Merkezi İngiltere'de bulunan ve 10 yıldır dünya çapında faaliyet gösteren İslami İnsan Hakları Komisyonu'nun Başkanı Mesud Şadcari, Batı'daki İslam korkusuyla mücadele ettiklerini ancak asıl mücadeleyi Müslümanların kendi içinde vermeleri gerektiğini söyledi
Amerika'ya düzenlenen 11 Eylül saldırılarının yıldönümünü geride bıraktığımız şu günlerde Batılı ülkelerde İslam'ın terörle bağdaşlaştırılması yüzünden korkular artarken, önemli bir “İslami insan hakları” örgütünün başkanı İstanbul'daydı. İngiltere'de yaşayan İran asıllı Mesud Şadcari, 10 yıl önce İngiltere'de kurduğu İslami İnsan Hakları Komisyonu (Islamic Human Rights Comission-IHRC)'nun başkanı ve Türkiye'de bu güne kadar bir çok inanç mağdurunun sorununu Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)'ne taşıyarak davaların olumlu sonuçlan- masında büyük rol oynamış biri. Amerika'daki eğitim yıllarında Vietnam savaşı karşıtlığı yaşamındaki mücadele sayfasını açarken bugün de 'adaletsizliğe meydan okumayı' adeta gençliğinde taşıdığı inançla savunuyor. Şadcari ile, yürüttüğü mücadelenin sınırlarını ve 'İslami insan hakları'nın ne anlama geldiğini konuştuk.
Avrupa ve Amerikan medyasında 9/11 olarak neredeyse hergün telaffuz edilen sihirli rakamlar, yani bildiğimiz 11 Eylül, Şadcari'ye göre İslami İnsan Hakları Örgütü'nün de asıl kuruluş tarihi. “Çünkü Amerika'ya düzenlenen bu saldırılar, Müslümanlara ve İslam dinine yönelik saldırıların ve yeni türeyen 'İslamafobia'nın da başlangıcıdır” diyor. Şadcari, amacını 'adaletsizliğe meydan okumak' şeklinde özetlerken, kime meydan okuyacağı sorusunda düğümleniyor herşey. Çünkü ona göre asıl sorun İslam'ın gerçek anlamının bilinmiyor olması. Bunu bilmeyense sadece Batı değil, İslam dünyasının ta kendisi.
Şadcari, Ortadoğu ülkelerinin hiçbirinde İslam'ın insan hakları anlayışının bilinmediğini söylüyor. Yürüttükleri faaliyetlerin yüzde 80'inin bu ülkelerle bağlantılı olduğunu belirten Şadcari şöyle devam ediyor: “Müslüman hakları her yerde ihlal ediliyor. Hem Guantanamo, Ebu Gureyb gibi gizli hapishanelerde hem de Müslümanların kendi ülkelerinde, kendi elleriyle koydukları kanunlarla.” Diğer yandan Şadcari, “İslam kanununu uyguladıklarını iddia edenlerin eylemleri İslam'ı her zaman temsil etmiyor” diyerek şu kritik sorunun Müslümanlar tarafından sorulması gerektiğini vurguluyor: “Niçin bu aktörler sahnede?”
Türkiye'deki başörtüsü sorunuyla ilgili bir rapor oluşturma hazırlığında olduklarını söyleyen Şadcari, tüm bilimsel, araştırmalarına rağmen, sokaktaki insandan en doğru bilgiyi edindiğini söylüyor. Biz başörtülü ve örtüsüz muhabirlere bakıp gülümserken “Türkiye'de bu sorun, 'yaratılmış' bir sorundur. Oysa herkes yan yana barış içinde yaşayabiliyor. Sırf bu yüzden Türkiye nice zeki ve yiğit kızını, oğlunu yitirdi” diyor.
İslam ve insan haklarının tartışıldığı bir yerde, biz de geleneğe uyup İran'ı soruyoruz. Şadcari “İran'da hem Türkiye'dekinden hem de İngiltere'dekinden daha fazla oranda kadın sosyal yaşamda varlık gösteriyor. Çoğu kez İranlı kadınlar İngiliz kadınlardan daha özgür.” diyor. Şadcari'nin bu sözleri bize ilginç gelmiyor. Çünkü geçmiş İran seyahatlerimizde edindiğimiz izlenimler bunu doğrular nitelikte. Örneğin Tahran'da araç sürücülerinin neredeyse yüzde 40'ı kadın. Ancak kendisinden İran'ı ve Türkiye'yi karşılaştırmasını istediğimizde her iki ülkenin de insan hakları konusunda atması gereken sayısız adımın olduğunu vurguluyor.
“Müslümanız ancak evrenselciyiz. İnsan haklarının konuşulduğu bir alanda İslam'dan bahsetmemek İslam'ın insan haklarıyla çeliştiğini kabullenmektir. Gerçek anlam Allah'tadır. Sorumlu olduğumuz güçtedir. İnsan haklarında eşitlik yasasını bütün ülkeler, kurumlar, yasaları koyanlar bir kural olarak benimseyip önlerine koyarlar. Oysa İslam'ın kanununda böyle bir yaptırıma veya kurala gerek yoktur. Çünkü eşitlik onun özünü teşkil eder: Tüm insanlar Allah katında eşittir. Bu, insan hakları için verdiğim mücadelede beni en çok etkileyen nokta ve vardığım en nihai sonuçtur.” Bu sözler, Şadcari'nin, “İnsan hakları mücadelesinde bugüne kadar vardığınız en önemli sonuç nedir?” sorusuna verdiği, belki de tüm röportajı özetleyen cevabı olarak hafızalarımıza kazındı.
Massoud Şadcari'in hayatı, 1960'lı yıllarda ABD'nin Berkeley Üniversitesi'nde okurken Vietnam karşıtı gösterilere katılması ile değişmiş. “Kampüste gözyaşı bombaları ile yaşardık, bu yüzden sürekli yanımızda mendil bulundururduk. Savaşta en yakın arkadaşlarımı kaybettim. Bu bana savaşın kötü yüzünü gösterdi” diyen Şadcari, buradan İngiltere'ye gelerek çalışmalarına başlamış. 1997 yılında IHRC'yi kuran Şadcari'nin en önemli özelliği İngiliz mahkemelerinde 'bilirkişi' sıfatıyla davalara müdahil olabilmesi. Yaklaşık 50 davada dosyanın seyrini değiştiren Şadcari, İslami terminoloji üzerine yapılan açıklamalarda danışmanlık yapıyor, savunma makamını destekleyici raporlar hazırlayıp mahkemeye sunuyor. 17 bin gönüllüsü olan örgüt, 'başörtüsü ve kamusal alanda görünülürlüğü', 'Müslüman topluluğun sosyal kimliksizleştirme karşısındaki durumu', 'anti terörizmdeki terörün adı' gibi raporlar hazırlıyor.
Şadcari'nin Türkiye'de yürüttüğü İslami insan hakları incelemesi şimdilik bir rapor şeklinde olmasa da araştırma sonuçları olarak Birleşmiş Milletler'e sunulacak. Mesud Şadcari'nin başkanlığında IHRC, daha önce Türkiye'de başörtüsüyle ilgili Hüda Kaya ve Gül Aslan davalarınının AİHM'e taşınmasında ve davaların olumlu sonuçlanmasında büyük rol oynamıştı. Özellikle üç çocuk annesi Gül Aslan'ın davası dünya kamuoyunun da gündemine oturmuştu.