Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu Başkanı Sedat Laçiner; “Başbakan Erdoğan, Gazze politikası ve Davos çıkışıyla bölgedeki dev bir oyunu bozarken elbette düşmanlar da kazanıyor. Bu düşmanlardan en çok korku vereni İsrail gibi durmaktadır. Çünkü İsrail kendisinden yarar umulan değil, zarar verme potansiyelinden korkulan bir ülkedir. Bu nedenle Batı dünyasında İsrail hakkında samimi düşüncelerini söyleyebilen lider yok gibidir” diyor
Sürekli kendini tehdit eden bir yapımız var. İktidarı devretmeme ya da iktidarı ele geçirme üzerine kurulu iç çekişmeler, iç hesaplaşmalar ve iç çatılşmalar ayak bağı olarak yetiyor bize. Bu zayıf noktamız o kadar açık veriyor ki ne iktidarın yüzde 47 ile seçilmesi istikrar için yeterli, ne de ordunun demokrasiye bağlılık vurguları…
Birbirimize karşı itimadımız kalmamış. İçimizdeki “yerli işbirlikçiler” o kadar çok ki, yabancıya ihtiyaç bırakmayacak kadar özümsemişler bu rollerini… Ne milliyim diyen tam milli, ne ulusalcıyım diyen tam ulusalcı, ne de özgürlükçüyüm, demokratım diyen tam demokrat…
Hukuk da, siyaset de, ordu da, medya da, sermaye sahipleri de, mafya da, çeteler de, terör örgütleri de iktidara oynuyorlar… Ne yazık ki hepsi bir aşiret devleti kurmaya çalışıyorlar, küçük olsun benim olsun, farklılıklarından arınsın, duyguda, düşüncede tek tip olsun… Ben ve bencil merkezli bir zihniyet hakim her yerde. Bu yapı bir ruh değil, tam anlamıyla korku saçan bir hayalettir.
Türkiye bu bölünmüşlüğün, bu kirliliğin, bu kısır çekişmelerin tehdidi altındadır.
Kendi gücünü zayıflatan insanlar, gruplar, toplumlar ve devletler, zamanla başkalarına olmayan gücü vehmetmeye başlar, onları büyük ve güçlü algılar ve sonra da o güç karşısında boyun eğmeye doğru bir süreci yaşarlar. Bu durum karşımıza uluslararası arenadaki ilişkilerde edilgenlik, korkaklık, inisiyatif alamama ve teslimiyet olarak çıkar. Çaresizlik öğretilir bize. Ezberlenmiş çaresizliklerimizle büyük Türkiye'ye yakışmayan küçük ve küçültücü davranışlar sergileriz.
İç sorunlar dış sorunlardan daha tehlikelidir, içteki sorunlar kök saldığı sürece dış güçlerle açık-gizli ittifak imkanı bulurlar. Ön ve önleyici tedbirleri vaktinde alamazsak bu da bizi bitirmeye yeter…
Biliyoruz ki, tehditler de tehdit edilerek bitmez. Kriz derin olsa da çözüm imkanı hâlâ var. Fakat sorun üreten yapıları çözmezsek çözüleceğimiz de imkan dahilindedir…
Davos'tan önce Başbakan'ı rahatsız eden hususlar vardı. Saatlerce görüştükleri halde İsrail Başbakanı Türkiye'yi bir anlamda kandırarak Gazze saldırısını başlattı. Asıl kriz Gazze konusunda Türkiye'ye yalan söylenmesindeydi. Davos bunun su yüzüne çıkma anı oldu.
Dünya İsrail'in Filistin konusundaki haksızlığını bildiği halde sessizdi. Bazı gerçekler vardır ki ancak birisi yüksek sesle haykırırsa herkes bu basit gerçeği dillendirme cesaretini bulur. Erdoğan bunu yaptı.
Üç nedeni var, bir tanesini suçluluktur. Batı dünyası İsrail'e karşı öyle bir günah işledi ki bu günahın moral ve siyasi olarak altında eziliyorlar.
Evet, bu konuda Avrupa sabıkalıdır, Türkiye'nin ise başı diktir ve İsrail'e her türlü lafı söyleme hakkı vardır.
ABD faktörü ve Yahudi lobisinin gücü… Üçüncüsü de; batı dünyasının doğu dünyasına karşı ön yargıları. Yani öldürülenler Arap, Müslüman olduğunda pek de ilgilenmiyor, medeni insan ile gayri medeni insanın çatışması olarak görüyor bilinç altında…
Türkiye Ortadoğu'ya giriyor değil zaten burada yaşayan bir ülke. Şimdi bu bölgede İsrail ve Amerika hoyratça hareket ediyorlar. Müdahale edilmez ise elimizde çok sayıda Irak ve Filistin kalacak. Türkiye'nin yakın zamana kadar bölgede rolü yoktu, potansiyeli yüksek ama etkisiz eleman konumundaydı. Şu tarihten itibaren Türkiye'nin Ortadoğu'da önemsizleşmesi mümkün değildir.
Asla yok. Türkiye Ortadoğu sorunlarıyla ilgilenmezse o sorunlar Türkiye'nin içerisine giriyor.
Türkiye'yi dışta tutmak istediler. Çünkü, burada Obama gelene kadar Amerika demek İsrail demekti. İsrail Türkiye'nin çıkışlarından rahatsız oldu ve Mısır'ın aracı olmasını istedi. Herkes biliyor ki Filistin sorununda Mısır ve Ürdün, İsrail'in gizli ortağıdır. Erdoğan, Gazze politikası ve Davos çıkışıyla bölgedeki dev bir oyunu bozarken elbette düşmanlar da kazanıyor. Bu düşmanlardan en çok korku vereni İsrail gibi durmaktadır.
Çünkü İsrail kendisinden yarar umulan değil, zarar verme potansiyelinden korkulan bir ülkedir. Gerek diasporası, gerekse ABD'nin tam desteği nedeniyle pekçok ülke İsrail'le dost geçinmek zorunda. Batı dünyasında İsrail hakkında samimi düşüncelerini söyleyebilen lider yok gibidir.
Türkiye eğer ABD ile işbirliği halinde hareket etmezse, kontrol dışına çıktı diye ABD'yi de rahatsız eder. Ama ortada bir realite var, sorun bu haliyle bırakılamaz. O kadar kötü ki daha kötüsü olamaz. Bu durum Türkiye'nin elini güçlendiriyor. Bölgeyi düze çıkartabilecek tek ülke Türkiye'dir.
Olduğu kanaatinde değilim. Türkiye yeni boyutları keşfediyor. Tek boyuttan çok boyuta geçiyor, buna çok boyutlu dış politika diyoruz. Bu aslında AK Parti ile başlamış değil. Başlangıcı 27 Mayıs darbesidir. Darbeyle iş başına gelenler ABD'ye çok yaklaşıldığını düşünmüşler. 1964'te Amerika diyor ki, Kıbrıs'a çıkarma yaparsan seni Sovyetler Birliği karşısında koruyamam, benim silahlarımı da kullanarak Kıbrıs'ta bir şey yapamazsın. Kıbrıs konusu BM'ye geldiğinde Arap dünyasından bir tane oy alamadık… O tarihten sonra Türkiye dış politikada tek boyutu çok boyuta geçirmenin yollarını aramıştır. Mesela 27 Mayıs'tan sonra ilk yapılan işlerden birisi Latin Amerika'ya, Afrika'ya, uzak doğuya heyet göndermek oldu. Fakat sorun şudur: Ben çok boyutlu dış politika yapacağım demek başka bir şeydir, bunu götürecek lokomotife sahip olmak başka bir şeydir.
O tarihlerde yoktu, bugün var. 1960'larda Türkiye Kemalizm'in en koyu şekliyle, İnönü versiyonu ile karşı karşıyaydı. Bu versiyon Arapları şeriatçı, -batının bütün önyargıları ile- gayri medeni gören bir yaklaşımdır. Bugün bu ideolojik bariyer ciddi anlamda ortadan kalktı. Artık Türk dünyası ile ilgilenmek faşizm, Ortadoğu ile ilgilenmek dincilik ve Arapçılık olarak algılanmıyor. Şu da unutulmamalı: Türkiye geçmişte olimpiyatlara para bulamadığı için sporcu gönderemediği günleri yaşadı. Bugün ise Türkiye dünyanın en büyük 16. ekonomisidir. Türkiye geldiği noktada ciddi olarak Ortadoğu ile ilgilenmek istiyor.
Evet, 11 Eylül sonrası hatalarıyla ABD bölgede güç ve itibar kaybetti. Bu da ABD dışında bir arayışı başlattı. 1 Mart tezkeresi de önemlidir, bunun bedeli olmuştur, şehitle-rimizin sayısı artmıştır ama Ortadoğu'ya bakan yanıyla Araplar Türkiye'nin kukla bir rejim olmadığını anlamışlardır. Bütün bunlar Türkiye'yi Ortadoğu'da aktör yapıyor.
İsrail her şeyden önce küresel finans sektörüne hükmettiği algısı nedeniyle korkutuyor. Dünyanın dört bir tarafına yayılmış Yahudi işadamlarının İsrail'e gözü gibi baktığı düşünülüyor. ABD ve Avrupa'da güçlü bir Yahudi işadamları grubu var ve bunların arasında gerçek anlamda kapalı bir dayanışma söz konusu. Bu yüzdendir ki İsrail ne üretse ABD ve Avrupa'da alıcısı hazır. İkinci olarak İsrail'e dokunana ABD'nin zarar verdiği algısı dünyada yaygın. Batı'nın bir diğer kaygısı ise anti-Semitik damgasını yemek. İsrail dünyanın gözünü öylesine korkutmuş ki İsrail'e en ufak bir eleştiri dahi anti-Semitik damgasını yemeye yetebiliyor.
Fakat geldiğimiz noktada sıradan bir ırkçı olmak dahi anti-Semitik olmaya göre kabul edilebilir bir kabahat. Elbette Avrupa'nın 2. Dünya Savaşı esnasında elbirliğiyle Yahudileri yok etme kampanyaları düzenlediği de bir gerçek. Hitler'e kendi Yahudilerini göndermeyen bir tek kıta Avrupası ülkesi Türkiye'dir. Avrupa'da anti-Semitizm dendiğinde eli temiz tek ülke Türkiye'dir. Bu da Batı üzerinde ciddi bir ahlaki ve siyasi baskı oluşturmaktadır.
İsrail'in diğer ülkeler üzerinde korku oluşturmasının nedenlerinden birisi karanlık operasyonlar yaptığı, devletlerin iç işlerine karıştığı yönündeki yaygın kanaattir. İsrail pek küçük bir devlet olmasına rağmen istihbarat örgütü MOSSAD'ın pekçok büyük devlet istihbaratından daha meşhur olması da bunun bir göstergesidir. İsrail'in son yönünün ne kadar gerçek, ne kadar efsane olduğu tartışmalıdır ancak bu algının diğer ulusları korkuttuğu bir gerçektir.
Aynen böyle…
Hem İsrail hem de gücü, gerçekliğin ötesinde büyük bir efsane. Her efsane gibi bu da hikayelerden, diğer ülkelerin algı ve abartmalarından oluşuyor.
Evet, şunu göz ardı etmeyelim, İsrail bir terör devletidir yani terör faaliyetleri sonucunda kurulmuştur. İlk başbakanları, bakanları teröristtir… İsrail'in temelindeki şiddet örgütlenmesi bugün de devam ediyor. İsrail'de devlet mi orduya sahiptir, ordu mu devlete sahiptir anlayamazsınız. İsrail de her şey silahlı devlettir. Türkiye'de derin devlet var diyoruz ya İsrail'in tamamı derin devlet gibidir. Bütün devletler İsrail'den endişe ederler. Dışarıda terör uygulayan bir devletten bahsediyoruz.
Türkiye'de iktidarı ABD, İsrail, AB belirler algısı var.
AK Parti iktidarının devrilmesi konusunda Türkiye'de bir gruplaşma var. Darbeyi nasıl yapalım arayışındalar. İsrail'den, ABD'den, AB'den destek almayı düşündüler. Dışarıda AK Parti'nin bağlantılarını kesmeyi, içeride ise ekonomik, sosyal açıdan zayıf, rejim tartışmalarıyla yorgun düşürerek sonuca gitmeyi planladılar. Planlar yapılırken ulusalcılar veya Ergenekon çeteleşmesi, nasıl olur da AK Parti ile batının arasını soğuturuz dedi. Bizde medyanın önemli bölümü ABD ve İsrail'i savunur hale geldi. Amaç AK Parti'yi ne pahasına olursa olsun devirmek.
Türkiye'de Yahudi bir iş adamına suikast olabilir dedim bir süre önce. Davos sonrası bir Yahudi'nin burnu kanasa sorumlusu olarak Erdoğan'ı yansıtacaklar. Türkiye'de köşeye sıkışanlar böyle bir olayı yapabilir. İsrail Türkiye'de ittifak kurabilecekleriyle ittifak kurabilir. İttifak için en uygunu da Ergenekon'dur. Geçen hafta Yahudi işadamlarına suikast planlayan bir El Kaide hücresi çökertildi, aynı gün İsrail'de bir gazetede Bursa'da bir sinagog yakıldı diye yalan bir haber çıktı.
Arkasına bakmadan mücadele ediyor. Davos'ta sert konuşuyor ama arkasında duran biri bıçakla bekliyor.
Ergenekon'u temizleyememiş Başbakan ülkesinin dışında dik duramaz. Ağır fatura öder. Türkiye'de devletin içinde birbiriyle çatışan en az iki grup var. Bütün güçlerini ülke içinde hesaplaşmalarda harcarlar. Güvenlik birimlerinizle içe odaklanırsanız dış savunma ve ön alma yetenekleriniz kaybedersiniz. Çeteleriniz, hemen dış güçlerin etkisi altına girerler. Erdoğan'ın gitmesine İsrail kadar, Ergenekon da bazı gazeteler de sevinir.
İsrail'in Türkiye'nin çıkışlarından rahatsız olduğu muhakkak. Ortada krizden de fazlası var. Ya İsrail değişecek ya da Türkiye'yi değiştirecek. Türkiye'ye açıktan meydan okuması zor. Çünkü hem savaştığı cephe geniş hem Türkiye ile kavga etmek meşruiyetine inanılmaz darbeler vurur. Bu nedenle formel siyasette tansiyonu düşürmek isteyen taraf olacaktır. Yine de pek çok İsrail'li siyasetçi dua ediyorsa ilk dileği “AKP'siz bir Türkiye”dir.
Bir devletin başka bir devlette iktidarları değiştirmesi kolay değil. Fakat Türkiye'nin olduğu gibi İsrail'in de derin devletinin bulunduğu unutulmamalı. İsrail'in derin devleti Türkiye'nin derin devletlerinden hem daha geniş, hem de daha etkili. İsrail'e ordu-istihbarat devleti demek dahi mümkün.
Evet ama ben yine de İsrail devletinin AK Parti'ye karşı kirli operasyon emri vereceğini sanmıyorum. İsrail derin devleti için ise aynı iyimserliği ifade edemiyorum. Türkiye'nin içinde birlik sağlanabilmiş olsa, Ergenekon üzerine kararlılıkla gidilse Türkiye'nin İsrail'den korkacağı bir şey yok. ABD'nin bile Türkiye'ye yapacakları sınırlı. Devletlerin gücünü asıl içerideki yapılar oluşturur. Bakınız Türkiye'ye, işbirliğine bile gerek yok, bugün İsrail'in arzusu ile Türk medyasının önemli bir kısmının arzusu aynı.
Söylenebilir fakat bu çaba yeni değil. Özellikle 2006 ve 2007'da neo-conlar ile temas içindeki bazı İsrail unsurları AK Parti'yi dinci ve Yahudi düşmanı göstererek Türkiye'de askeri darbenin ABD ve İsrail'in hayrına olacağına dair görüşlerini yaymaya başladı. Bu görüşler bir dönem Washington'da güçlü bir taraftar kitlesi de buldu. Kongre, Beyaz Saray ve Pentagon'un darbeye ikna edilmesi için ciddi lobi çalışması yapıldı. Bu çalışmalarda bazı Türkler de rol aldı. Türkiye'de kim öldürülürse bunun darbeye nasıl hizmet edebileceği bile konuşuldu. Hatırlayın, Washington yönetimi 27 Nisan muhtırasına uzun süre tepki vermedi.
Daha önce basıldı ama ordu darbe yapmadı.
Demirel bu tür kirli operasyonları en iyi bilecek kişilerden bir tanesi, kendisine karşı da yapılmıştır. En büyük korkusu askeri darbeler ve Amerika ve İsrail gibi devletlerin istihbarat güçlerinin müdahaleleri oldu. Bu iki gücün Türk siyasetini yönlendirdiği kanaati Demirel'de hâlâ var. Erdoğan burada askere rağmen iktidar olunmaz ve İsrail ve Amerikan politikalarıyla ters düşerek iktidarda kalınmaz efsanelerine meydan okuyor. Bu süreçten sağ salim çıkarsa Türkiye'de ilk örnek olacak… Yani o faturanın ne olacağı konusunda geniş bir fantazi dünyasına sahibiz.