Ramazan boyunca arada bir göz attığım televizyon dizilerinde dini söylemlere dönük atıfların geçen yıllara göre büyük bir artış gösterdiği dikkatimi çekti. Gerçi Ramazan'dan önce de buna bir temayül vardı: Televizyon dizileri, daha geniş bir kitle tarafından izlenmek için dini ve geleneksel motiflerden giderek daha fazla yararlanmaya çalışıyorlar. Bu yaklaşım öteki programlara da yansıyor. Kadın programları ve haber bültenleri, gündemdeki konuları dini açıdan yorumlayan ilahıyatçılara yer veriyorlar.
Dini temsillerin görünürlüğünün veya bu temsillere göndermelerde bulunulmasının birkaç nedeni var. İlk olarak sinemada ve televizyonda yeni arayışlar ve yeni talepler kendini dayatmış bulunuyor bütün dünyada. Soğuk savaş yıllarının pozitivizmine bir tepki olarak, dönemimizde bir mâna ve maneviyat arayışı bütün dünyaya hakim olmuş durumda. Bunun yanında Batılı olmayan ülkelerin sinemalarının 'yerli' nitelikleriyle evrensel bir başarı kazanabileceği kanaati artık genel bir kabul görmeye başladı. Türk sineması bu dalganın gücünü 90'lı yılların ikinci yarısından itibaren farketti denilebilir. Dolayısıyla, toplum ve değerleri konusunda daha gerçekçi filmler yapılmaya başlandı. Tabii bu yeni yönelimi birden çok unsur şekillendiriyor. Bu noktada, yeni yönetmenler kuşağının eski ideolojik katı yargılardan uzak bulunuşlarınının önemini de gözardı etmemeliyiz.
Yine de başı örtülü kentli bir genç kıza rastlanmıyor televizyon dizilerinde ya da sinema filmlerinde, ya da genç ve aklı başında bir dindara rastlamak hemen hemen imkansız. Başörtüsünün sinema filmlerinde ya da yerli dizilerde çoğunlukla ninelere özgü bir unsur olarak kullanılmasına alışıktır Türk seyircisi. Bu konuda çarpıcı bir örnek, Kurtlar Vadisi. Bu filmin dokusu içinde gerçek hayatta her yaştan kadında görülebilecek başörtüsü, yalnızca ve nadiren yaşlı kadınlarda görülür. Diziler aleminde yoga yapan genç kadınlara sıklıkla yer verildiğini görsem de namaz kılan genç kadınlara ilişkin bir sahne de hatırlamıyorum ben.
Dizi sahnelerinde mahcup, çekingen, dinle ilişkili olanı çevresinden soyutlayan bir anlatım mevcut, dini konular söz konusu olduğunda. Bazen bir genç kız kapıyı çalan arkadaşını, “ Gel, dayım yukarıda namaz kılıyor” diye karşılıyor. Bazen mutfakta çalışan bir kadın namaz kılmak üzere işine ara veriyor.
Ramazan ayı boyunca dizilerde iftar saatine veya iftar masasına dönük göndermeler eksik olmadı. Özellikle iftar; sahur değil, teravi namazı da pek değil. Birol Güven'in bir dizisinde çocuk kahraman babasına orucun ne demek olduğunu sorduğunda, baba aşağı yukarı, 'Oğlum, insanlar kötülüklerden uzak durmak için gün boyu yemek yemezler' şeklinde bir açıklama yapıyor. Bu açıklamayı beğenmeyen anne ise, 'yakınlar, akrabalar iftar sofrasında bir araya gelirler' şeklinde bir ilaveyle, babanın açıklamasını biraz daha geliştiriyor. “Öyleyse biz niye iftar yapmıyoruz anne?” diye soruyor, çocuk. Anne de ona ertesi gün eşin dostun, akrabanın bulunacağı bir iftar sofrası hazırlama sözünü veriyor.
Dizilerde Ramazan sanki her şeyden önce iftar, kalabalıkların başında toplandığı iftar sofraları. O iftara ulaşmak için geçirilen saatler ise sanki figüranlar, mutfak kahramanları içindir. İlber Ortaylı, cumhuriyet aydınının dini köylülere bıraktığını söylemişti. Dizilerin namaz kılan, oruç tutan dindarları, çoğunlukla köylü kökenli mutfak işçileri olarak görünüyorlar. Bu açıdan bakılacak olursa, mutfak kahramanları aslında daha sahici kişilikler olarak tasvir ediliyorlar. Bu karakterler topluma yayılmış kanlı canlı insanları temsil etmek üzere mutfakta biraraya getirilerek, nispeten suni birer kişilik olarak görünen birinci sınıf kahramanlara sahicilik kazandırmış oluyorlar. Kadınların beyaz tülbentleri oluyor, bazen dindarlığı anlatan sakalıyla bir erkek de katılıyor mutfak sohbetlerine. Tevekkül, tevbe, kader, günah, şükür sabır, Allah rızası gibi kavramlara atıfta bulunuyor bu insanlar, konuşmaları sırasında.
* Yazar