Ewald'a göre Fransız Aydınlanması Condillac'tan Holbach'a, Voltaire'den de nihayet Rousseau'ya “gereğinden çok gerilmiş” bile olsa bir yay çizerken 18. yüzyıl felsefesinin ana motifleri, giderek sorunlarının çözümü için çeşitlilik arz eden geniş bir alan sunar
Batı'da 18. yüzyılın hemen başlarından Fransız Devrimi'ne kadar geçen zamana “Aydınlanma Çağı” adı verilir. Çağın entelektüel iklimini belirleyen temel fenomen “akılcılık” olmakla birlikte Aydınlanma, belli başlı Batı Avrupa ülkelerinde kendine özgü bir serüven izler. Fransız Aydınlanma Felsefesi, adından da anlaşılacağı üzere, modern Batı açısından tarihsel önemi tartışılmaz “Aydınlanma” düşüncesini Fransa özelinde inceleyen bir çalışma. Oskar Ewald'ın 1924 tarihli eserini Gürsel Aytaç dilimize kazandırmış.
Ewald, kitabının Giriş'inde “Ortaçağ'ın ve Rönesans'ın sonunda, dünyayı tanımada akıldan başka otorite kabul etmeyen bir düşünce doğrultusu kendini gösterir. Pozitif dinlere karşı tutumu genel olarak henüz mücadele ya da reddetme şeklinde değildir, önce ilgi alanını sınırlamak istemektedir. Bu anlayışa uygun olarak inanç hakikatleri ve akıl hakikatleri vardır ve en önemli noktalarda her ikisi örtüşecektir de. Kısmen samimice, kısmen de şeklen mevcut dine saygı gösterilmektedir ve bunun karşılığında dinin salt düşünme sürecine karışmaması istenmektedir. Bu ilke tam olarak bütünüyle gerçekleşmez, ama yine de etkisi bütüncüldür. Yani: Bilginin biricik kökü olarak aklın güçlendirilmesi. Bu düşünce akımı, 18. yüzyılla 19. yüzyılın sınır çizgisinde zirveye ulaşır, ama yine de etkileri zamanımıza kadar sürer.” diyor ve objektivizm, natüralizm, mekanisizm gibi genele yayılan konturlar aracılığıyla Aydınlanma'nın bir tarifini vermeyi amaçlıyor.
Sözü geçen bütün karakteristik özelliklerine karşın, Ewald'a göre, Aydınlanma düşüncesine İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkelerin katkısı birbirinden oldukça farklıdır. Bu ülkelerin her birinde, Aydınlanma'ya mal olmuş başlıca öğretiler, hem aldıkları biçim hem de yöntem ve sunuluşları bakımından gözden kaçmayacak ayrılıklar gösterirler.
Ewald'a göre esasen Aydınlanma felsefi temellerini anavatanı olan İngiltere'ye borçludur. “Ve bu demektir ki birçok başka şeyde olduğu gibi Aydınlanma'da da yolu belirleme şerefinin bu millete ait olduğu yadsınamaz, her ne kadar bu şerefin bütün karanlık yanlarında payı olsa da ve üstelik derinlik ve titizlikçe Alman ulusunun, zarafet, kesinlik ve çekicilikte Fransız ulusunun gerisinde kalsa da. İngiltere'deki Aydınlanma sürecinin organikliği ve tabiliği bu sürecin tamamen İngilizce düşünce çizgisinde bulunması hatta bunun bir zirvesini oluşturmasıdır.” Buna göre asıl Aydınlanma Locke ve Newton'da başlayıp David Hume'da zirveye ulaşır. Yaratıcı hamlenin dışardan geldiği Almanya ise Leibniz ve Kant gibi iki büyük filozofla Aydınlanma düşüncesine derinlik kazandırmasını bilmiştir.
Fransız Aydınlanması da, tıpkı Almanya gibi, İngiltere örneğinden hareket eder. Ancak Fransız Aydınlanmasının en göze çarpan taraflarından biri İngiliz düşüncesine bağımlılıktır. Öyle ki Locke ve Newton; biri bilgi kuramı diğeri tabiat felsefesinde otoriteleri tartışılmaz birer yol gösterici olarak kabul görürler Fransa'da. Aynı nedenden olsa gerek Fransız Aydınlanması hiçbir zaman ne İngiliz ampirizminin ötesine geçebilmiş ne de sistematik felsefeye önemli bir yenilik getirebilmiştir. Bununla birlikte Ewald'a göre temelini İngiltere'ye, derinleşmesini Almanya'ya borçlu olan Aydınlanma, söylemini ve kitleleri etkileyen itici gücünü; deyim yerindeyse “kahramanları”nı Fransa'da bulur. Bu bakımdan “Fransız Aydınlanması bütünüyle ulusal bir fenomendir, tıpkı onun izindeki devrimin ulusal bir fenomen olması gibi.”
Esasen 18. yüzyılın “Aydınlanma Kahramanları” arasında Fransız düşünürleri ön planda gelirler. Diderot ve d'alembert', biraz da Locke analitiğine yaslanarak Ansiklopedi ile Batı'nın bilgi birikimini sınıflandırmış ve Aydınlanma'ya özgü bir “dünya görüşü”nün oluşmasını sağlamışlardır. Öte yandan çağdaşlarının hepsinden daha fazla “Rokoko ruhu” taşıyan Voltaire ve Rousseau gibi Condillac ve Montesquieu da hem Aydınlanmanın akla verilen önemde birleşen ancak birbirinden farlı çeşitli yaklaşımlarını geliştirmiş, hem de Aydınlanma'yı topluma yayarak Fransız Devrimi'ne doğrudan, Sanayi Devrimi'ne ise dolaylı olarak katkıda bulunmuşlardır. İngiliz ve Alman Aydınlanmaları genellikle ülke sınırları içinde ve görece etkisiz kalırken Fransız Aydınlanması kamuoyundaki derin değişim sayesinde siyasi rejimleri yıkabilecek güce ulaşmayı başarır.
Ewald'a göre Fransız Aydınlanması Condillac'tan Holbach'a, Voltaire'den de nihayet Rousseau'ya “gereğinden çok gerilmiş” bile olsa bir yay çizerken 18. yüzyıl felsefesinin ana motifleri, giderek sorunlarının çözümü için çeşitlilik arz eden geniş bir alan sunar. Esasen çalışmasını bu alanı incelemeye hasretmiş olan Ewald'ın yer yer Kant'ın ve “soylu vahşi” Rousseau'nun mirasına daha yakın durduğunu belirtmekte fayda var. “Rousseau çözüm olarak idealizmi işaret eder. Bu ise tam da Alman topraklarında, Rousseau'nun yeşerebilmesi için kuvvetli bir nedendir. Sentez ruhu burada analize üstün gelir; ya da genel söyleyelim: Maneviyat doğayı yener. (…) İşte Kant felsefesi. (…) Fransız Aydınlanması, bütün aydınlanma sürecinin erdemlerini ve eksikliklerini net bir şekilde göstermiştir. Onun temel ilkesi özgürlük ve kendi kendini belirleme, natüralizm ile bağdaştırılamaz. Eğer insan yalnızca bir doğa varlığı ise, o zaman düzenleyerek, biçimleyerek, yön vererek kendini doğa olaylarının üstüne çıkaramaz. Böylece Aydınlanmanın kendisi derin, ruhsal, ahlâkî-dini bir temellendirmenin gerekliliğine işaret etmektedir ve bu gerekliliğin yerine getirilmesi de çağımızın vazgeçilmez ödevidir.”