Zohan Dvir (Adam Sandler), ülkesinde artık bir efsaneye dönüşmüş olan, cesur, çevik ve işinde çok başarılı bir İsrailli anti-terör timi komandosudur. Anne-babası dahil çevresindeki herkes Zohan'a ve onun pırıltılı askerî kariyerine âşık iken, bizim adamın gönlünde ise hiç kimselere söyleyemediği bir aslan yatmaktadır: Popüler bir bayan kuaförü olmak... Geceleri 1987 baskısı bir saç kesim kataloğuna bakarak gizli gizli ağlayan kahramanımız, sonunda ezeli düşmanı Filistinli gözüpek eylemci Fantom (John Turturro) ile mücadele ettiği bir olayda nicedir aradığı fırsatı yakalar ve kendisini çatışma sırasında ölmüş gösterir. Ardından da kıtalararası bir uçağın kargo bölümüne gizlice binerek ABD'ye gider.
New York'ta herkesten (bu arada da bitmez tükenmez İsrail-Filistin çekişmesinden) tamamen uzakta kuaför olarak yepyeni bir kariyer inşâ etmeye hazırlanan Zohan, bu amaçla -kaderin ilginç bir cilvesi sonucunda- Filistin göçmeni Dalia'nın (Emmanuelle Chriqui) kuaför dükkanında çalışmaya başlar. Ancak, ilk başta her şey çok güzel gider ve genç adam yavaş yavaş bölgenin kokona kadınlarının idolü haline gelirken, kentte taksi şoförlüğü yapan bir başka Filistinli göçmen olan Salim (Rob Schneider) onu tanır ve hiç zaman kaybetmeden eski düşmanı Fantom'a haber uçurur. Zohan ve Fantom, artık her ikisi de istemiyor olsa da Amerikan topraklarında bir kez daha karşı karşıya geleceklerdir.
Tıpkı komedyen Şahan Gökbakar'ın ülkemiz kültür ve sanat dünyasına kazandırdığı mümtaz şahsiyet “Recep İvedik” karakteri gibi, son 15 yıldır yapımcı, senarist ve oyuncu olarak kendi çapında bir yer işgal ettiği Hollywood'da büyük ölçüde yellenme, geğirme, küfür etme, cinsel eylemler ve göndermeler üzerine kurulu “kitch” bir mizah anlayışının temsilciliğini yapan Adam Sandler, “Zohan'a Bulaşma”da kanka yönetmeni Dennis Dugan ile beşinci işbirliğini gerçekleştiriyor.
Her ne kadar kullandıkları formüller çok benzer olsa da Sandler'in yazıp canlandırdığı karakterleri Gökbakar'ınkilerden iki gömlek üstün kılan yön ise Amerikalı komedyenin en “kof” filminde bile son tahlilde bir dizi önemli göndermeye, insanî değerler açısından bir kaç anlamlı mesaja yer vermesi... Sözgelimi, bu çizgideki 2006 tarihli filmi “Uzaktan Kumanda” (Click), sinema tarihinin kaydettiği en içten, en duygusal, aynı zamanda da en özgün baba-oğul vedalaşmalarından birine sahne oluyordu. Ki o filmin finalinde, Sandler'in canlandırdığı kahramanın bozuk para gibi harcadığı yitirilmiş bir hayatın ardından, sağnak bir yağmurun altında son nefesini verirken hemen yanıbaşında ağlaşan eski karısı, kızı ve damadına, “Aile... Aile... Aile herşeyden önemlidir. Birbirinizi daha sık görün ve çok sevin” dediği anların da gerçekten çok etkileyici olduğunu belirtmeliyim.
Deli-dolu bir mizah yaparken filmlerinde arada sırada ciddi bir kaç meseleye temas etmekten de geri durmayan sanatçı, geçmişine sünger çekmek isteyen İsrailli komando Zohan karakterinde de aynı şeyi yapıyor. Film, Filistinlilere ve Filistin dâvâsına, (arkasında Yahudi bir yapımcının bulunduğu) karbon kopya bir Hollywood ürününün elverebileceği en üst düzeyde saygıyla yaklaşmayı deniyor. Hattâ, içinde Ortadoğulu karakterler bulunan gelmiş geçmiş bir çok filmden daha saygılı ve sevecen davrandığı dahi söylenebilir. Sözgelimi, New York'ta tutunmaya çalışan iyi niyetli Filistinli kuaför Dalia ve geçinebilmek için her gün üç ayrı işte 14 saat deliler gibi çalışan Filistinli şoför Salim, yanısıra Filistinli ve İsrailli insanların gündelik hayattaki tutum ve davranış (dahası fiziksel) benzerliklerine yapılan eğlenceli göndermeler, New York'un aynı semtinde sulh içinde yaşayan İsrail ve Filistin göçmenleri gibi anekdotlar, biraz kaba-saba bir mizahın egemen olduğu bu filmin alt katmanlarına başarıyla yedirilmiş olan olumlu karakterler ve mesajlar... Ha, bunun dışında Filistinli direnişçilerden “terörist” diye söz edilen sahnelere falan takılırsanız yanmışsınız! Çünkü, onların “özgürlük savaşçısı” şeklinde anıldıkları bir Hollywood yapımını doğrusu biraz zor bulursunuz. Bana göre, filmin senaristleri arasında yer alan Yahudi yazar Robert Smigel, sosyal konumundan beklenmeyecek ölçüde hoşgörülü bile davranmış “ezeli ve ebedi düşmanlarına karşı”...
Velhasıl, öyle çok da derin siyasal dertleri olmayan, büyük ölçüde gişe kaygısıyla çekilmiş bu Sandler filmi bana, bir kaç sahnesinde epeyce güldürmesinin ötesinde, ilk gençlik yıllarımdan bu yana kafamda hep baş köşelerden birini işgal eden yaman bir sorunu bir kez daha hatırlattı. Her ikisi de sünnet olan, domuz eti ve diğer haram ürünleri yemeyen, belli zamanlarda oruç tutan, tek tanrıya ve İbrahimî dinlerin geçmiş kutsallarına eksiksiz iman eden, düzenli ibadet alışkanlığı bulunan Filistinliler (genelde de bütün Müslümanlar) ile Yahudiler bu dünyayı paylaşamayacaklar, birbirleriyle insan gibi geçinemeyecekler de kimler iyi geçinecek? Daha peygamberleri Hz. İsâ'nın bir “kul” mu yoksa “tanrı” mı olduğuna karar verememiş, şarabı onun kanı kabul edip domuz etini de temel gıdaları yapmış olan Hıristiyanlar mı (ya da Şintoist Japonlar, Hinduist Hintliler, Budist Çinliler mi) Müslümanların bu dünyadaki “ahlâkî müttefikler”i olacak?
Yanıbaşımızda, inanç ve ahlâk sistemleri noktasında neredeyse yüzde 75 düzeyinde paralel yaşadığımız, “kitap ehli” bir kavim var, ancak onlar bizden biz de onlardan nefret edip duruyoruz. Bunun alternatifi ise neredeyse hiç bir konuda uyumlu olmadığımız başka kavimler ve batıl inançları...
İşte, bu da benim hayattaki en yaman meselelerimden biri ve sanki karşılıklı tercihlerde çok derin bir terslik varmış gibi görünüyor. Hem de Ortadoğu'daki reel-politikten kaynaklanan bütün o düşmanlık gerekçelerine karşın...
Zaman öldürme filmleriyle bezeli zayıf bir hafta sonunda, “Zohan'a Bulaşma”, Adam Sandler komedilerini (argo ve cinsel göndermeler gibi bütün olumsuz yönlerine karşın) yine de sevenler için eğlendirici ve zaman zaman da düşündürücü olabilir. Ancak, çocukları uzak tutmak kaydıyla...