bir muvazzaf ya da emekli askerle aynı masada oturmanın ahlaken yanlış olduğu kanaatindeyim. Eşit değiliz. Biz siviliz. Sivil meseleleri askerlerle konuşup askerlerin pozisyonuyla demokratik pozisyonların eşit algılanmasının, görülmesinin, işin münazaraya çevrilmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum.
Rezalet. Türkiye'yi açıkçası tek partiye mahkûm etmiş, demokratik hak ve özgürlükler açısından çıtayı yükselten değil sürekli aşağıya çeken bir muhalefet var.
Askerin itirazının hiçbir önemi yok
Katılıyorum ama askerin neye itiraz edeceğini de tahmin edebiliyorum. Diyecek ki 'terörle mücadelemizde boşluk yaratacaksınız. Bütün yapılanmam buna göre'. Nitekim doğru da, iç güvenlik tugayları kurmuş. Israr edilirse bunu ikame etmemiz lazım, diyecek.
Bence hiçbir önemi yok bu itirazın.
Hayır. Askeri birlikler arasındaki ilişki başka türlü yapılabilir. İç güvenlik görevi olmasın. Terörle mücadelede yasaların verdiği görev neyse onu yapsın. Terör protokolün imzalanmadan önce de vardı.
Dikkat edin, asker sivil ilişkisi birkaç şey üzerinden yürüdü. 1) Yasama: Yasalarda hükümet batı demokratik standartlarına uygun hamleler yapıldı. Asker bunun kendisi açısından sadece “mağduru” olmadı, taşıyıcısı uygulayıcısı oldu. 2) Hukuk: Ergenekon gibi temizlik işlerini hukuki sürece bıraktı. 3) İdari: EMASYA idari bir işlem. Tek taraflı ilga ettiğinde bir adım daha fazla atmış, askeri otoriteye yüksek sesle bir adım geri demiş oluyorsunuz.