"Bundan sonra görev sizlerindir. Allah'a hamd ediyorum ki bugün elimdeki dalgalanan bayrağı teslim edeceğim inanmış yüzbinler var. Selam sana ey halkım. İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın." Büyük adamların önemli bir özelliği vardır. Onlar başlatır ve onlar bitirir... Bu Aliya portresi de öyle olacak. Aliya başladı, Aliya bitirecek.
Bilge Kral'ı, ebedi özgürlük yurduna uğurlayışımızın üzerinden bugün tam beş yıl geçti. Bilesiniz ki, bu yüzden 19 Ekim 2003'ten bu yana balkanlardan gelen havalar daha soğuk..
Bu soğuk veda mevsiminde Bağcılar Belediyesi'nin düzenlediği Aliya İzzetbegoviç Sempozyumu geride kalırken Aliya'ya edilen şahitlikler içimizi ısıttı.. Ben de orada duyduklarımı ve not ettiklerimin yanında Bosna va Aliya'ya dair gördüklerim ve bildiklerimle sizi de ısıtayım. Buna yani Aliya'dan bahsetmeye cüret edişimin sebebi de bizzat Aliya! Onu hayattayken göremesem de biliyorum ki cesur bir adamı anlatmak için de cesur olmalı! 'Aliya'sız bir dünyanın eksik olduğunu söyleme niyeti'yle yüklü cüretimi, bu yüzden mazur görebilirsiniz...
Bilge Kral veda ederken nasıl üşüttüyse bizi, bir Ağustos günü dünyaya geldiğinde de o denli sıcaktır dünya. Yıl 1925'tir. Yeryüzünde iyi ve kötünün bitmeyen mücadelesinin bir perdesi daha kapanmış, Aliya'nın doğduğu topraklar, anayurdundan koparılmıştır. Fakat Anadolu'nun kokusu yine de Aliya'nın üzerine siner. Çünkü o bir Osmanlı torunu, adını aldığı dedesi bir Osmanlı bürokratıdır. Dede Aliya, İstanbul'da askerliğini yaparken tanıştığı Sıdıka Hanım'ı alıp Bosna'ya götürür. Dedesinin Aliya'ya yaptığı güzellik, onu Türklerle akraba yapmakla sınırlı kalmaz. Aziziye şehrinde Valilik yapan dedesi, Sırplar Avusturya-Macaristan Arşidükü Ferdinand'ı öldürünce tutuklanan 40 Sırp'ı "Onlar masum" diyerek Avusturyalıların elinden alır. Zaman biraz ileri sarılır ve 15'lik delikanlı olan Bilge Kral kendisini zorla orduya almak isteyen Hırvatlar'dan kaçarken Sırp çetniklerin eline düşer. Bir dizi işkenceden geçirilir ve boğazı kesilerek öldürüleceği sırada bir grup Sırp komutan gelir. O komutanlardan biri Aliya'yı görünce yüksek sesle bağırır ve “Durun, bunu öldürmeyin!" der. Çünkü o Albay, dedesinin kurtardığı Sırplardan biridir.
Tarihler 1946'yı gösterirken, inandığı değerler uğruna bedel ödemek gibi soylu bir eylemin nasıl yapılacağını bize ilk kez gösterir Aliya. Henüz bıyıkları terlemeden Tito'nun ordusunca askere alınmış peşinden de tutuklanmıştır. Hakkındaki iddianame, onun 'bilge krallığa" giden yolculuğunun çoktan başladığını ilan eder. Suçu, Genç Müslümanlar Örgütü'nün üyesi olmaktır. Aliya cezaevindeyken liderleri öldürülür. Yaş ve beden olarak kemale erdikçe, fikir ve ruh dünyasını büyüten acılarla tanışır. İkinci dünya savaşında kayınbiraderi Bakır'ın da aralarında olduğu binlerce Boşnak'ın şehit edilmesine tanıklık eder. Üç yıllık prangalı ve sürgünlü cezaevi yıllarında ailesi yerini altı ay sonra bulur.
Hapisteyken bilge sıfatını veren fikirlerini de inşa etmekle meşguldür. Duygu dünyasına sıkışıp kalan doğuyu, maddenin sınırları dışına çıkamayan batıyı etüd eder ve tüm bunların ötesinde başka bir dünya öneren İslam'ı hayata geçirme fikrini örgüleştirir. Hapis sonrası yıllarını bir hukuk adamı olarak fikirlerini zenginleştirmekle hem de yeniden eyleme hazırlanmakla geçirir. 1980'lerde büyük ve onurlu liderlere annelik eden hapis hayatıyla bir kez daha tanışır. Altı yıllık bu ikinci esaret dönemi, dünyayı etkileyen zihni ve yüreği sancılı bir düşünürü meydan yerine çıkmaya hazırlar. "Doğu ve Batı Arasında İslam" tezi bu dönemde iyice şekillenir. Ve her büyük insan gibi sonu zaferle biten nefsi imtihanlardan geçer. İki kızı aracılığıyla yollanan "Pişman oldum, affımı istiyorum" yazılı dilekçeyi elinin tersiyle iter. Ruhundaki özgürlük tutkusu ve cesareti, Horasan erenleri gibi örnek yaşantısıyla birleşince Boşnaklar için dönüştürücü ve tatlı bir zehir olur. Sosyalist Yugoslavya, dağılma sürecine girince genel afla cezaevinden çıkar ve hemen işe koyulur. Komünizmin bir gün biteceğine inandırdığı dava arkadaşlarıyla SDA, yani Demokratik Eylem Partisi'ni kurar. Yıl 1989'dur. Ünlü İslam Deklarasyonu, o günlerde bir kez daha gün ışığına çıkar ve İslam dünyasında yankı bulur. Bu sırada Bosna bağımsızlık için yola çıkmış, halkın yüzde 90'ı tarafından Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Artık gönüllerde 'kral'dır…
Ve gün gelir, bu çilekeş fikir adamını karanlığın orta yerinde bir deniz feneri gibi görünür kılan çetin ve zor günler Bosna'ya çatar. Herkes imrenerek bakar Sarajevo'da, bombalar altındaki Aliya'nın Avrupa'nın göbeğinde Müslümanca, vakur, kararlı, bilgece ve askerce yaydığı beyaz ışığa... Savaş sırasında ona tanıklık yapanlar, bir kralın ihtişamıyla, bir dervişin sadeliğini bulur Aliya'da, izzetine, tabiiliğine şahitlik ederler. Fotoğrafların diliyle konuşan Süleyman Gündüz'e göre bir ikindi güneşidir Aliya.. Çünkü göremediğimiz detayları gösterir. Zorluklar, gerçek kahramanlarla, kağıttan kaplanlar arasındaki farkı gösteren bir turnosol kağıdıdır. Bosna savaşı da öyle yapar, fikir kahramanı Aliya'yı asker ve devlet adamlığı cilasıyla süsler. Türkiye Cumhuriyeti'nin Özgürlük Savaşçısı ödülü bu cilayı iyice parıldatır. Savaştan dünyaya erdemli ve onurlu bir lider nasıl olunur dersi kalmıştır.
Savaş sonrasında Aliya, devleti ve ulusu kutsayan Avrupalı düşünerlere Peygamber Medinesi'nden ilhamla herkesi kuşatan bir siyasetin nasıl yapılacağını da gösterir. Aliya'nın bize de diyecekleri vardır. Cuma'yı hangi camide kılacağını kimseye söylememesi, farklı bir ortamda Müslüman olduğunu gizlemesini asla gerektirmez. Yani gerektiği yerde gerekeni yapar Aliya! Öyle ki 52 devlet ve hükümet başkanının katıldığı bir toplantıda herkes kadehini şerefe kaldırırken elini kadehe bile uzatmaz. Aliya, Avrupa'nın orta yerinde asil ve asıl kimliğiyle görünerek, Avrupa'ya özentili bizlere aynaya bakma cesaretini de verir. Aliya'nın bu kendinize güvenin mesajı, 'kadehli mahalle baskısı' yapanlara seneler önce atılan şamardır. Ve tabi ki söyleyegeldiğim bir olgunun misyonu şefliği de Aliya'ya aittir. Yakın zamana dek Misak-ı Milli sınırları dışına kafası basmayanlar, Edirne'nin ötesinde bize ait bir şeyler olduğunu Aliya ile yeniden öğrenir. Şimdi kulak odalarımda Hatemi Hoca'dan duyduğum Yahya Kemal'e ait "Evvel giden ahbaba selam olsun erenler…" cümlesi yankılanıyor ve ben bitirmesi için sözü yeniden Bilge Kral'a bırakıyorum: "Tarihimizi kanımızla yazdık. Tüm acılara rağmen çok şükür ayaktayız. Şehitlerimizle inşallah cennet'de buluşacağız. Şimdi yeni başlıyoruz. Bundan sonra görev sizlerindir. Allah'a hamd ediyorum ki bugün elimdeki dalgalanan bayrağı teslim edeceğim inanmış yüzbinler var. Selam sana ey halkım. İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın."