İsveçli diplomat Henrik Liljegren anılarında Türkiye'nin 1974'de Kıbrıs'a askeri müdahalesinin Atina'daki yedi yıllık askeri cunta yönetimine son verdiğini açıkladı.
İki kez İsveç'in Ankara Büyükelçisi olarak görev yapan Henrik Liljegren'in, “Tallinn'den Türkiye'ye Bir İsveçli ve Diplomat” başlıklı anıları Merkez Kitapçılık tarafından Türkçeye çevirildi. Liljegren, Ankara'nın yanı sıra Washington, Paris, Brüksel, Beyrut, Doğu ve Batı Berlin'de de diplomat olarak bulundu. Liljegren'in Türk eşi Nil Hanım, eski bir Osmanlı ailesine mensup.
Anılarında Türk ve Yunan ilişkilerine geniş yer veren Liljegren, Kıbrıs sorununda Türk tezini haklı buluyor. Liljegren'e göre 'iki toplum iki devlet' modeli daha gerçekçi. Yunanlıların Türklere karşı, Yunan Ortodoks Kilisesi'nden ve Küçük Asya'da Helen İmparatorluğu'nu canlandırma heveslilerinden kaynaklanan önyargılara dikkat çeken Liljegren, “Türk tarafı da Yunanlıları kurnaz namussuz, intikamcı ve acımasız olarak görme eğilimindedir” diyor. Liljegren şöyle devam ediyor:
“Yunanistan hedeflerine akıllı politikalarla, Türkler ise kaslarını şişirerek varmaya çalışır. Türkler ve Yunanlılar tek tek insanlar alanında son derecede iyi anlaşırlar; özellikle de Yunanlılar Türkiye'ye gelmişse. Restoran sahibi Türk, müşterilerinin içinde Yunanlı olduğunu öğrenir öğrenmez Yunan müziği çalmaya başlar, insanlar dans edip bağırmak için ayağa kalkarlar.”
Liljegren, Yunanlıların, Atina-Ankara arasında bir sorun sözkonusu olduğunda AB üyesi ülkelerin ve ABD'deki Rum lobisinin desteğine güvendiklerini belirtirken, Türklerin ise iki ülke arasında sıcak bir çatışma çıktığında Batı'nın Yunan taraflısı bir girişimde bulunacaklarına inandıklarını ifade ediyor.
1967'de Yunanistan'da askeri darbe olmuştu. CIA destekli darbeciler, Sovyet Rusya ile iyi ilişkiler içinde olan Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios'u devirmek ve Adayı Yunanistan ile birleştirmek istiyordu. Bu yüzden Yunan cuntası, tescilli terörist Nikos Sampson'u ve EOKA-B'yi sahneye sürdüler. Kıbrıs'ı Türklerden arındırmak isteyen Sampson, Makarios'u devirerek Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. Türklere yönelik katliamlar üzerine Türkiye, adaya askeri müdahalede bulundu. Olaylar sırasında Rumların elindeki bir otelde canlı kalkan olarak kalan Liljegren, Türkiye'nin askeri müdahalesinin Yunanistan'ı nasıl etkilediğini ise şöyle anlatıyor:
“Türk müdahalesi Yunan cuntasının devrilmesiyle sonuçlandı. Cuntanın lideri Yuannides ülkenin en nefret edilen kişisi oldu: Cunta döneminde Yunan halkına uygulanan şiddetli baskıdan değil, Makarios'a karşı giriştiği başarısız darbe yüzünden Türk müdahalesine yol açıp, ülkeyi küçük düşürdüğü için. Konstantin Karamanlis sürgünde bulunduğu Paris'ten ülkenin başbakanlığına çağırıldı. Yunanistan demokrasiye döndü. Kader demokrasiye Türkiye'nin yardımıyla dönülmesini istemişti. Ne var ki Yunanlıların öfkesi ve küçük düşmüşlük duygusu ilk aşamada ABD'ye karşı dönecekti. Darbenin Amerika'nın desteğiyle hazırlandığı söylenmeye başladı. Yunanistan'ın hoşnutsuzluğu kendini ülkenin NATO'nun askeri kanadından ayrılması ve ülkedeki Amerikan üslerinin kapatılmasını istemesiyle gösterdi. 1974 Ağustosunda bir keskin nişancı ABD'nin Lefkoşe Büyükelçisini öldürdü. Katil kaçmayı başardı. Amerikalılar gerçekten Makarios'a karşı girişilen darbeyi desteklediler mi? Atina'daki ortak görüş, ABD'lilerin desteğinden emin olmasa, Yuannides'in planlarını gerçekleştiremeyeceğiydi. Yuannides'in Atina'daki CIA ile sıkı bağları vardı. Daha sonra Amerikalılar Dışişleri Bakanlığı'ndan Atina'daki Büyükelçileri Henry J. Tasca'ya Yuanndes'i planlarından vazgeçirmesi talimatı verildiğini iddia ettiler. Aynı zamanda da Tasca'nın nedendir bilinmez, Yuannides'le görüşmek için hiçbir girişimde bulunmadığı da ortaya çıktı.”
Henrik Liljegren, İki Almanya'nın birleşmesine Rusya, Fransa ve İngiltere'nin istemediklerini anlatır. Birleşik Almanya büyük bir güç olarak ortaya çıkması rahatsız ediciydi. Bu yüzden Rus ve ABD politikası NATO'nun devamı konusunda birleşti. NATO, ABD ve Avrupa arasındaki bağlantının en önemli unsuruydu. ABD'nin Avrupa'daki varlığı NATO ile mümkündü. Ama gelişmeler hem iki Almanya'nın birleşmesini sağladı hem Avrupa güvenlik politikasını ve NATO'yu derinden etkiledi. ABD ve Avrupa'nın Ortadoğu politikalarını irdeleyen ve kıyaslayan Liljegren'in, Amerika-Avrupa işbirliğini savunan diplomatlardan olduğunu da eklemeliyiz. Bu, Rus korkusunu derinden hisseden İsveç'in geleneksel anti-Amerikan politikasının değiştiğini de gösteriyor. Yer yer Bush II'nin Irak politikasını eleştiren Liljegren, ABD'nin yaptığı hataları anlayacağına ve bunun sonucunda yeni bir konsept belirleyeceğine dikkat çekiyor. Liljengren, bu öngörüsünü Winston Churchill'in şu sözüyle destekler:
“Amerikalılar her zaman doğrusunu yaparlar-ama ancak öteki seçenekleri tükettikten sonra.”
İsveçli diplomat Henrik Liljegren'in Türkiye'ye ilk gelişi, James Bond filmlerindeki sahneleri andıran gizli bir operasyonla ilgiliydi. Operasyon, Yunanistan'daki askeri cunta tarafından sürgün edilen eski solcu eğitim bakanı Yorgo Mylonas'ın Amorgos adasından kaçırılması idi. Cuntaya karşı muhalefeti örgütlemek için önemli bir isimdi Mylonas. Liljegren, bir sürat motörüyle Türkiye'ye kaçırılacak olan Mylonas'ı İsviçvre'ye ulaştıracaktı. Kod adı 'Kızıl Fare Kulağı' idi. Hareket üssü ise Bodrum'du. 1969 Eylülünde İzmir'e giderek Efes Oteli'ne yerleşen Liljegren'in Türkiye'ye ilk gelişiydi.
Liljegren, Bodrum'da da Halikarnas Otel'de oda kiraladı. İki haftalık bekleyişin ardından, Yunanlı kurye ile buluştu. Mylonas, bir Yunan teknesiyle Bodrum gümrüğünde idi. Liljegren şöyle anlatıyor:
“Uzun tartışmalar çıktı. Ardından da iyi niyetli kahkahalar. Ondan sonra, yüzü solgun ama toparlanmış Mylonas göründü. Arabaya bindiğimizde Mylonas Türk polis memurlarının pasaportlarında neden Yunan çıkış damgası olmadığını sorduğunu anlattı. Yunanlılar omuz silkmiş ve, “Yunanlılar, bilirsiniz işte” deyivermişlerdi. Kahkahaların nedeni buydu. Türk gümrükçüler bu açıklamayı yeterli bulmuş ve Mylonas'ın pasaportuna giriş damgasını basmışlardı. Mylonas'ı Türkiye'den çıkarmak benim işim olduğundan, pasaportun damgalanması beni çok rahatlattı. Hayatımın daha sonraki dönemlerinde, Türk gümrük görevlilerinin davranışının, Türk halkının Yunanlılara karşı tutumunun, sempati ve hoşgörüsünün tipik örneği olduğunu anlayacaktım. Omuzlar kaldırılıp “Ne bekliyordun ki? Yunanlı, işte” deniyordu.”
Liljegren, Mylonas'ın İstanbul'dan bir uçakla Cenevre'ye götürülmesini sağladı.