Türkiye siyasi tarihine baktığımızda siyasi partiden ziyade, devletin ideolojik aygıtı gibi çalıştığını gözlemlediğimiz, ilkeleri Anayasa'da da geçen CHP'de son zamanlarda ilginç gelişmeler yaşanıyor. Partinin temel pozisyonlarını belirleyen en güçlü beş kişiden biri olan ve Kuzey Irak tezkeresine ret veren tek CHP'li Eşref Erdem'in istifası, Ali Topuz'un Baykal'a karşı desteklediği Haluk Koç'un Genel Başkanlığa aday olması, Baykal'ın Kuzey Irak açılımı, bu açılım için Müslüman-Kürt (çifte öteki: ne laik-ne Türk) Atlan Tan'a danışılması, geçmiş yıllarda yayınlanmış Kürt sorunu raporlarının yeniden hatırlanması ve nihayetinde il ve ilçe örgütlerinin yönetimindeki değişimler...
27 Nisan muhtırasına oldukça sert bir cevap olması nedeniyle, Türkiye demokrasi tarihinde önemli bir kırılma noktası olan 22 Temmuz seçimlerindeki başarısızlığa ve Baykal'ın çevresindeki kadro değişimlerini uzaktan gözlemlediğimizde, 2002-2007 arası CHP'sinin milliyetçi-laikçi-darbeci pozisyonunun dışında yer alanların, böyle bir siyaseti sahiplenmedikleri için daha önce bertaraf edilmişlerin, CHP'yi solcu kılmak niyetindekilerin göreve getirildiklerini gözlemliyoruz.
Deniz Baykal'ın il ve ilçe örgütlerindeki Gençlik Kollarının Yönetim Kurulları üzerinde bile tasarrufu olduğu bilgisi dahilinde bu değişimi düşündüğümüzde, bütün bunların Türkiye'nin geleceği açısından neyi ima ettiğini sorgulamak gerekiyor. Sonda söylenecek olanı baştan söylersek: Galiba Sayın Baykal Türkiye'deki demokratikleşmeden geri dönüşün mümkün olmadığını idrak etmiş bulunuyor. Bunna ek olarak, CHP'nin değişim rüzgârlarının sert estiği dönemlerde statükocu, inatçı bir pozisyonu sahiplendiğine ve AK Parti öncülüğünde yaşanan değişim, önümüzdeki yılların normlarını belirlemeye başladığına göre, CHP artık “anormal” olmayı kaldıramayacağını 22 Temmuz seçimlerinin sonuçlarından anlamış bulunuyor.
Şunu söyleyebiliriz; Türkiye sosyal demokratlarının ütopyası “solcu CHP” gerçekleşmeyecek. CHP yine devletçi olacak, yine solcu olmayacak, yine değişimin taşıyıcısı olmayacak. Olması da Kemalizm dolayısıyla imkansız zaten. CHP devletçiliğinin zemininin 22 Temmuz'la değiştiğini düşündüğümüzde, karşımızda yeni bir devletçilik olacak demektir. Daha açık bir ifadeyle, eğer CHP, toplumla, devletin arasındaki makasın kapanmasını istiyorsa, artık “doğrudan devletçilik” yerine “tersinden devletçilik” yapacak.
“Tersinden devletçilik”, sert ve demokrasi karşıtı bir “doğrudan devletçiliğin” devleti, özellikle sadece askeri operasyonlara indirgenmiş, 23 yıldır süren PKK ile mücadelenin devletin meşruiyetini, gücünü tükettiğinden ve çağdaş demokrasi normlarının hakim olduğu günümüzde kıymet-i harbiyesi olmadığından hareketle; demokrasiden ve değişimden kendine destek arayarak, sivil alana taşarak devleti ve meşruiyetini yeniden kurmaya yönelik bir stratejiyi benimsiyor. “Düz ovada siyaset” çıkışının ardından Mehmet Ağar ile Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt arasında Ocak 2007'de tecelli eden tartışmada bu eksendeydi.
Bu doğrudan devletçilikten, tersinden devletçiliğe kayış ise, bir paradigma/zihniyet değişimini içermiyor. Dolayısıyla CHP bu kısmi “normalleşme” sinyalleri veriyor diye Türkiye normalleşecek değil. Türkiye'nin normalleşmesi CHP'yi, Türkiye toplumunun demokratikleşmeyle ortaya koyduğu normlara uymaya, en azından doğrudan devletçilik yapmamak zorunda bırakıyor. Tıpkı, 70'li yıllarda hakim olan sol dalganın devlet lehinde kontrol altında tutulması için “ortanın solunda” durmak zorunda kaldığı gibi. Bu, devletin ideolojik bir aygıtının, devletle toplumun arasındaki makasın açılmaması için tercih edeceği rasyonel bir seçim.
CHP devletin ideolojik aygıtı olmaktan çıkmayacağından, arada sırada CHP'den gelecek demokrasiye aykırı “anormalliklere” şaşmamak gerek, fakat bunların 22 Temmuz öncesi kadar olmayacağı da açık. Çünkü bu anormallikler “tersinden devletçilik” ile “doğrudan devletçilik” arasındaki gerilimlerden ileri gelecek ve bu anormalliklerin farkı da bu olacak...
Açık ki, “tersinden devletçilik”, demokrat, solcu bir tavır değil; devleti, “doğrudan devletçiliğin” yenik düştüğü demokrasiden korumak için, demokrasiye bir nebze adapte etmeyi öngören pragmatik bir anlayış. Dolayısıyla, bu pragmatizmin demokrasiye katkı sunacağını söyleyemesek de, doğrudan devletçilik kadar demokrasiye zarar vermeyeceğini söylemek mümkün. Mesela bu tersinden devletçiliğe göre, Kürt sorununu Kürtler için değil, devlet için çözmek gerekiyor. Çünkü biliniyor ki, Kürt meselesi küresel kamusal alanda ve vatandaşları nezdinde devleti oldukça zor durumda bırakıyor. Bu durumda demokratikleşmeden, sivilleşmeden yana siyasetlerin bu “kurnaz” tersinden devletçiliği demokratlık sanıp, rehavete kapılmaması, uygun karşı taktiklerini geliştirmesi gerekiyor.
* Demokrat Fikir Topluluğu Üyesi