Onur Öymen neden Atatürk'ü 'hüccet' sayıyor

Salim Öğüt
00:0017/11/2009, Salı
G: 16/11/2009, Pazartesi
Yeni Şafak
Onur Öymen neden Atatürk'ü 'hüccet' sayıyor
Onur Öymen neden Atatürk'ü 'hüccet' sayıyor

Onur Öymen'in Meclis çatısı altında söylediği sözleri savunmasının temelinde onun imamı olan Yaşar Nuri Öztürk'ün “Atatürk'ü hüccet sayan”; “Cesareti olan Atatürk'e itiraz etsin, Atatürk hata yaptı desin” biçimindeki meydan okuma olduğuna şüphe yok.

Politikacı Onur Öymen demiş ki: “Atatürk'ün yaptıklarını anlattım. Cesareti olan Atatürk'e itiraz etsin, Atatürk hata yaptı desin, Atatürk bile bile yanlış yaptı deyin. Atatürk müzakere etti diyen varsa, buyursun desin” dedi (13 Kasım tarihli gazeteler). Doğrusu diplomat ve politikacı Öymen'in bu yaklaşımı beni hiç şaşırtmadı. Çünkü ondan önce öylesine bir şaşkınlık yaşamıştım ki, daha sonrakilerin hepsi devede kulak kaldı.

Akademisyen, tasavvuf uzmanı, ilahiyatçı, hoca, hafız, çıplak uyarıcı, Emevi egemenliğine başkaldıran tek dürüst Müslüman Yaşar Nuri Öztürk şu satırları yazıyla kayıt altına almış, bu suretle tarihe not düşerek zaman içinde zayi olmasının önüne geçmişti: “Atatürk ve Cumhuriyet, daha sonraki zamanlarda hüccet mihverinden kudret mihverine kaydırıldığı için, Atatürk de tartışmaya ve karalamaya açıldı, Cumhuriyet de…” (Depremin Gösterdikleri, s. 97)

Acaba yıllardır onlarca baskı yapan kitaplarını okuyan Öztürk okurları, onun ne dediğini anlayabilmişler midir? Mesela yukarıdaki cümlenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı? Hüccetin ne anlama geldiğine dair bir bilgileri veya düşünceleri var mı? Yoksa onların tek dertleri, bu adamın muarızlarına, yani dindar insanlara okkalı küfürler savurması mıdır?

HÜCCET ÜZERİNE

İslam Ansiklopedisinin önemli maddelerinden biri olan “Hüccet” bu kaynakta şöyle tanımlanmıştır: “Bir hükmün doğruluğunu kanıtlamak ve muarıza karşı galip gelmek amacıyla ileri sürülen delil… Hüccet-i baliğa (hedefe ulaşan asıl delil) Allah'a mahsus olup, buna karşı getirilen hüccetler boştur. Yine ilgili ayetlerden anlaşıldığına göre Allah tarafından gönderilen peygamberler Allah'ın insanlara karşı hücceti olarak kabul edilmiştir… Bunun dışındaki iddialara hüccet adı verilse de, Allah katında hüccet sayılmamıştır… ” (Yusuf, Şevki Yavuz, XVIII, 445-446)

Buna göre hüccet, delil, bürhan gibi kelimeler, bizi sonuca götüren kaynak değerler olarak kullanılır. Bu durumda Kur'an ve Sünnet birer hüccettir. Allah ve Rasulü'nün sözleri hüccet değeri taşır. Onların sözleri ve koydukları hükümler müminler için hüccet değeri taşır. Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali gibi cennetle müjdelenmiş büyük sahabelerin bile her sözü hüccet değeri taşımaz. Maliki mezhebinin kurucu imamı Malik, kendisine sorulan bir soru üzerine: “Herkesin sözü alınmaya veya reddedilmeye müsaittir. Ancak şu kabrin sahibi müstesna.” demiş ve o esnada Hz. Peygamber'in kabrine işaret etmiştir. Yani o kabrin sahibinden başka sözleri ve davranışları hüccet olan hiç kimse yoktur demiştir.

Buna rağmen Öztürk'e göre Atatürk ve Cumhuriyet hüccetmiş. Bir ilim adamı bu kadar taassubu ve riyakârlığı kendisine nasıl yakıştırır? Ayrıca kendisini Atatürkçü diye takdim edenler bu kadar açık bir taassuptan ve riyakârlıktan nasıl rahatsız olmazlar? Bu hususlar seciye ve karakter sahibi insanların kafasına takılan ciddi sorulardır. Hz. Ali, kendisini abartılı bir dil ile öven kimseye: “Ben senin söylediğin kadar büyük değilim ama, düşündüğün kadar da ahmak değilim.” diye cevap vermiştir.

Gönül ister ki “Atatürk ve Cumhuriyeti hüccet mihveri” olarak pazarlamaya kalkışan bir simsara karşı dürüst Atatürkçüler de böyle tavır alabilmeli ve şunu söyleyebilmeli: “Hiçbir fani varlık hüccet olamaz. Hiçbir insan tartışma ve eleştiri üstü tutulamaz. Cumhuriyet de, insanların ürettikleri bir rejim biçimidir. Mutlaklaştırılması, eleştiri üstü tutulması onu sadece yozlaştırır.”

Hele bir de bir ilahiyat hocasının “Atatürk de tartışmaya ve karalamaya açıldı, Cumhuriyet de…” diye şikayetlenmesi, hayatının mihverinde nasıl bir perestij (tapınma) dili geliştirdiğini göstermesi açısından fevkalade ibret vericidir. Tabii burada tartışma ile karalamayı aynı cümlede yan yana kullanması da ayrı bir vahamet arzetmektedir. Demek ki bu zatın yaklaşımına göre her tartışma bir karalamadır. Dolayısıyla tartıştığınız zaman karalamış olmaktasınız. Hiç şüphesiz bu yaklaşım koyu bir cehaleti ifade etmiyorsa çirkin bir demagojiyi ve tehlikeli bir ihaneti belirtmektedir. Çünkü tartıştığınız zaman karalamış olmakla suçlanmaya açık hale geliyorsunuz demektir ki bu da malum kanun gereği hukuki hedef haline gelmeniz demektir.

ÖYMEN'İN AKIL HOCASI: ÖZTÜRK

Hayatı boyunca Atatürk istismarından nemalanmış, hatta hiçbir hayâ hissi taşımadan bu nemalanmayı perestij üslubu ile ifade etmeyi itiyad/alışkanlık haline getirmiş bir kişi, mensup olduğu alanın köklü geçmişinin şuuraltında uyandırdığı etkiyle, diğer alanlardaki insanlara da kötü örnek teşkil etmektedir. Bir ilahiyatçının, yani hoca kisvesine bürünmüş bir adamın bu yaklaşımı, siyaset veya ticaret erbabını daha çok yüreklendirmektedir. Bu yüzden Onur Öymen'in, kişilik ve karakter haline dönüştürdüğü düşüncelerini bu kadar pervasızca, hem de TBMM çatısı altında dile getirebilmesi hiç şüphesiz skandaldır. Ancak asıl skandal, yedi bin sayfalık külliyatıyla bu toplumun etkili bir azınlığının din anlayışını biçimlendiren bir hocanın fani bir varlığı hüccet mevkiine çıkarıp onu böyle takdim etmesi ve kendine bağlananları bu noktaya sürüklemesidir.

Yani bir ilahiyat akademisyeninin “hüccet” değerlendirmesinden sonra Öymen'in yukarıdaki savunmasının yadırganacak hiçbir yanı yoktur. Çünkü Öymen Cumhuriyet rejiminin en güçlü Hücceti'ne sığınmış ve kendini açık yüreklilikle ve dürüstçe savunmuştur: “Cesareti olan Atatürk'e itiraz etsin, Atatürk hata yaptı desin, Atatürk bile bile yanlış yaptı deyin.” Evet, deyin, sıkıysa deyin! Sıkıysa böyle bir cesareti gösterin! Sıkıysa böyle güçlü bir Hüccet'e karşı çıkın!

Nitekim hocaları Öztürk bu hakikati keşfettiği günden beri memleketin bir numaralı “efe ilahiyatçı”sı oldu. Sadece akademik alanda değil, şöhrette ve servette de rakip tanımaz hale geldi. Politikacı Öymen'in imamı olan Öztürk'ün bu başarı öyküsünün temelinde, “Atatürk'ü hüccet sayan” ve Türkçe'si “Cesareti olan Atatürk'e itiraz etsin, Atatürk hata yaptı desin” biçimindeki meydan okuma olan bu mantalitenin/zihniyetin bulunduğunda şüphe yok.

Samimi ve dürüst insanların karşı çıkması gereken konu ne Öztürk'ün menfaatine tapan tavırları ve sözleri, ne de Öymen'in, bize hezeyan gibi gelen ve kanımızı donduran açıklamasıdır. Asıl mesele, bunların yetişip gelişmesine zemin hazırlayan belli bir zümrenin zihniyetidir.

ATATÜRK'Ü KİM KULLANIYOR?

İbrahim Kiras da Star gazetesindeki köşesinde bu hususu güzel ifade etmiş: “Esas olarak asker ve sivil bürokrasi ile bunların toplumdaki destekçilerinin oluşturduğu bir “zümre” var Türkiye'de. Atatürk işte bu zümrenin elinde sopa olmuş, onunla hasımlarına vuruyorlar ha bire. Bu zümreyle çatışması olanlar “dokunulmaz” Atatürk'le kavgalı ilan ediliyor; biletleri Atatürk karşıtlığından kesiliyor.”

Bendeniz bir ilahiyatçı olarak, Yaşar Nuri Öztürk ve onunla aynı seciye, karakter, ahlak ve bilgi anlayışını paylaşanların, Atatürk'ü kalkan yaparak ortaya koydukları bu sakat din ve ilim anlayışları yüzünden hem ilme, hem de dine ne büyük zararlar verdiklerinin en yakın müşahidiyim. Bunlar kadar tehlikeli bir diğer husus ise, bu sakat tutumun olduğu yerde “ahlak ve fazilet”in de sağlıklı bir hüviyetle yaşama imkânının bulunmamasıdır. Şayet siyasetçiler, sivil-asker bürokratlar, akademisyenler vd. sizler de bu konuda aynı endişeleri paylaşıyorsanız, geliniz bu istismar kapısını kapamak için harekete geçelim. Atatürk'ün “Hüccet” olduğunu söyleyenlerin nasıl bir hesap adamı olduklarını görelim ve artık bu adamların konforlarını koruma uğruna verdikleri ahlaksız savaşı bitirelim. Yani normalleşelim.

Ancak ondan sonra ilmin de siyasetin de “esnaflığını” yapanlar, “adam” olmak zorunda kalacaklardır.

* Prof. Dr.; Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi