EĞLENMEK değil, YAŞAMAK için bilgisayar oyunu oynayanlar

Ali Murat Güven
00:0018/10/2009, Pazar
G: 18/10/2009, Pazar
Yeni Şafak
EĞLENMEK değil, YAŞAMAK için bilgisayar oyunu oyna
EĞLENMEK değil, YAŞAMAK için bilgisayar oyunu oyna

İnsanların vahşi zevkler için kobay olarak kullanıldıkları 'Rollerball', 'Running Man', 'Deathsport', 'Mad Max' ve 'Death Race 2000' gibi klasikleşmiş bilim-kurgulardaki kötücül gelecek tasavvurunun izinden giden 'Oyuncu', soluk kesici bir görsel efekt bombardımanının arasında 'şiddet içerikli oyun furyası'na yönelik ahlâkî eleştiriler yapmayı da ihmal etmiyor.


OYUNCU / Gamer

Yapım Yılı ve Ülkesi:
2009, ABD yapımı

Türü ve Süresi:
Bilim-kurgu serüveni / 95 dakika

Gösterim Dili:
Orijinal seslendirmesi İngilizce olan bu film, ülkemizde Türkçe altyazılı kopyalarla gösterime sunulmuştur.

Yönetmenler:
Mark Neveldine, Brian Taylor

Senaristler:
Mark Neveldine, Brian Taylor

Görüntü Yönetmeni: Ekkehart Pollack

Özgün Müzik Bestecileri:
Robb Williamson, Geoff Zanelli

Kurgucular:
Peter Amundson, Fernando Villena, Doobie White

Sanat Yönetimi Ekibi:
Jerry Fleming (Yapım Tasarımcısı), Peter Borck, James F. Oberlander, Sebastian Schroder (Sanat Yönetmenleri), Betty Berberian (Set Dekoratörü), Alix Friedberg (Kostüm Tasarımcısı), Jane Galli (Makyaj Ekibi Şefi), Trish Almeida (Saç Tasarım Ekibi Şefi), Christien Tinsley (Makyaj Özel Efektleri)

Oyuncular:
Gerard Butler (Kable), Amber Valletta (Angie), Michael C. Hall (Ken Castle), Kyra Sedgwick (Gina Parker Smith), Logan Lerman (Simon), Alison Lohman (Trace), Terry Crews (Hackman), Ramsey Moore (Gorge), Chris 'Ludacris' Bridges (Humanz Brother)

İthalatçı Şirket:
D Productions

Dağıtıcı Şirket:
Pinema Film

İçerik Uyarıları:
Yoğun şiddet, yanısıra da bazı bölümlerinde cinsellik/çıplaklık ve kaba konuşmalar içerdiğinden dolayı, 18 yaşından küçükler ve bu tür temalardan hoşlanmayanlar için uygun bir film değildir.

Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı:

Kazandığı Ödüller:
ABD-Golden Trailer Awards-2008 / “En İyi Film Fragmanı” Ödülü

Yıldız Puanı:
* * ½

Günümüzden yirmi yıl kadar sonrasının dünyası… İnsanlık “zihin kontrol teknolojileri”nin bilim-kurgusal bir fantazi olmaktan çıkıp gerçeğe dönüştüğü son derece tehlikeli bir dönemece girmiştir. Toplumdan bütünüyle uzak ve izole edilmiş bir hayat süren gizemli milyarder Ken Castle, büyük çaplı bir yatırımın ardından gelmiş geçmiş en hastalıklı internet oyunu olan “Katiller”i (Slayers) icat eder. Bu geniş katılımlı oyun, milyonlarca insana bilinçlerinin en derinindeki vahşi arzularını bütün dünyanın gözleri önünde gerçeğe dönüştürme imkânı sağlamaktadır. Ekonomik gücü yeten herkesin on-line bağlantıyla yönetici-oyuncu olabildiği, kısa sürede olağanüstü popüler bir kitle eğlencesine dönüşen “Katiller”, elde ettiği bu başarıdan aldığı pervasız cesaretle şimdi yepyeni ve korkunç bir boyut kazanmak üzeredir. Monitör ve klavyenin başında oturanlar ateş hattına artık sanal karakterleri değil, etten kemikten gerçek insanları sürecektir. Kobay durumundaki bu kişiler ise sağdan soldan kaçırılıp tutsak edilmiş insanlar ile biraz daha hayatta kalabilmek için her türlü zalimliği yapmaya hazır durumdaki idam mahkûmlarıdır.
Öte yandan, cesur ve bileği kuvvetli “Kable”, çağdaş bir gladyatör arenasını andıran bu kanlı oyunun merkezindeki en gözde savaşçıdır. Bilgisayar başında genç oyuncu Simon tarafından yönetilen kahramanımız, efendisinin ince hesaplanmış savaş stratejileri sayesinde önüne çıkan bütün engellere meydan okuyarak her hafta zaferden zafere koşmaktadır. Kable da pek çok hemcinsi gibi ailesinden kopartılıp hapsedilmiş, kendi iradesi dışında savaşmaya zorlanan bir kurbandır. Castle'ın ürettiği bu insanlık dışı oyundan kaçıp kurtulabilmek için ne yapıp edip hayatta kalmak zorunda olduğunun farkındadır. Akıl almaz bir faşizmin hüküm sürdüğü bu düzeni yıkıp özgür iradesi ve kimliğini geri kazanabilmek için can atan genç adam, en gözde savaşçı figürlerinden biri olduğu “Katiller”de giderek “oyunbozan”a dönüşmeye başlar. Castle'ın sapkın eğlence teknolojisi daha da kontrolden çıkmadan önce karısını, ailesini ve insanlığı kurtarmayı hedefleyen kahramanımız, bu amaçla sistemin yasaları ve yöneticilerine karşı gözükara bir isyan başlatacaktır. O artık kaderi klavyenin tuşlarındaki bir kukla değil, modern çağların “Spartacus”üdür.

FÜTÜRİSTİK BİLİM-KURGUNUN GÖZDE KONULARINDAN BİRİ

İnsanoğlunun parayı, rahatı ve yüksek teknolojiyi bulunca sapıtması ve kendini şeytanî merakların kucağına atarak gitgide özünden uzaklaşması, öteden beri gerek bilim-kurgu edebiyatı gerekse aynı türün sinemasındaki en gözde konular arasında yer almıştır. Sözgelimi, bu alanda hemen aklıma gelen en ünlü örneklerden biri “Logan'ın kaçışı” (Logan's Run)…

William F. Nolan'ın 1970'lerin ortalarında piyasaya çıktığında büyük sükse yapan romanı, yine o dönemde MGM şirketi tarafından önce yüksek bütçeli bir sinema filmine, hemen ardından da televizyon dizisine dönüştürülmüştü.

2270'lerin dünyasında geçen “Logan'ın Kaçışı”, yeryüzünü mahveden büyük bir savaştan geriye kalanların, insan ırkının
saflığını ve güzelliğini muhafaza edebilmek iddiasıyla bütün mensuplarını “en fazla 30 yaşına kadar yaşamak” gibi bir zorunluluğa tâbî tutuyordu. Böylelikle, herkesin son derece genç ve sağlıklı bir görünüme sahip olduğu, yaşlılara ve fiziksel sorunları bulunanlara asla geçit verilmeyen “zahirî bir cennet” atmosferine hükmetmekteydi o düzenin tiranları. Günü geldiğinde, yani 30 yaşına girenlerden oluşan küçük bir grup biriktiğinde de bunlar halkın panayıra gider gibi izlediği şatafatlı bir törenle öldürülüp öte âleme uğurlanmaktaydılar.

Ancak, görünürde son derece demokratik olup ardında ise katıksız bir faşizm barındıran bu fütüristik ülkenin “kafası lüzumundan fazla çalışan” bir yurttaşı, yaşı 30'a doğru yaklaşmakta olan Logan “Ben, kaderim ne kadarına izin veriyorsa o kadar yaşayacağım, size ne benim ömrümden” diyerek başkaldırıyor ve ona inanan bir kaç arkadaşıyla birlikte sistemi tehdit eden bir “özgürlük savaşçısı”na dönüşüyordu.

Bunun gibi, teknolojinin çığırından çıkmasıyla biçimlenen sapkın bir gelecek tasavvuru ve böylesi bir hastalıklı gidişe daha fazla dayanamayıp doğasındaki iyiliğin dürtmesiyle ona karşı çıkan çağdaş isyancıların öykülerinden daha pek çok pırıltılı örnek var bilim-kurgu yazını ve sinemasında… Günümüzde türün klasikleri arasında kabul edilen “Rollerball”, “Running Man”, “Deathsport”, “Mad Max”, “Death Race 2000” ve nihayet “Matrix” üçlemesi gibi yapıtların öyküleri de hep benzer bir temanın çevresinde dolanıp durmaktaydı. Açıkçası ben de yüksek teknoloji ve maddî refahın insanlara daha çok demokrasi değil, aksine daha boğucu bir despotizm getireceğine ilişkin -ciddiye alınası- siyasal ve toplumsal tezler öne süren bu alt-türü, kendi adıma ilk gençlik yıllarımdan beri büyük bir ilgiyle takip etmekteyim.

Bu hafta sonu gösterime giren yerli ve yabancı 7 yeni film arasından seçtiğim “Oyuncu” da aynı karamsar bakışın, kötücül gelecek tasavvurunun günümüzün akıl ve algı sınırlarını zorlayan görsel efektleri eşliğinde salonlara arz-ı endam ettiği kayda değer örneklerinden birini oluşturuyor.


BUTLER, BU HAFTA BAMBAŞKA BİR KİMLİKLE SAHNEDE

Geçen hafta yine bu sayfada “Haftanın Filmi” olarak tanıttığımız “Kadın Aklı, Erkek Aklı”nın ağzı bozuk televizyoncusu Gerard Butler'ın, bu hafta onunla taban tabana zıt bir başka karakterde, “Oyuncu”nun baş kahramanı Kable olarak karşımıza çıkması, film dağıtım düzenimiz adına ilginç bir rastlandı oluşturdu doğrusu… Böylelikle, İskoç kökenli Butler'ın yalnızca bir hafta arayla, rating telaşının hiç bitmediği televizyon stüdyolarında fink atan zampara bir salon erkeğinden kire-pasa bulanmış vaziyette dağda bayırda koşturan bir ölüm komandosuna kadar her çeşit role kolaylıkla uyumlanan elastiki oyunculuğunu daha bir derinlemesine inceleme fırsatı bulmuş olduk.
Öte yandan, tıpkı teknolojinin genel anlamda koştuğu hedef gibi, sinemada özel efekt teknolojilerinin ulaştığı baş döndürücü düzey de beni alttan alta tedirgin ediyor. Öyle ki artık beyazperdede neredeyse canlandırılamayacak hiç bir şey kalmadı ve bilgisayar programları kul aklının türettiği her türlü çılgınlığı, dekor, kostüm (ve dahası “insan”) gibi destekleyici fiziksel enstrümanlara bile gerek duymaksızın büyük bir inandırıcılık içinde beyazperdeye klonluyor. Daha once de Jason Statham'lı “Crank”ları birlikte çekmiş olan iki kanka yönetmen Mark Neveldine ve Brian Taylor'un ortak imzasını taşıyan “Oyuncu” da bu konudaki yetkinliğiyle resmen allak bullak ediyor insanı; dahası hem ses hem de görüntü cephesinde bir buçuk saat boyunca hiç kesilmeden sürüp giden bu özel efekt sağanağını takip etmek bir sure sonra zihni yormaya da başlıyor. Ancak Neveldine-Taylor ikilisinin “Crank”lardaki zorlayıcı ritmini iyi bilenler için pek alışılmadık bir durum değil bu.
Benim gibi beyazperdede nöbetler hâlinde gelen heyecan dalgaları görmeye alışmış eski tüfek sinemaseverleri bunaltsa da bu tür bir adrenalin komasından hoşlanan milyonlarca genç izleyici var.

Sonuç itibarıyla, “Faşizmin doğurgan karnı, yakın gelecekte gayrımesru bir çocuk daha dünyaya getirecek ve adı 'yüksek teknoloji' olacak bu çocuk da insanlığa mutluluk vermekten ziyade kök söktürecek” tezini savunan “Oyuncu”, anlattığı öyküyle gösterişli öncüllerinin söylediklerinin üzerine çok da fazla bir yeni söz ekleyemese bile en azından sözünü ettiğim teknolojik cambazlarıyla izlenmeyi hak ediyor. Yalnız, tasvir ettiği hastalıklı geleceğin doğal bir cürufu olarak kullandığı kadın çıplaklığı ve cinselliğe özellikle dikkat; her ne kadar söz konusu imajları uyarıcı bir mesaj dahilinde kullanmaya çabalıyorsa da bu yönüyle mütedeyyin izleyiciyi rahatsız edebilir.