Vicdan, ciddiyet ve cesaretle kendini aynaya tutamayan birey ve topluluklar, korkak ve zalim topluluklardır. Ve tarih bize göstermiştir ki, bütün korkaklar zalimdir ve bütün za-limler korkaktır. Allah'ın düşmanlığı ise sadece zalimleredir.
İnsanoğlunun günlük hayatında -hemen her meselede- çoğu kez “ciddiyet-sizce” bahsettiği ve başvurmak istediği “vicdan” kavramının ne anlam ifade ettiği; bireysel-toplumsal sorunlarımıza cevap mahiyetinde kolektif bir değere neden dönüştürülemediği tartışmaya değer bir meseledir. Türkiye'nin bu zor ve kaotik döneminde, herkesin yeniden “vicdan” ve “ciddiyet” kavramları üzerinde kafa yorması gerekmektedir.
“Vicdan”, “vecede”, “vecden”, “vecd”, “vecideten”, “mevcud” ve “Vacid,” gibi kavramlar manzumesi tüm lügat ve etimoloji eserlerinde; “bulmak”, “görmek”, “karşılaşmak”, “bir şeyi kaybettikten sonra ciddiyetle arayıp bulmak”, “bir şeyi hakkıyla idrak etmek”, “kalben ve aklen bir şeyi içselleştirmek”, “istemek”, “bir şeyi yeniden bulmak ve çoğaltmak”, “bireyi ve toplumu boğan bütün meselelerle yüzleşmek”, “sevgiye dönüştürmek”, “kalbi ve akli zenginlikler üretip paylaşmak” anlamlarını taşır. Bu kökten türeyen ve interaktif ilişkiyi ifade eden “tevacede” kalıbı ise; “hüznü ve sevgiyi paylaşmak”, “bir şeyi tüm olumlu ve insani yönleriyle tutkulu bir şekilde karşılıklı istemek”, “suyun kaynağından kana kana içip derin bir iç huzur ve bedensel rahatlığa kavuşmak” manalarını ihtiva ederken, bütün bu anlam manzumesi içinde konumuz bakımından kuşkusuz en çarpıcı olanı: Allah'ın doksan dokuz isminden biri olan “Vacid”dir. Gramatik olarak ismi fail (aşırı özne) olan Vacid, tüm insani, bireysel ve toplumsal ilişkilerimizde bulmak, görmek, yüzleşmek ve sevmek için birbi-rimizi tanımamız gerektiğini ifade eder. Bireysel ve toplumsal adaleti bulmamız için “vecd”, yani “trans hali içinde derin bir iştiyakla birbirimizle ve sorunlarımızla yüzleşmemiz gerekliliği”ne işaret eder. Bu vicdani yüzleşmeye, ciddiyetin mutlaka eşlik etmesi gereklidir.
Bununla birlikte “ciddiyet” kavramının etimolojik kökeni üzerinde durmak, meselenin anlaşılması açısından elzemdir. “Cedde”, “içtihad”, “müçtehid”, “cadde”, “cedid”, “müceddid”, “cedd” kelimeleriyle de ifade bulan ciddiyet kavramı; “bir şeyi isterken, yaparken ve anlamaya çalışırken ciddi olmak”, “doğruluk, samimiyet ve içtenlikle istemek ve anlamaya çalışmak”, “bir sorunu veya sıkıntıyı tahkik etmek”, “bütün insani akli ve kalbi çabayı ortaya koymak”, “hafife almamak”, “anlama ve çözme amaçlı yola çıkmak”, “kendini yenilemek”, “en karmaşık problemli sorun ve sıkıntıları çözme iradesini ortaya koymak”, “yol işaretlerini özenle oluşturmak” ve “anne-baba tarafından şecereyi ifade etmek (cedd)” anlamlarına gelir. Bu noktada, ciddiyete temas eden bu kavramlar manzumesi içinde “cedd” kavramı, ortaya çıkan sorunların çözümünde sunduğu metodolojik rehberlik bakımdan özel bir önem taşır.
Şöyle ki; verili sorunları bir esasa, köke, şecereye ve ilkeler bütününe bağlamak, o kök ve ilkeler çerçevesinde ciddiyetle değer üretmek, ancak bu kavrama başvurmak suretiyle mümkün olabilir. Yoksa bütün “ciddi” gayretler boşa gider. Sorun ve sıkıntıları ya da bir ilmi meseleyi çözerken, bir esas üzerinden hareket etmek, her haysiyetli birey ve toplumun postulası olmalıdır. Bütün bu kelimelerin soy kütüğü hakkında bilgi almak ve ciddiyetle öğrenmek isteyenler, “El-Müncid”, “Lisan-ül Arab”, “El-Külliyat”, “Mu'cemül Mekayis” gibi klasik eserlere başvursalar daha fazlasını bulacaklardır. Tarihin tüm dönemlerinde bireyler ve toplumlar; bireysel ve toplumsal, ilmi ve fikri bir meseleyi çözerken, bu iki kavram üzerinden sorun ve sıkıntılarını çözmüşlerdir.
Türkiye yüzyılı aşkın bir süredir kendi toplumsal sorunlarını ciddiyetle ele alamadığı gibi, vicdani bir vasat oluşturmak amacıyla, sıkıntı ve sorunlarıyla da yüzleşememiştir. Bu nedenle bugün Türkiye, fasid bir dairede gel-gitler yaşıyor. Bugün için gelinen noktada, bütün bu sorunlar yoğun, kesif ve karmaşık bir şekilde birikmiştir. Ya bu sorunları derin bir akıl, saf ve temiz bir vicdan ve tutarlı bir ciddiyetle çözme iradesini ortaya koyup çözecek veya Türkiye çözülecek.
Eğer vicdanı ve ciddiyeti, bu toplumun ortak/vazgeçilmez değerleri olarak yeniden yeşertebilirsek; irili ufaklı tüm sorunlarımızla yüzleşebilir, cesaretle bütün sorun ve sıkıntılarımızın üzerine gidebilir, ülkenin dağlarına ve ovalarına bahar getirebiliriz. Cesaretin, kök anlamlarından birisi “köprü kurmak”tır. Yani vicdan, ciddiyet ve cesaretle; bireyler ve toplumlar arasında yeni köprüler inşa edebiliriz. Vicdan, ciddiyet ve cesaretle, derin iç hesaplaşmalar ve yüzleşmeler üzerinden yeni bir vasat oluşturarak; kelimelerin, cümlelerin ve satırların yüreğine girerek, insan merkezli yeni bir paradigma inşa edebiliriz.
İnsan merkezli bu paradigma dönüşümü, bizi, 21.yüzyılın insan odaklı efendisi kılabilir. Bu sayede, bir avuç mutlu azgın azınlığın, ulusçu, kavmiyetçi, inkârcı, asimilasyoncu bir güruhun tüm hesaplarını bozabiliriz. Yapacağımız şey -ön yargıların ve kimliklerin cehenneminden kelimelerin, cümlelerin yüreğine girerek- “kendimiz için istediğimizi başkaları için de istemek”, ciddiyetle istemek, vicdanla, hüznü ve sevgiyi paylaşarak insani zeminler oluşturmak, cesaretle yürekler arası yeni köprüler inşa etmek. “İçimizdeki peygamberi” yani “vicdanı”; “dışımızdaki peygamberle” buluşturduğumuzda “insanların en hayırlısı insanlara hizmet edendir” düsturu ortaya çıkacaktır. İnsanların en hayırlısı ise kendisi için istediğini başkaları için de isteyendir.
Bu vicdani hesaplaşmalar ve yüzleşmelere; Türklerin, hele hele kaymak ve krema tabakası Türklerin herkesten çok daha fazla ihtiyacı vardır. Elbette bu topraklarda yaşayan Kürt, Türk, Zaza, Çerkez, Alevi, Sünni, Ermeni ve benzeri tüm etnik dini mezhep ve cemaatlerin bu ülkenin artık kronikleşmiş sorunlarıyla yüzleşmeleri gerekir. Yüzleşerek kendilerini ancak bulabilir ve tanıyabilirler. İnsan, kendini tanımaya başladığı andan itibaren başkalarını tanımaya ve anlamaya hazırdır. İnsanın Hz.İnsan olabilmesi; vicdanlı olması, ciddi olması ve cesaretli olmasıyla mümkündür. Vicdan, ciddiyet ve cesaret sorunları çözmek için yan yana geldikleri vakit; “öteki” tanınmaya ve anlaşılmaya başlar. “Öteki” ancak anlaşıldıkça sevilmeye başlar. Anlamadan insan nasıl sevebilir ki…Ve bu ülkede biz birbirimizi anlamaya mecburuz.
Bir asırdır, dinin özüne, mayasına ve maksadında kibrit suyu dökerek, klişe ve şekilden ibaret oluşturulan bir din anlayışının; ne kendi müntesiplerine ne de başkalarına bir faydası olmaktadır. Bu manada vicdanlı, ciddi ve cesaretli olması gereken toplum kesimi, dindarlar olmalı; hatta herkesten önce ve herkese öncülük etmelidirler. Bu ülkede yine herkesten önce ve önde dindarlar; ciddiyet ve cesaretle, vicdanlarıyla yüzleşerek, yeni bir Türkiye inşa etmek için öncülük edebilirler.