İftarın gerçek düşkünleri kimler?

Ümit Aksoy
00:0018/01/2008, Cuma
G: 18/01/2008, Cuma
Yeni Şafak
İftarın gerçek düşkünleri kimler?
İftarın gerçek düşkünleri kimler?

İftara Kırıkkale'den katılan bir Alevi'nin söylediği gibi, "Ali'siz Alevilik isteyenler ve ateistler bu iftarı istemiyor." Ahlaki açıdan bakıldığında; "gidenlerin değil ama gitmeyenlerin düşkün" olduğu bu iftar, siyasetin yolunu açması bakımından da önemlidir

Geçtiğimiz günlerde, Reha Çamuroğlu'nun inisiyatifi ile düzenlenen "iftar" tahmin edilenin ötesinde (olumlu yada olumsuz) tepkiyle karşılandı ve bu vesileyle Aleviler ve onlarla ilgili tartışmalar yine güdeme geldi. Her şeyden önce bu iftar yemeğinde/davetinde önemsememiz gereken nokta, hükümetin attığı bu adımla birlikte siyaseten bir kanalın açılmış olması, siyaset yapmanın mümkün hale gelmiş olmasıdır. 1923 sonrasında yaşanan gelişmeleri göz önüne aldığımızda, Alevilerin sürekli olarak, olumsuz bir hikayenin taşıyıcısı olarak gündemde olduğunu görmekteyiz. Başlangıçta isteyerek olmasa da, Alevilerin de bu mağdur rolünü kabul ettiğine dair gerçeği tespite dair olmalıdır. Zaman içerisinde Aleviler, başta kendileriyle olan ilişkilerinde olmak üzere, bu mağduriyet anlatısını sürekli olarak üretmekle, bu kötü hikayeyi meşrulaştırmış olmaktadırlar.

Dolayısıyla bu içe kapanmacı algı, başta Alevilerin kendileri olmak üzere, kendi dışındakilerle de ilişkilerini kopartan bir noktaya taşımıştır onları. Bu durumsa, siyasetsizliği var kılan yegane durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Alevilerin son zamanlarda yaptıkları (sözde siyasal olan) birçok eylemlerinde gördüğümüz şey ise, paradoksal bir şekilde, siyaset yapmayı öteleyen bir tutum alış olarak karşımıza çıkmaktadır. Kendilerini sürekli olarak, mağdur olarak kodlayan, İslam inancının kendisine üstten ve mağrur bir edayla bakan, karşısındakine "Dinin tek sahibi sen değilsin!" derken, aynı algıyı tekrar tekrar üreten Alevilerin bu iftar yemeğine karşı gösterdikleri tutumda, bir anlamda az önce söylediğim bütün tutumların ortaya çıkmasını sağlayan bir tür turnusol kağıdı işlevi görmüştür. Birçok Alevi kuruluşu, iftar yemeğinden sonra, başta bu iftarın "adlandırılması" olmak üzere, bu daveti samimiyetsiz bir girişim, bu yemeğe katılanları da "düşkün" olarak niteledi.

Bütün siyaset yapma biçimlerini, kendilerinden yabancılaşma, dini olanın dilinden uzaklaşmaya paralel bir şekilde üreten, her defasında kaba laiklik yorumları ve Kemalizm'le sırt sırta vermeyle siyaset(sizlik)lerini kurmayı yeğleyen Aleviler, bu sahte din diliyle hem muhtemel bir siyasetin dolayısıyla da din dilinin önünü kesmektedirler. Aleviler, dini bir dili, parodoksal bir şekilde, tam da başta kendilerini din dilinden uzaklaştıran kaba laiklik söyleminden uzaklaşmak ve nihai noktada aynı dini havza içinde oldukları Sünni Müslümanlarla bir konuşma imkanını var kılmanın yerine, kendi dini algılarının mevcudiyetini bir kez daha ıskalayacak bir şekilde kullanmaktadırlar ve ilke düzeyinde tamamen siyasi bir hamlenin önünü kesmektedirler.

ALEVİLER SİYASETLE BARIŞMALI

Öte yandan, hükümetin attığı bu adımı, Alevileri devletin/merkezin içine çekme, "Sünni bir Alevilik" yorumu meydana getireme girişimi olarak değerlendirenler de olmaktadır. Bu tutum bize, yukarıda Alevilerin siyasetsizlikten kaçmalarına benzer bir tutumu hatırlatmaktadır: Bir yanda, Sünni yorumu temsil eden AK Parti, siyaseti var kılacak adımları atmadığı zaman eleştirilmekde fakat böylesi bir adımı attığında ise, bu sefer de bu adımı, neredeyse "komplocu" bir adımla bir kez daha sorgulanmaktadır. AK Parti'nin yaptığı iftar etme çağrısı, evet sembolik bir anlama sahiptir ama bu zamana kadar yazılan kötü bir hikayeyi bir anda ortadan kalkmasını beklemek de tam da siyasi anlam da bir safdillik olur.

Öte yandan, var olan durum, iftara katılmayan Alevilerin sandığı gibi, "Önce anlaşalım; sonra yemeği yeriz" gibi nereden bakarsanız trajikomik bir ifadeyle geçiştirilmeyecek kadar ciddi bir mevzudur. Anlaşmak için gerekli olan şeyler her şeyden önce, eşitler arası bir ilişkide var olacak bir anlama havzasına göndermede bulunmaktadır ve bu anlam havzası da, hiç şüphe yok ki, Alevilerin kendilerini hala üvey ama her şeyden önce mağdur rolünden çıkarabildikleri oranda mümkün olacaktır. Aleviler, sadece ötekinin gözlerinden kendilerini gördükleri oranda, kendilerine uzatılan eli, kendi varlıklarında daha büyük görmeye ve bunun bir sonucu olarak da o eli itmeye devam edecektir. Bu eşitler arası ilişkinin var olabilmesi ise, ancak ve ancak, Alevilerin kendilerini İslam'ın temel düsturlarıyla hizaladıkları oranda mümkün olacaktır. Başka bir ifadeyle Aleviler, kendi varlıklarını varlıklarının yegane kaynağı olan dinden uzaklaştırdıkları oranda, kendi varlıklarını bir türlü ortaya koyamayacaklar ve son kertede de, siyasi bir pozisyon alışda, kendilerini tam bir varlık olarak konumlayamayacaklardır.

Bu noktada dikkat etmemiz gereken bir diğer önemli nokta ise, siyaseten bir adımın, her şeyden önce, (bu adımın) kurucu özelliğini tamamlayacak bir şekilde, "öngörülemezliği/tahmin edilemezliği" içinde barındırdığının kabul edilmesi olmalıdır. Dolayısıyla da, bu süreçte gerçekten de bu anlamda kötü niyetli bir takım odaklar da bu sürecin içinde olabilir. Ama bu durum, sizin siyasetin yolunu kapatmanız, onu dışlamanız anlamına gelmemelidir. Kendilerini neredeyse küçük harfle siyasetin varlığını indirgemiş Alevlierin, gerçekten sahici bir siyasetten kaçmaları ise bir kez daha kendilerinden kaçmalarından başka bir anlama gelmeyecektir. İster beğenelim ister beğenmeyelim, bu iftar yemeği siyasetin dolayısıyla da, Aleviler söz konusu olduğu oranda da kendileriyle buluşmalarının yolunu açmaya doğru kuvvetli bir adımdır ve Aleviler, bu adımdan, bu yüzleşmeden kaçamayacklardır ya da kaçmamalıdırlar. Aleviler uzatılan bu eli tutmadıkları, kendilerini tanımaya doğru bir adım atmadıkları oranda, geçmişte Sünni Müslümanların bir kısmı tarafından (ki bunlar kendi dinlerinden nasiplenemeyen insanlardı) gösterilen dışlayıcı tavrı, bu kez içerden, içleyici bir dışlamayla tekrar üreteceklerdir.

Reha Çamuroğlu'nun, TRT'deki "Her Yer Kerbala" belgeselinde hatırlattığı gibi, Kerbela'da şehit olan sadece Hz. Hüseyin değildir. O Hz. Hüseyin ile birlikte Hz. Ali'nin dört oğlu daha şehit edilmiştir. Bu çocukların üçünün ismi ise, Ebubekir, Osman ve Ömer'dir. Bu bir hayli manidar anekdotda ortaya çıkan hakikat, bu anlamda Alevilerin yüzleşmeleri gereken hakikatin tam olarak dile gelmesidir aslında. İftara Kırıkkale'den katılan bir Alevi'nin söylediği gibi, "Ali'siz Alevilik isteyenler ve ateistler bu iftarı istemiyor." Akaidi değil ama ahlaki anlamda, "gidenlerin değil ama gitmeyenlerin düşkün" olduğu bu iftar, siyasetin önünü açtığı oranda, bir yandan hem bir turnusol kağıdı hem de bir milat olmaya aday bir mahiyete sahip siyasi bir eylemdir.

* Araştırmacı-Yazar