Her kıpırdanış bir 'imkânsız'ı gösterir

Ali Sali
00:004/05/2009, Pazartesi
G: 4/05/2009, Pazartesi
Yeni Şafak
Her kıpırdanış bir 'imkânsız'ı gösterir
Her kıpırdanış bir 'imkânsız'ı gösterir

Usta yazar Rasim Özdenören yedi yıl aradan sonra İmkansız Öyküler ile okuyucunun karşısına çıktı. Her kitabında edebiyatseverleri şaşırtmayı başaran Özdenören, bu kez kısa öykülerle sınırları zorlayan bir anlatım biçimi kullanıyor

Türk hikâyeciliğinin en önemli isimlerinden Rasim Özdenören, uzun bir aradan sonra yeni kitabı İmkânsız Öyküler ile çıktı okuyucunu karşısına. Usta yazar kısa öyküler, kaleme aldığı kitabında, her kelimenin hakkını verirken, öykülerini de başka bir boyuta taşıyor. “Bir canlının yaşadığı her an bir mucize değerindedir. Ve imkânsız olan bir durumun tecellisidir” diyen Özdenören, İmkânsız Öyküler'de hayatın içinde olup da gerçekte imkânsız olan durumları vurgulamaya çalıştığını dile getiriyor.

HAYAL KAYNAKLI İMKANSIZLIK

İmkânsız Öyküler onbirinci hikâye kitabınız. Bir öncekiyle arasında yedi yıllık bir zaman aralığı var. Bu, uzun bir zaman aralığı değil mi?

Bilmiyorum uzun mu? Aslında bu son kitabın içinde 80 parça metin olduğu düşünülürse süre uzun da sayılmayabilir. Bu öykülerden birkaç tanesi 1987 yılında yazılmıştır. Aradaki yıllarda yazılan başka öyküler de var. Yoğunluklu olarak da son birkaç yılın ürünleri. Basım belki geç, ama bizim uğraşımız açısından sürecin kesintisiz devam ettiği görülür sanıyorum.

Kitabın ismi niçin İmkânsız Öyküler? Kitaptaki metinlerde kahramanların sanki bir imkânsızlık hali algılanıyor. Başlıktaki imkânsız bu halin imkânsızlığı mı?

Bu anlatı imkânsızlığı değil. Metin kendi içinde dilsel olarak meramını ifade ediyor sanırım. Fakat anlatılan halden kaynaklanan bir imkânsızlık söz konusu. Kimi öykülerde bu imkânsızlık irrasyonel veya sürreel boyutlarda bile görünebilir. Fakat her şeye rağmen o halin gerçekliğinin vurgulanması gerekiyordu. Bana sorarsanız bir canlının yaşadığı her an bir mucize değerindedir. Ve imkânsız olan bir durumun tecellisidir. Bir nefes almak, bir bakış, bir an, bir düşünme pozisyonu, parmağın ufacık bir kıpırdanışı bir imkânsızı göstermiyor mu? Bu kitapta hayatımızın içinde olup da gerçekte imkânsız olan bu durumlar vurgulanmaya çalışıldı.

İmkânsız Öyküler'in kahramanları biraz dikkatlice bakınca halleri sürreel, ama toplumsal konumları açısından bakıldığında sanki uçuk, kıyıda kalanlar gibi algılanıyor. Öykü kişilerini toplumsal konumları açısından nasıl izah edebiliriz?


Bana kalırsa öyküde yer alan kahramanların tamamı bizim gündelik hayatımız içinde yer alan kişiler. O kişiler kendi hayatlarının gündelik doğası içinde yaşıyor. Ama o gündelik hayat dile getirildiğinde bir imkânsızlığı vurguluyor. Burada 80 parça metin olduğunu söyledik. Hemen aklıma gelen Kedicik başlığını taşıyan öyküye bakalım. Bir miyavlama sesinin doğal olmayan nesi var? Ama o ses gecenin karanlığıyla, bir kedi yavrusunun çaresizliğiyle, rüzgârda hışırdayan yaprakların sesiyle ve daha böyle binlerce ayrıntıyla aynı anda oluştuğu zaman, işte tam da o imkânsız olan durum ortaya çıkıyor. Bir anneyle küçük kızının tren yolculuğu gündelik hayatımızda her zaman gördüğümüz olaylardandır. Ama bu iki kişinin bir bayram arifesinde annenin kederden dişlerini sıkarak çocuğuna cevap vermesi, bir süre sonra karşılaşmayı düşündüğü bir gömüt taşının karşısında durmayı beklemesi, tren dumanının savrulması ve daha böyle nice ayrıntılar o doğal tablonun içinden fışkıran bir imkânsız hüznü resmediyor. Ben burada tabiî bu öykülerin tahlilini yapmak istemiyorum, yapmıyorum. Ama gündelik hayatımızın içinde duran imkânsızı işaret etmek istiyorum.

YALIN OLMA KAYGISI TAŞIMIYORUM

Gündelik hayatımızdaki imkânsıza işaret edebilecek dil de özel bir dil mi?

Burada sanırım benim niyetimden ziyade gerçekleşmiş olan metne bakmak lazım. Ben, burada özel bir dile, özel bir anlatıma ulaşmak istedim. Kimi eleştirmeciler, dilimin sade olduğunu söylediklerinde gerçekten şaşıyorum. Çünkü benim kendime bile bu dil fazla sade görünmüyor. Tersine, girift, yer yer anlaşılması zor bir ifade tarzına başvurulduğunu düşünüyorum. Çünkü metnin içeriği böyle gerektiriyor. Yalın veya sade olma kaygısından hareket etmiyorum, bu kurguyu en iyi nasıl anlatabilirim, düşüncesinden yola çıkıyorum.


Kitaptaki metinlerde sürreel bir gerçeklik göze çarpıyor. Bu yeni bir metinsel tarz mı sizin açınızdan?

İsterseniz yeni bir tarz da diyebilirsiniz. Bu, eleştirmecinin, edebiyat tarihçisinin karar vereceği bir olay. Biz elimizden geldiği kadar geçmişte yaptıklarımızı tekrarlamamaya çalışıyoruz.

Öyküler çok kısa metinlerden oluşuyor. Bu da bizim açımızdan yeni. Bu sizin açınızdan da yeni mi?

Kısa olmaları açısından yeni değil.

Bu uzunlukta olan bazı öykülerimiz Hastalar ve Işıklar kitabımızda da yer aldı. Gene bizim başlangıçta yazdığımız öykülerin arasında buna benzer uzunlukta çok kısa metinlerimiz de vardı. Fakat onlar yayınlanmadı. Ben elimden gelse daha da kısalaştırmak istiyorum metinleri.

Niçin kısalaştırmak istiyorsunuz?

Zora talip olmak lazım. Kısa yazmak her zaman zordur. Kısa yazmak belagat gerektirir.