Tasarının geçebileceğine yönelik argümanların birisi hariç diğerlerinin Ankara'ya izah edilebilme şansı kısmen de olsa var. Ancak “Ermeni tasarısı sopası” ile soykırım da dahil olmak üzere pürüzlü konularda Ankara'ya baskı yapılabileceği düşünülüyorsa başta Obama olmak üzere böyle düşünenlerin düşüncelerini gözeden geçirmesinde büyük fayda olur.
Türkiye-ABD ilişkileri, bu hafta Temsilciler Meclisi Dışilişkiler Komitesi'nde görüşülecek olan bir tasarı nedeniyle yeniden kritik bir dönemece giriyor. Görüşülecek olan tasarı hiç yabancı değil. Osmanlı'nın son yıllarında 1915'te gerçekleşen olayların “soykırım” olarak tanınmasını isteyen bir tasarı bu. En son 16 Ekim 2007'de yine Dışilişkiler Komitesi'nde görüşülen 106 sayılı tasarı '21 hayır' oyuna karşı '27 evet' oyu ile komiteden geçmiş ancak orada kalmıştı. Yani tasarı, Temsilciler Meclisi'ne gelmeyerek Barack Obama'nın yönetimi devralmasıyla kadük kalmış ancak Türkiye-ABD İlişkileri orada kalmamıştı. Ankara, tasarının kabul edilmesinden çok kısa bir süre sonra dönemin Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy'u istişarelerde bulunmak üzere Türkiye'ye çağırmıştı. Herhangi iki ülke arasında kriz yaşandığının, bir anlamda ilişkilerin dondurulduğunun göstergesidir bir ülkenin büyükelçsini istişare amacıyla da olsa geri çağırması.
Güven mektubunu geçtiğimiz hafta Perşembe günü ABD Başkanı'na sunarak görevine resmen başlayan yeni Büyükelçi Namık Tan, Türk toplumuna ve Türkiye medyasının temsilcilerine 4 Mart Perşembe günü görüşülüp oylanacak olan “252 Sayılı Ermeni Soykırım Tasarısı” nedeniyle “Merhaba” diyemeden Washington'dan ayrılma tehlikesi ile karşı karşıya. Washington kulislerinde şu sıralar konuşulanlar 4 Mart günü gerçekleşecek olursa Büyükelçi Namık Tan, 5 Mart Cuma günü Türk Büyükelçiliği'nin önünde daha önce Nabi Şensoy'un yaptığı gibi “Hoşçakalın” demesi pekala mümkün görünüyor.
George W. Bush döneminde 2003'te başlayan Irak işgali ve 1 Mart Tezkeresi nedeniyle oldukça gerilimli geçen Türkiye-ABD ilişkileri, 2007 ortalarına doğru göreceli bir gelişme göstermiş ancak önce 3 Ekim Aktütün sonrasında Ermeni tasarısının komiteden geçmesi ve kısa bir süre sonra da 21 Ekim'de PKK'nın gerçekleştirdiği Dağlıca baskını bir kez daha “iki ülke ilişkilerinin nereye gideceği?” sorusuna neden oluyordu. Ankara cephesinden sorunun cevabı çok açıktı. İstanbul İl Başkanlığı'nda partililer ile bayramlaşan Başbakan Tayyip Erdoğan özellikle Ermeni tasarısı konusunda soruyu kendisi soruyor ve cevabını veriyordu: “En sonunda bu nereye gider. Onu da söyleyeyim. Nereden inceyse ordan kopsun.” Koptu kopacak denilen ilişkiler, yönetimde çoğunluğu Demokratlar'a kaptırmış olan ve artık “topal ördek” sayılan dönemin Beyaz Saray sakini Cumhuriyetçi Başkan Bush'un bizzat devreye girerek tasarının Temsilciler Meclis'ne gelmesini engellemesi ve sonrasında 5 Kasım'da Erdoğan ile biraraya geldiği Beyaz Saray'da “PKK'yı ortak düşman” ilan etmesinden sonra tekrar rayına girmeye başlamıştı.
2007'de Başbakan Erdoğan'ın liderliğindeki Ankara yönetimi varlığını aynen koruyor ancak Washington'da Obama liderliğindeki yeni Demokrat yönetim bir yılını ancak geride bıraktı. Washington'da sadece yönetim değil yönetim ile birlikte dışpolitika perspektifi de önemli oranda değişti. Bush yönetiminin aksine uluslararası ilişkilerde çok yönlü diplomasi ve diyalogu önceleyen Obama yönetimi her ne kadar Afganistan'da “yeni bir savaş başlattığı” ve giderek “şahinleştiği” eleştirilerine muhatap olsa da 7 Mart'ta sandık başına gidilecek olan Irak'tan bu yılın sonuna kadar ABD askerlerini tamamen çekme politikasını sürdürüyor. Obama'nın Afganistan politikasına iyimser gözle bakanların yaklaşımını ise Bush'un yarım bıraktığı işi bir nevi tamamlamak olarak tarif etmek mümkün.
Yemin içme töreninde Müslüman dünyasına “yumruklarınızı açın elinizi sıkmaya hazırım” mesajı gönderen Obama'nın Kahire konuşması öncesinde okyanus ötesi ilk ziyaretini Türkiye'ye yapması ve burada ABD-Türkiye müttefikliğini “model ortaklık” olarak tanımlaması yeni yaklaşımın bir parçasıydı. Ankara yönetiminin, Ankara merkezli 360 derece eksenli barış arayışı ve temel araç olarak da diplomasi ve diyalogu merkeze koyması, Obama'nın ilk ziyaretini Türkiye yapmasını gereklilikten ziyade zorunluluğa çevirmişti adeta. İsrai-Filistin meselesinde Gazze ve Batı Şeria, yine İsrail-Suriye, Afganistan-Pakistan, Irak, İran'ın nükleer silahlanma konularından Kafkaslara ve Balkanlara hemen hemen aynı vizyonu paylaşıyor iki başkent. İran'ın nükleer silahlanma konusunda diplomatik çabalara cevap vermemekle suçlayan ve son zamanlarda yaptırımlar için güçlü destek arayışına giren Washington'ın diplomasi seçeneğini de masada tuttuğunu gözden kaçırmamak gerekiyor.
İki ülke arasındaki milli maç için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan'ın davetine icabet ederek Eylül 2008'de Erivan'a gitmesi “soykırım” iddiaları sebebiyle sadece Türkiye-Ermenistan sorunu değil 15 yıl önce Dağlık Karabağ'ın Ermenistan tarafından işgal edilmesi sebebiyle Azerbaycan-Ermenistan sorununun çözümü için de umut doğurdu. Gül ile Sarkisyan'ın ortaklaşa attığı tarihi adım Türkiye ile Ermenistan'ın ilişkilerini normalleştirmeyi öngören protokolün imzalanması ile sonuçlandı. İsviçre'de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Edward Nalbantyan arasında protokollerin imzalanması sırasında yaşanan sıkıntı da ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın araya girmesiyle çözüldü üstelik. İmzalanan protokol Ankara hükümeti tarafından TBMM'ye kısa sürede sevkedilirken Ermenistan Anayasa Mahkemesi'nin 12 Ocak 2010'da protokolü onaylarken gerekçeli kararında protokolün yürürlüğe girmesini “soykırımın tanınması şartına bağlaması” protokollerin parlamentolarda onaylanmasını yeni bir çıkmaza doğru sürükledi.
2007'deki tasarı Temsilciler Meclisi Dışilişkiler Komitesi'nde Demokratların oyuyla kabul edilmişti. Ancak dönemin Başkanı Bush olmak üzere Washington'daki Cumhuriyetçi Beyaz Saray yönetimi tasarının Temsilciler Meclisi'ne gelmesine “ulusal çıkarlara” zarar vereceği gerekçesiyle engel olabildi ve Obama'nın başkan seçilmesiyle bu tasarı kadük oldu.
Bugün Washington'da Obama liderliğinde Demokrat Parti işbaşında. Üstelik, kampanyası sırasında Ermeni lobilerine iktidara gelmesi durumunda “soykırım iddialarını tanıyacağını” vaadetmiş olan bir başkan Oval Ofis'te oturuyor.
Son bir haftadır “252 sayılı soykırım tasarısı”nın “geçer” hanesine işaret koyanların sayısı “geçmez” diyenleri bir hayli geride bırakıyor. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız sorunlar ve çözüm yaklaşımları konusunda geçer diyenlerin en güçlü argümanları, Türkiye-İsrail arasında son zamanlarda zirve yapmış olan gerginlik ve dolayısıyla “Türkiye'yi cezalandırmak isteyen İsrail lobisi”, İran'ın nükleer silahlanma konusunda Türkiye'nin izlediği politikalar.
ABD iç dengeleri açısından Kasım'da Senato'nun üçte birini yenileyecek seçimlerin yapılacağını not ettikten sonra üzerinde durulan bir diğer nokta, Erivan'ın üzerine düşeni yaptığına inanan Washington yönetiminin tasarının komiteden geçmesine sessiz kalarak, her an Temsilciler Meclisi'ne getirebileceği bir unsur olarak protokolün TBMM'de imzalanmasını sağlamak için bir araç olarak kullanma arzusu gütmesi.
İki dönem boyunca Türkiye ile oldukça inişli çıkışlı ilişkiler yaşayan Bush yönetimi son iki yılında Ankara'yı daha iyi anlamaya başlamış ve bu sebeple 2007-2008 tüm olumsuzluklara rağmen ilişkilerin bu dönemde geliştiği bir dönem olmuştur.
Obama daha yönetime gelmeden önce sorunlara yaklaşım ve çözümleri noktasında Ankara'nın yaklaşımları ile örtüşen bir vizyon ortaya koyuyordu. Daha önce geçtiğine göre 4 Mart'ta da bu tasarı pekala Komite'den geçebilir. Tasarının geçebileceğine yönelik yukarıda sıraladığımız argümanların birisi hariç diğerlerinin Ankara'ya izah edilebilme şansı da var. Ancak, tasarının Komite'den geçmesine sessiz kalarak “Ermeni sopası” ile protokollerin imzalanmas konusunda Ankara'ya baskı yapacağını düşünüyor ya da böyle düşünmesi sağlanıyorsa Obama'nın, başta Obama olmak üzere bu şekilde düşünenlerin düşüncelerini ciddi bir şekilde gözden geçirmesinde herkes için büyük fayda var.
Tasarının kabul edilmesi sadece Ankara-Erivan-Washington hattında değil, iki ülkenin hitap ettiği hinterland içinde tahmin edilmesi zor gelişmelere neden olacaktır.
Ermeni sopasından dayak yiyecek olan taraflardan birisi de elbette Türkiye olacaktır. Ama Ermeni sopasından en fazla acıyı kimin çekeceği konusu ortadadır.