İslam dininde kurban, sosyal yönü ağır basan bir ibadettir. Bu ibadetin yoksulları kollama yönü gözardı edilemez. İslam, ruhaniliğin ve cismaniliğin dengelendiği bir dindir. Ahiret âlemine yönelik çabaların yanında, dünyevi çabalar da asla ihmal edilmemiştir.
İslam'ın iki büyük bayramı olan Ramazan ve Kurban Bayramı, Müslümanların Mekke'den Medine'ye hicretlerinden iki yıl sonra yani 624 yılında ilahi bir armağan olarak verilmiş ve o tarihten beri her yıl Kameri takvime göre kutlanmaktadır.
Müslümanların bayram gelenekleri, her çağdakinden daha çok günümüzde ihtiyaç duyulan insancıl öğeleri içinde barındırıyor. İslam; bencilliği reddeden, kişinin kendisi için sevdiği ve istediği şeyi başkaları için de sevip istemesini, sevincin ve mutluluğun paylaşılmasını emreden bir dindir.
Hemen her bayramın barışçı, toplumsal yardımlaşmayı özendirici yönü vardır. Fakat bizim dini bayramlarımızda barışma, kaynaşma, yardımlaşma pratikleri iyice öne çıkarılmış; bunların keyfi olmaktan çok bir görev olarak yerine getirilmesi istenmiştir. İşte, Kurban Bayramı'nın temeli olan kurbana bu mantıkla yaklaşmak gerekir.
İslam dininde kurban, sosyal yönü ağır basan bir ibadettir. Bu ibadetin yoksulları kollama yönü gözardı edilemez. İslam, ruhaniliğin ve cismaniliğin dengelendiği bir dindir. Ahiret âlemine yönelik çabaların yanında, dünyevi (seküler) çabalar da asla ihmal edilmemiştir. Kurbanın bir amacı Allah'a kulluk, O'na bağlılık, buyruklarına sadakat ve bu yolda fedakârlık (Kur'an, Hac Suresi: 37) ise; diğer amacı, yoksulları et gibi zengin ama pahalı bir besin kaynağından yararlandırmaktır (Hac Suresi: 26). Gerçekten gerek Türkiye'de gerekse diğer Müslüman ülkelerde sadece Kurban Bayramı'nda et yeme imkânına kavuşan milyonlar vardır. Ayrıca birçok hayır kurumu (Darülaceze, huzur evleri, bazı yurtlar) yıllık et ihtiyacının tamamını, bayram dolayısıyla bağışlanan kurbanlarla karşılamaktadır.
Bir ülkenin vatandaşlarının gerektiği kadar et tüketme imkânı elde etmeleri refah ve mutluluk işareti sayılmaktadır. Günümüz dünyasında geçmişten farksız olarak bu anlamda ülke sayısı sınırlıdır. İslam ülkelerinde ise, az gelişmiş veya gelişmekte olan bütün ülkelerde olduğu gibi büyük bir dengesizlik mevcut. Dinimizin emri olan kurban, bu dengesizliği bir ölçüde dengelemeye hizmet eden bir ibadettir. İslam'ın emri olan kurbanı bu yönüyle; diğer dinlerin kurbanlarıyla, mitolojideki kurbanlardan ayırmak gerekir. Çünkü bu kurban ilahî olduğu kadar insanîdir.
Yine konumuz olan kurbana bazı kimselerce yöneltilen “Gereğinden fazla hayvanın kesilmesine ve hayvanlara yönelik bir zulme sebep oluyor” şeklindeki eleştiri de tutarlılıktan uzaktır. Bayram günleri kesilen hayvan sayısında nispî bir artış olduğu doğrudur. Fakat bu fazlalık, bayramdan sonraki haftalarda ve aylarda ete olan talebin azalması sayesinde dengelenmektedir. Ayrıca yukarıda değindiğimiz üzere birçok hayır kurumu, haftalık, aylık değil, yıllık et ihtiyacını bağışlanan kurban ve etleriyle karşılamaktadır. Şayet, et ihtiyacı için çok sayıda hayvan boğazlamak medeni olmayan bir davranış, insanlara özgü bir gaddarlık ise, dünyanın en gaddar ülkeleri bugün G-7 adıyla anılan dünyanın en zengin ülkeleridir. Bu ülkelerde kişi başına düşen et tüketimi, yoksul ülkelerle mukayese edilemeyecek kadar yüksek oranlardadır. Sözgelişi son istatistiklere göre Avrupa Birliği ülkelerinde kişi başına düşen yıllık kırmızı et tüketimi (60 kg), bir Türk vatandaşının yıllık kırmızı et tüketiminin (15 kg) dört katıdır. Daha yoksul, daha az gelişmiş Müslüman ülkelerle kıyaslandığında bu fark çok daha artmaktadır.
Ünlü şair ve yazarımız Ahmet Haşim, 1930'lu yılların başlarında bugün G-7'lerden biri olan Fransa'nın başkenti Paris'te bir müddet ikamet etmiştir. Bu sırada bütün Paris lokantalarında et yemekleri yemekten (başka seçenek olmadığı için) usanmış ve bu hali şu ifadesiyle okuyucusuna yansıtmıştır: “Yalnız Fransa toprağı üzerinde yaşayanların boğazından her gün biftek, rumstek, şatobrian vb. şeklinde muazzam bir dana, öküz, domuz, keçi, at ve eşek sürüsü geçer...”
Bugün bütün İslam ülkelerinde, hem yoksulluktan hem de adaletsiz gelir dağılımından kaynaklanan yetersiz ve dengesiz bir beslenme söz konusudur. Kurban etleri dinimizin öngördüğü biçimde yoksulları mutlaka hesaba katmak suretiyle değerlendirildiği takdirde, görülmekte olan beslenme bozukluğuna önemli ölçüde çare olabilir.
Yüzyıllarca hac dolayısıyla Suudi Arabistan'da kesilen on binlerce kurban değerlendirilememiş; etleri ve derileri işe yaramaz kısımlarıyla birlikte toprağa gömülerek ziyan edilmiştir. Açlığın ve yoksulluğun kol gezdiği birçok Müslüman ülke söz konusuyken yapılan bu israf, İslam'ın tutumluluğa yönelik çok sıkı telkinleriyle tam bir çelişki arz etmiştir. Son yirmi otuz seneden bu yana, gıdaları bozulmadan uzun süre saklamaya imkân veren teknoloji sayesinde kurban etleri İslam dünyasının muhtaç bölgelerine gönderilerek değerlendirilmeye başlanmıştır. Günümüzde Müslüman ülkelerin kendi içlerinde kesilen kurbanlar ise sadece etlerinden değil, deri ve bağırsaklarından da en iyi şekilde yararlanılarak israfa meydan verilmemektedir.
Kurban ibadeti, Müslüman ülkelerde kısa bir dönem için de olsa ciddi bir ekonomik canlılığa neden olmakta, toplumsal iyilik için oluşturulmuş birçok vakıf ve kuruluşa hatırı sayılır bir finansman sağlamaktadır. Bu durumun bir ironisi bile söz konusudur. Şöyle ki; dine, ibadete mesafeli kimi radikal laik vakıf ve organizasyonlar; Kurban Bayramı geldiğinde Müslümanların bu ibadetinin maddi getirisinden yararlanmak için önemli çabalar harcamakta, dindarca mesajlar içeren sloganlar üretmekte, benzer vakıf ve organizasyonlarla da sıkı bir rekabete girmektedirler. Bu da göstermektedir ki kurban, toplumsal hayra yönelik işlevi olan, İslam'ın önemli, ihya edici mali bir ibadetidir.