Türkiye'de bürokrasi, bazı entelektüel bürokratlar öncülüğünde yeniden bir yapılandırma sürecine girdi. Türkiye, özgür bir toplumun devletinin geldiği standartlar ile tanışırken devlet adamları da artık devlet gibi düşünüyor.
Türkiye'de bürokrasi, resmi ve kalıplaşmış ezber teamüller, hamasi ve otoriter bürokrat geleneği ve kendisini korumak için hukuki ve etik kuralları hiçe sayan bir “devlet aklı” romantizmi kutusunda kapalı kalmıştır. Bugünlerde bu kutu açılıyor. Türkiye entelektüel bürokratlarla tanışıyor. Bu yeni entelektüel hassasiyeti üst düzeyde olan bürokratlar, Türkiye'de alışılagelmiş bürokrat kesimden çok farklı. Bu yeni zümre hamasete batmış biçimde “hep devletçi” değil aydın ve bilinçli; iş ve icraatlarda kağıt üzerinde hedeflerini saptayıp adeta zorlayıcı bir vesayet savaşına gömülerek işi tekelci ve bütüncül olarak ihale etmek yerine halkın eğilimlerini derleyip, faydacı ve ampirik süzgeçlerden geçirmeyi temel alıyor. Hızla ve sürekli değişen Türkiye'de az farkında bu zümrenin doğuşu ise devletteki yapısal değişimde saklı.
Türkiye'de devlet, bugüne dek alışılageldiği üzere, toplumun hizmetindeki bir kurum değil, aksine topluma hükmeden, boyun eğdiren bir yapıya bürünmüştür. Bugünkü entelektüel bürokratlardan oluşan zümrenin doğuşu işte bu devlet olgusundaki kırılmada yatıyor.
Türkiye'de bürokratik işleyiş bugüne dek 'devletin bekâsının' her şeyin önüne geçtiği memleketimizde bir “devlet aklı” dogmatizmi üzerinden yürümüştür. Osmanlı'daki “hikmet-i hükümet” anlayışının devamı olan devlet aklı, aslında Türkiye'de modernleşmenin de inşacısıdır. Ancak sıklıkla toplumsal çıkarlarla devletin çıkarları çeliştiğinde kolaylıkla devleti önceleyen devlet dogmatizmine mahal vermiştir. Bugün değişmeyen başlayan tam olarak bu. Gözlemleyen, hüküm veren ve icra eden hür bir devlet aklının bugün tezahür ettiğinin en somut göstergesi de entelektüel bürokratlar oldu.
Toplumsal oluşuma, demokratik girişimlere olanak ve öncelik tanıyan uygulamalarıyla bilinen Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala, bilimsel angajmanı ile önce çıkmaya başlayan müstakbel MİT Müsteşarı Hakan Fidan, halkla kurduğu yakın ilişki ile gittiği her yerde gönüllere taht kuran Erzurum Valisi Sebahattin Öztürk ile Muammer Türker, Halil İbrahim Akpınar ve sistematik/pratik işleyen yönetim tarzıyla Âlim Barut gibi bugünün ampirik (deneyimci) ve rasyonalist bürokratları Türkiye'yi “entelektüel bürokrasi” ile tanıştıran ilk isimler. Öte yandan bu yeni entelektüel hassasiyetleri üst düzeyde olan bürokratların önceliği ise, tek bir “devlet aklı” yerine demokrasinin ürettiği devlete dair akılların varolabileceği bir alanın mevcudiyetini kabul eden bir anlayıştır. Burada kendini yenileme misyonuna sahip olduklarını da eklemek gerek. Buna paralel olarak bürokrat kesimde özellikle de mülki idare amirlerinde master ve doktora yapma eğilimi de giderek artıyor.
James Howel “Dünyayı idare edenler, dirilerden çok ölülerdir” diyor. Yani idare, geçmişin kalıntıları üzerinde yürüyen bir mekanizmadır. Ancak geçmişin mirasının bugüne ve geleceğe ilişkin şeylerle sindirilmesi de gerek. Değişen devlet sistemine ayak uyduran bürokratlar bu açıdan manidar. Efkan Ala'nın Diyarbakır Valisi iken söylediği “yeni yönetim tekniklerini devreye sokmak”tan kastı da bu olsa gerek. Bu bence tam olarak bir ezber bozma işidir. İşte bugün Türkiye'de bürokratik kesimdeki bu yeniden yapılanma süreci de bir ezber bozmadır.
Bunlardan biri de bürokrasinin artık “ben” değil “biz” demesi. Son dönemin en başarılı bürokratlarından biri olan Vali Sebahattin Öztürk “Vali her şeyi bilemez ama bir işi iyi yapacak kişiyi bilmelidir” diyor. Müsteşar-Vali Efkan Ala'nın şu ifadeleri de buna paralel: “Sorunu ben tek başıma tespit edersem olur mu? Birlikte tespit etmeli ve çözüm yollarını bulma konusunda yöntem mutabakatı sağlamalısınız. O zaman, yöntemi uygularken karşılaştığınız sorunlarda o kesimleri yanınızda görürsünüz”. Öztürk ve Ala'nın ortak bir başka özelliği de Karl Popper'in Açık Toplum ve Düşmanları kitabından yola çıkarak açık ve şeffaf bir toplum algılarının olması.
Kısacası, Türkiye'de bürokrasi, bazı entelektüel bürokratlar öncülüğünde yeniden bir yapılandırma sürecine girdi. Türkiye, özgür bir toplumun devletinin geldiği standartlar ile tanışırken devlet adamları da artık devlet gibi düşünüyor. Halkını tüketen “halka rağmen” devlet mantığı yerini “halk için devlet” anlayışına terk ediyor. Devleti devlet yapan kanunlar da artık korkuya mahal vermeden saygı görmeye başlarken halk artık kendisi için olan kurumlardan itibar görüyor. Bitirirken şunu da ifade etmek gerekir ki; Türkiye'de devlet de artık itibar kazanıyor. Bu devletin güçlüleşmeye başlamasına değil devletin modern devlet olmanın gerektirdiği işlevleri yerine getirmesine, güçlü, üretken ve verimli olmasına tekabül ediyor. Bunun Türkiye'nin değişim sürecinde vuku bulması da tesadüf değil.