Türkiye'de demokratların kendini ifade edebileceği yapılardan birisi de DTP olabilir. Bu, partinin aday belirlerken izleyeceği stratejiye bağlıdır. İçinde olduğumuz süreçte DTP'nin bilmesi gereken, bu sürecin sadece kendi partilerinin meselesi olmadığıdır
Artık herkesin tanıdığı Genç Siviller'in karşı bildirisinde değinildiği gibi uyku mahmurluğu ile kaleme alınan ve demokrasimizi tehdit eden gece yarısı muhtırası; karşısında “ama”sız, “lakin”siz durmayı gerektiren bir gelişmedir. Tehdit ve korku ile kendini var eden bir devletin elindeki en büyük silah olan şiddet kullanma tekeli, her geçen gün demokrasiyi ve dolayısı ile halkın refahını ve güvenliğini tehdit eder bir hale gelmiştir. Darbe tehditleri ile kimsenin kendini güvende hissedemediği bir ortamda, Türkiye siyasetinin nasıl olur da bu kadar rahat olabildiği kafa karıştırıcı bir durumdur. Bugün siyaset bu topraklarda sınıfta kalmıştır. Kendi alanına bu kadar müdahale eden bir güce karşı birlikte duramayan siyasi partiler, kendi meşruiyetlerini sorgulanır bir hale getirmişlerdir. Artık, demokrasinin bu denli tehlikeli görüldüğü günümüzde seçimlerin ne kadar anlamlı olacağını yeni Meclis'in yapısı belirleyecektir.
Önümüzdeki günlerde yapılacak seçimde birçok parti baraj endişesi nedeniyle ittifaklar oluşturmaktadır. Kendilerine merkez sağ diyen partilerin bir araya gelmesi ile başlayan bu dalgaya kendilerini “sol” diye nitelendiren partiler de kapılmışlardır. Sonuç itibari ile gelecek dönemde önümüzde çok farklı bir parlamento yapısı çıkmayacaktır.
Kendisini demokrat olarak adlandıranların, kayıtsız şartsız demokrasinin şart olduğunu savunanların, ille de sivillik diyenlerin, Kürt meselesi çerçevesinde daha demokratik ve daha kapsayıcı bir ülke düşleyenlerin hevesleri kursağında mı kalacak peki? Aslında bu sorunun cevabı seçimlere bağımsız olarak girmeyi kararlaştıran DTP'nin tavrıyla ilintilidir. Elbette belirtmek gerekir ki Ak Parti demokratikleşme anlamında büyük çabalar sarf etmiş ancak bazı noktalarda tıkanmıştır. Sivilleşme ve demokratikleşme adına gerek AB yolunda sarf ettiği çabalar gerekse de en son yapılan darbe tehdidine karşı takındığı tavır önemli ve anlamlıdır. Sorun şu ki, Ak Parti Şemdinli'de yaşananlar için yeterince çaba harcamamıştır, Hrant Dink cinayetinde mesafe alamamıştır, Nokta Dergisi'nin başına gelenler karşısında sesiz kalmıştır. Ayrıca 301. madde ve demokrasinin önünde bir anıt gibi duran diğer birçok maddenin üzerine de yeterince gidilememiştir. En son olarak da CHP ile birlikte bağımsız adayların Meclis'e girmesini engellemek adına antidemokratik bir hamle yaparak bağımsızların aynı oy pusulasında yer almasını sağlamıştır. Bu nedenledir ki kendisini kayıtsız şartsız demokrat olarak adlandıran bir siyasi parti ya da kişilerin Meclis'e girmesi, hem Ak Parti'nin daha demokrat bir yöne doğru evrilmesini sağlayarak AB yolunda ve demokratikleşme çabalarında elini güçlendirebilecek hem de Türkiye'nin bu uzun ve zorlu demokrasi mücadelesinde anlamlı bir role sahip olabilecektir.
Peki bu parti DTP olabilir mi? Bu parti seçime bağımsız adaylar ile girme kararı aldı. Bu gelişme hem Meclis'teki dengeleri etkileyecek hem de yukarıda saydığımız birçok kararın daha demokratik bir yöne çekilmesinde etkili olacaktır. DTP'nin önünde şimdilik iki seçenek duru yor. Bu seçenekler DTP'nin Meclis'e göndereceği milletvekili adaylarının belirlenmesi konusuyla ilgilidir. Her seçeneğin de önemli sonuçları olduğunu belirtmekte fayda var. İlk olarak DTP, Türkiye partisi olma söylemini kuvvetlendirecek bir strateji geliştirerek, adaylarını belirleme sürecinde adı bilinen yıpranmış Kürt siyasetçilerinden ziyade, topluma daha sempatik gelebilecek ve daha uzlaştırıcı bir tavra sahip olan adaylar belirleyebilir. Bu adaylar gerçekten de Türkiye'de demokratikleşmeyi ve eşitliği savunabilecek, demokrat kimlikli, Türkiye'de yaşanan her türlü mağduriyeti sahiplenen, işsizlikten çevre sorunlarına, Kürt meselesinden engellilerin haklarına, kadın haklarından çiftçilerin sorunlarına kadar birçok konuda sözü olan isimler olabilir. Söz konusu adaylar Kürt demokratları ile birlikte Türk demokratları da olabilir. Zira böyle bir seçenekte Yeni Demokrasi Hareketi'nin kadrolarından faydalanmak mümkündür. Kendini demokrat olarak tanımlayan Türk demokrat aydınları ve siyasetçileri, DTP'nin kendini Türkiye partisi olarak konumlandırması ve Türkiye'deki siyasetin kendi içerisinde yaşadığı tıkanıklığı gidermesi için bir can simidi görevini üstlenebilecektir.
Kürt siyasetçilerinin bu strateji ile hareket ettiklerini varsayarsak Türkiye siyaseti nasıl bir seyir izleyecektir peki? Eğer DTP, Türk demokratlarını sadece Batı'dan değil Doğu'dan da aday gösterebilirse, önümüzdeki dönemin Meclisi'nde öngörülenden daha fazla milletvekili seçtirmiş olacaktır. Böyle bir tabloda, Türkiye'de bugün yaşadığımız birçok sorunun çözümünde anahtar bir işleve sahip olabilecek yeni ve sivil bir Anayasa için yer yer Ak Parti ile birlikte hareket ederek güçlü ve gerçekten de demokrat bir muhalefet ortaya çıkacaktır. Türkiye'nin demokratikleşmesi ve AB yolundaki ilerlemenin devam etmesi yolundaki her türlü engel yine böyle bir muhalefet ile birlikte daha rahat aşılacaktır. İşçilerin ve diğer mağdurların hak arama mücadeleleri daha güçlü ses verecektir. Başörtüsü mağdurlarından Alevilere, gayrimüslimlerden diğer mağdurlara kadar her türlü sorun daha demokrat bir pencereden çözüme ulaşacaktır. Kürt meselesinde yine Ak Parti'nin arada sırada yaptığı cesur çıkışlar karşılığını bulabilecek ve bu mesele daha demokratik ve daha barışçıl bir yolla çözüme kavuşacaktır. Türkiye'de gerçek demokratların kendini ifade edebileceği böyle bir yapı için DTP'nin aday belirlerken daha dikkatli davranması ve bu meselenin sadece kendi partilerinin meselesi olmadığını bilmeleri gereklidir.
DTP'nin ikinci seçeneği ise şöyle şekillenmektedir. Kendi kadroları ile hareket edip aday belirleme sürecinde eski isimleri tekrar ortaya çıkararak ve Türkiye'de siyaset yapma biçimini sadece Kürt meselesine bağlayarak hareket edebilirler. Zira Ahmet Türk'ün yaptığı basın açıklamasında bunun işaretleri görülmektedir. Ahmet Türk, hem eski DEP'lileri hem de diğer bildik isimleri aday göstereceklerini söylemektedir. Ayrıca seçilecek kişilerin özelliklerini tarif ederken, 'Demokrasi ve özgürlük mücadelemize emek vermiş biri olmalıdır' diyerek meseleyi sadece DTP açısından ve Kürt meselesinde verilen mücadele açısından gördüklerinin altını çizmektedir. Ancak Türkiye partisi olma iddiasında olan bir partinin Türkiye'nin demokratikleşmesi ve özgürlük mücadelesi yerine “bizim mücadelemiz” söylemini geliştirmesi samimi olmadığı kuşkularını gündeme getirmektedir. Ayrıca DTP'nin gösterdiği adayların bilindik ve inandırıcılığını yitiren, Türkiye toplumuna yeterince güven vermeyen siyasetçilerden oluşmuş olması da ilk seçenekteki gibi bir Meclis tablosunun pek de gerçekleşecek gibi olamayacağını göstermektedir. Böyle bir durumda gelecek parlamentoda yer alacak DTP milletvekillerinin sürekli bir saldırıya maruz kalacakları büyük olasıdır. Bu saldırı Kürt kimliği üzerinden yapılacak ve Kuzey Irak'ta yaşanan gelişmeler çerçevesinde gelişecektir. Zira Kuzey Irak'ta yaşananlar hâlâ devletin en üst kademesinde laiklik konusundan daha önemli bir yere sahiptir ve önemini ileriki süreçlerde daha da arttıracaktır. Bunun sinyallerini hem Büyükanıt'ın basın toplantısında her ne kadar fark etmesek de savaş ilan etmesinde hem de muhtıranın son cümlesindeki Ne mutlu Türküm demeyenlerin düşman ilan edilmesinde görebiliriz. Meclis'e girecek Kürt milletvekilleri kendilerini; hem medya hem diğer milletvekilleri hem de asker tarafından sürekli bir kuşatılmışlık altında hissedeceklerdir. DTP hangi söylemlerle ortaya çıkarsa çıksın kendisi hakkında oluşan haklı veya haksız bir önyargı sonucu tehdit olarak veya muhtıradaki gibi düşman olarak görülecektir. Bu durumda askerin siyasete müdahalesi kolaylaşacak ayrıca PKK ve Kuzey Irak ile olan mücadelesi daha sert bir zemine kayabilecektir. Yani Türkiye'nin tekrar bir çatışma ve savaş ortamına girmesi ihtimali kuvvetlenecektir.
Önümüzde duran gerçeklik; bir gece yarısı muhtırası ile gelen darbe tehditleri ve söylemlerde, “sözde vatandaş” tanımından “düşman vatandaş” tanımlanmasına geçiştir. Bu gerçeklik karşısında Meclis'te demokrat olan bir partinin önemi çok iyi anlaşılacaktır. Sol olduğu varsayımıyla hareket eden ancak Türkiye siyasi hayatına cumhuriyetin temel değerleri ve laiklik söylemi dışında kendilerine varlık alanı yaratamayan partilerin, Türkiye toplumunun yaşadığı mağduriyetleri çözmeye çabalamaktan ziyade, pekiştirdiği ve hatta yeni mağduriyetler ürettiği aşikardır. DTP; en son Meclis'te kendisine uygulanan ambargo karşısında bile demokrasi adına, sivilleşme adına, eşitlik ve adalet adına hareket edebilecek bir parti olabilecek mi, bunu yaşayarak göreceğiz. Kürt siyasetçileri geliştirecekleri stratejiler ile sadece Kürt halkının değil, Türkiye'de yaşayan ve çatışma ortamından usanan, işsizlik ile boğuşan, inançlarının gerektirdiği gibi yaşayamayan, zorla dinlerine müdahale edilen, fikirlerinden dolayı sokak ortasında öldürülme tehlikesi ile yaşayan yurttaşların da umudu olabilirler.
Demokrat Türk ve Kürt aydınlarının, siyasetçilerinin bir arada hareket ederek bizlere, yani tüm yurttaşlara artık yaşanılabilir bir ülke yaratmalarını ve siyaseti normalleştirmelerini büyük bir umutla bekliyoruz. DTP; yaşadığı mahalle ne kadar kirli olursa olsun kendi evinin önünü bıkmadan usanmadan süpüren bir mahalle sakini gibi davranmalı yani antidemokratik bir süreçte kendini demokrat olarak konumlandırmalıdır.
* Genç Siviller Hareketi Üyesi