Hoşgörü lafını sevmiyorum

Hatice Saka
00:0026/12/2009, Cumartesi
G: 25/12/2009, Cuma
Yeni Şafak
Hoşgörü lafını sevmiyorum
Hoşgörü lafını sevmiyorum

Anne Rum, baba Ermeni, babaanne Musevi, halalar Müslüman Aret Vartanyan çok zengin bir kültürün içinden geliyor. Bir Nefes İstanbul kitabıyla da bu zenginliğini taşıyor satırlara

İstanbul'da çoğu insan birbirine sorar memleket nere? Kuşaklar önce İstanbul'a yerleşenlerin çoğu bile İstanbul'u memleketi saymaz. Her şeye rağmen İstanbullu olmanın tadı ve güzelliğini yaşayan Aret Vartanyan bir nefes çektiriyor İstanbul'dan. Geçtiğiniz sokaklara, gördüğünüz yüzlere tekrar bakmayı gösterirken Türkiyeli olmanın altını kalın harflerle çiziyor.

“B ir Nefes İstanbul” kitabının yazarı Aret Vartanyan kimdir?

Yedi sülale İstanbullu bir ailenin çocuğudur ve çok karışık bir ailenin çocuğudur. Anne Rum, baba Ermeni, babaanne Musevi, halalar Müslüman ve bu kozmopolit ailenin içerisinde de çok zengin bir çocukluk geçirdim. Biz ailecek bütün bayramları kutluyorduk. İftar açmadan, paskalya yumurtası tokuşturmaya, kurban bayramından, Musevilerin hamursuz bayramına kadar farklı dinlerin ritüellerini aynı evin içinde yaşadım. Bu kültürlerin tadına vardım ve bu zenginliği taşıdığıma inanıyorum. Çok şanslı bir çocuk olduğumu söyleyebilirim.

Yazarlık maceranız nasıl başladı peki.

Ben daha yedi yaşındayken yazmaya başladım. Hatta ilkokuldayken kendimce romanlar yazar zımbalayıp okulda satardım. O yaşlarda herkes doktor, mühendis olacağım derken ben iletişimci olacağım derdim. Kafama koyduğum şeyi yaptım. Marmara Üniversitesi İletişim fakültesini bitirip, orada mastır yaptım. Daha sonra Oxford'da eğitim aldım. Profesyonel olarak iletişim sektöründe çalışıyorum. Meslek devam ediyor. Akademik kariyeri de sürdürüyorum. Yazarlık ayrı bir şapka, ikisini beraber taşımaya çalışıyorum. Çünkü benim için yazmak çok hayati bir şey. Sanırım öldüğüm zaman yazmıyor olacağım.

İlk kitabınız 'Sen ve Ben' ile okurla buluşmanız nasıl gerçekleşmişti?

1998 yılında kendi web sitemde deneme ve yazılarımı yayınlıyordum. Bu site sayesinde bir okuyucu kitlem oluşmuştu. 2002'de internette en çok tıkanlanan siteler arasına bile girdi. Geçtiğimiz yıllarda yayınevlerinden teklifler geldi. Neden kitabını basmıyoruz dediler. “Sen ve Ben “ adlı kitabım öyle doğdu.

Sitedeki okurlarınız da sizi çok desteklemiştir eminim.

Yazarken okuru düşünmeden tamamen çok açık, çırılçıplak yazıyorum. Birilerinin beğenise uygun hareket etmemeyi tercih ediyorum. Fakat kitap çıktıktan sonra hiç birimizin beklemediği bir başarı elde etti. 40 binlik satış rakamına ulaştı. Okurların çoğundan olumlu geri dönüşler aldım. Üç bini maili tek tek yanıtladığımı biliyorum. Güzel bir enerji ve kitle oluştu. Bir Nefes İstanbul'da 50 bin baskıyla geldi. Beni mutlu eden yazdıklarımın ses bulması, bu yönde yazmaya devam edeceğim.

Kitabın başkarakteri Arman 'Her sabah İstanbul ile buluşuyorum, dertleşiyorum, konuşuyorum sorularımı havaya atıyorum' diyor. Sizce onun bu kentten en çok duymak istediği cevap neydi?

Arman manik depresif bir karakter. İstanbul'a gelme sebebi yeni romanını yazmak ve kendi arayışının cevaplarını bulmak. İstanbul öyle zengin bir kültüre sahip ki, İstanbul ile konuşurken hayata dair arayışının sorularının cevaplarını arıyor.

Sizce nasıl bir cevap bekliyor İstanbul'dan?

Arayışın hiçbir zaman sonu olmayacak, bitmeyecek. İstanbul ona iki tane ana mesaj veriyor. Hepimiz aynı gemideyiz ve bunun farkına varmalıyız. İnsanlar maskelerini çıkarttığı, etiketlerini attığı zaman büyük bir zenginliği paylaştıklarını anlıyorlar. Bir diğer mesaj ise; hayatındaki bütün eylemler gerçekten doğal olduğunda, karşılıksız sevdiğinde her şeyin kolaylaştığını görüyor.

Kitapta etkileyici bir anekdot var. Yıllardır İstanbul'da yaşayan kuşaktan kuşağa İstanbullu olan aileler bile memleket nere diyor? İstanbullu kendi memleketi saymayıp onu hırpalayan bu zihniyet hakkında neler söyleyeceksiniz?

İstanbul'da yaşıyor olmak, İstanbullu olmak demek değil. İstanbul'u geçiş noktası görüp, para kazanıp geri döneceğim diye düşünen insanlar şöyle bir mantıkla yaşıyorlar: Burası benim memleketim değil, sokağına çöpü de atarım, ağaçları kesip bina da yaparım. Sonuçta burası para kazanacağım geçici olarak yaşadığım bir şehir şeklinde görüyorlar.

Kuşaklar boyu da İstanbul'da kalıp İstanbul'u memleketi saymayan insanların azınlıklara bakışını da yansıtıyorsunuz.

Azınlık kavramını sorgulamak gerek. Mesela hoşgörü lafını da hiç sevmem. Ermeniler de bizim insanımız hoşgörülü olmalıyız. Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin nüfus cüzdanını taşıyorum, ben de askerlik yaptım. Ahmet, Mehmet ne kadar bu ülkenin insanıysa Aret'te bu ülkenin insanı. Türkiyelilik kavramının altını çiziyorum. Sonuçta burası hepimizin vatanı. Bir savaş çıksa Aret, Ahmet'ten daha az mücadele etmeyecek. Ya da şimdi bu ülke için Aret, Ahmet'ten daha az değer üretmiyor. Bu gerçekleri kabul edip etiketlerden kurtulursak, olanı görmeye başlayacağız. Gerçekten acayip bir zenginliğimiz var. Sadece İstanbul'un değil Anadolu'nun zenginliği bu çeşitlilik. Büyük bir avantajı yeterince verimli bir şekilde kullanamıyoruz.

6-7 Eylül olayları, Varlık vergisi, Hrant Dink'in ölümü tüm bu olumsuzluklara rağmen çekip gidenlerden olmadınız. Sahip çıkmayı seçmek zor olmadı mı?

Ben İstanbul'da doğdum ve İstanbul'da büyüdüm. Çok net söyleyebilirim. Ermeni olmanın bir negatifliğini yaşamadım. Belki benim ailemin yetiştirmesinden, duruşundan kendimi azınlık hissetmedim. Fakat hala Anadolu'da Ermeni dendiğinde olumsuz tepkiler gelebiliyor.

Ben fıkra zannediyordum. Askeri gittiğim zaman Ermeni'yim dediğimde “Estağfurullah Abi” dediklerini duydum. Okuyup araştırmadan, kulaktan dolma bilgilerle hareket edersen bu tepkileri vermen çok doğal. Karşı karşıya gelip sohbet etmeye başladığımız an, innsanların bu önyargıları yıkılıyor. Çıkıp sokakta Ermeniler'i sevmiyorum diye bağırabilirsiniz. Fakat bir ortamda tanışıp konuşunca, aynı toprakların insanı olduğumuzu anlıyorlar.

40 NEFES İSTANBUL YOLDA
Kitapta İstanbul'un arka sokaklarındaki karanlık yüzünü de yansıtıyorsunuz. İstanbul'un bu yönünü ele alırken sizi neler etkiledi?

Örneğin İstiklal Caddesi deyince aklımıza o ana cadde gelir. Hâlbuki arka sokaklarına girdiğiniz zaman Türkiye'nin modelini orada görüyorsunuz. Bir tinercinin, bir travestinin hikayesine kitapta yer verdim. Çünkü İstanbul'da yanı başımızda duran, yanlarından geçip gittiğimiz insanlara da dikkat çekmek istedim. İstanbul'u sadece kendi işimize gittiğimiz bir güzergâha indirgiyoruz. Önemli olan dışarı çıktığınızda, yaklaşmak istemediğiniz insanla, aslında bu sokakları paylaştığınızın ve aynı havayı soluduğunuzun farkında olmak. Bir Nefes İstanbul'da öteki diye nitelendirilen bu karakterlerin yarattığı mucizeler var.

İstanbul her sokağıyla bir roman diyorsunuz, sizden bir İstanbul tanımı istesek.

İstanbul'u kadın olarak görüyorum. Öyle bir kadını ki düzende kadın aslında hâkim, erkek kadınla kendini var ediyor. Zenginliğiyle yaralarıyla, yaşanmışlıklarıyla, yorgunken dik başlı duruşuyla, masumiyetiyle, bir kadın. İstanbul benim için bir kaynak. Bu şehrin her köşesinde kendim ile ilgili soruların cevabını bulabilirim.

Bundan sonra İstanbul'a dair projeleriniz neler?

40 Nefes İstanbul projesi için 40 portre çektik. O portelerin hikâyelerini yazıp bir kitap haline getireceğiz. Ama önce Bir Nefes İstanbul'un filmini çekeceğiz. Çalışmalar başladı. Üçüncü kitap için de hepimizin tanıdığı bir yazarla ortak bir çalışma yapacağız. Hayata dair yazışmalardan oluşan bir kitap olacak.