İmam-Hatip Lisesi mezunlarının her hangi bir fakülteyi okumak istemeleri memleketimiz için sevinilecek bir durumdur. Bugün memleketimizin, hiç olmazsa büyük camilerinde en az iki fakülte bitirmiş ve iki dil bilen imamların olmasını kim istemez
Yazının başlığı şöyle de olabilirdi: “Meslek Lisesi mezunları üniversiteye gitmemeli mi?”. Ancak böyle bir başlık koymamın sebebi hiç şüphesiz, diğer meslek lisesi mezunlarının kendi dalları dışında bir fakülte veya yüksek okula girememeleri veya girerken kendilerine farklı kat sayı uygulanmasının altında yatan sebep İmam-Hatip Okulu mezunlarının da aynı haktan istifade etmeleri endişesi veya korkusudur. Yani İmam-Hatip Lisesi mezunları olmasa onların üniversitenin her hangi bir bölümüne girmelerini engelleyecek ortada başka bir sebep kalmayacaktır. Bu durumda konuyu yalnızca İmam-Hatip Lisesi mezunları açısından ele almak ve konuya bu açıdan bakmak daha uygun olacaktır, diye düşünüyorum.
Bilindiği gibi, İmam-Hatip Liseleri de diğer bütün liseler/okullar gibi Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullardır. Bu okullarda hangi derslerin hangi sınıflarda kaçar saat, nasıl bir müfredat içinde ve hangi öğretmenler tarafından okutulacağı konusunu da bu bakanlık belirlemekte ve başta idarecileri olmak üzere bütün öğretmenlerini tayin etmektedir. Yani burada öğretmenlik yapanlar da maaşlarını devlet bütçesinden almaktadırlar. Mezunlarının her hangi bir fakülteye girerek bir başka dalda memleketine hizmet etmesini istememektedirler. Bundan dolayı da önlerine hukuka uymayan ve vicdana sığmayan engeller çıkarmaktadırlar.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu'na uygun olarak açılmasına ve 739 sayılı Temel Öğretim Kanunu'nun 32. maddesinde bu okulların statüleri “mezunlarını mesleğe ve yüksek öğretime hazırlamak” ifadesiyle belirlenmiş ve “yüksek öğretim” ifadesinden yalnızca İlâhiyat Fakülteleri anlaşılmaması gerektiği de Meclis tutanaklarına geçmiş bulunmaktadır. Buna rağmen üniversitenin her hangi bir bölümüne girmek isteyen ve bu maksatla açılan sınavlara katılarak yeterli puan alan İmam-Hatip Lisesi mezunlarına genel lise mezunlarından farklı kat sayı uygulanmak suretiyle bir sınırlama getirilmesini ve önlerine engel konulmasını anlamak mümkün değildir. Bu sebeple de bu engelin kaldırılmasından ve diğerleriyle aynı şartlarda sınava girerek aldığı puana göre bir yüksek öğretim kurumuna yerleştirilmelerinden daha tabii bir uygulama olamaz.
Nedense bazı insanlar hem bazı şeylerden şikâyet ederler, hem de bu beğenilmeyen şeyin beğenilecek bir duruma getirilmesini istemezler; bu konuda yapılacak her türlü çalışmadan rahatsız olurlar ve bu rahatsızlıklarını da açıkça belirtmekten çekinmezler. Öteden beri, anlatmaya çalıştığım zihniyette olan kimselerin cami imamlarına karşı takındıkları tavır da böyle olmuştur. Geriye doğru dönüp baktığımda, 1950 öncesi ve özellikle 1940'lı yıllarda çıkan mecmua ve gazetelerde imamları konu alan bazı karikatürler gördüğümü hatırlıyorum. Bunlardan birisi şöyle idi: Başında siyah bir takke, siyah çember sakallı, sırtında siyah lata (cübbe benzeri geniş kollu bir giysi), eli arkasında ve elinde otuzüçlük bir tespih, kalafatlı bir adam ile onun arkasına dizilmiş siyah çarşaflı dört kadın. O günün basınında imamlar böyle tanıtılmak isteniyor ve karikatürize ediliyorlardı. Konuşmalarda da imamların cehaletlerinden, bilgisizliklerinden ve yobazlıklarından söz edilir, konu yazıya dökülünce de böyle hakaretlerin yer aldığı yazılar makale olarak yayınlanırdı. Böyle yazıları o günün profesörleri de yazarlardı. Meselâ, Türkçe meâli de bulunan ve özel dergi çıkaran Profesör Ismayıl (kendisi İsmail demez, böyle derdi) Hakkı Baltacıoğlu'nun ağır hakaret içeren yazılar kaleme aldığını hatırlıyorum.
Fakat sonradan öğreniyorum ki, bu yazıları, atıldığı üniversiteye tekrar dönebilmek için yazmış.
O yıllarda ve daha sonraki yıllarda Avrupa'nın her hangi bir ülkesine şu veya bu sebeple gidip gelenler, bulundukları mecliste din, dindarlık, din adamı veya dinle ilgili bir konu gündeme geldiğinde, hemen ağızlarını açarlar ve sözlerine şöyle başlarlardı: Azizim, Fransa'ya gittim (bu Almanya, İngiltere veya bir başka ülke de olabilir), bize bazı yerleri gezdirdiler; ücra bir köye de götürdüler. Köyde bir kilise veya şapel vardı, hem de üç dil biliyordu ve iki de fakülte bitirmiş. Bizde nerde böyle imamlar, din adamları? Bizimkiler yobaz azizim! İnsana yaklaşmasını ve onlarla konuşmasını bile bilmezler. Din anlatacaklarında insanları hep cehennemle korkuturlar. Cehennemden başka bir şey bilmezler. Biz adam olmayız.
Eminim ki, bu sözlerden gizli bir haz da alırlardı. Çünkü böylece onlar bu sözleriyle İslâm'ı, ona inananları, onu temsil eder görüntüsünde olanları ve içinde yaşamaya mecbur kaldıkları toplumu aşağılamış olmakta idiler. Bu sözleri zaten kendilerinin üstünlüğünü ve bu toplumdan ayrı özelliklere sahip biri olduklarını anlatmak için söylemişlerdir.
Böyle düşünenlerin kafalarında asla iyi düşünce yoktu. Onlar “biz de onlar gibi yapalım, modern okullar açalım; dini iyi öğrenmiş, birkaç fakülte de bitirmiş din adamı imamlar yetiştirelim de bizi ve gelecek neslimizi aydınlatsınlar” düşüncesi asla yer bulmamıştır. Onlar yıkıcıdırlar, hiçbir zaman da yapıcı olmamışlardır.
Gerçekten de 1930 yılında tamamı kapatılan İmam-Hatip Mektepleri 1951 yılında tekrar açılıncaya kadar bir fetret dönemine girilmiş ve resmi özelliklere sahip din adamı yetiştirilmemiştir. Müslümanlar bu konuda muhtaç olduklarından kendisine din adamı süsü veren herkesi sahiplenmiş ve dolayısıyla onların din namına sundukları her şeyi kutsal bilmişlerdir. Bence iki tarafın da bunda her hangi bir suçu yoktur. Suç bu ihtiyaca cevap verecek elemanın yetiştirilmesini engelleyenlerdedir. Siz Tıp Fakültelerini kapatıp doktor yetiştirilmesini engellerseniz hastalar da şifa ümidiyle kocakarı ilâçlarına sarılır. Bu durumda onları kınamaya ve aşağılamaya hakkınız olabilir mi? Bu da onun gibidir.
Onun içindir ki, İmam-Hatip Lisesi mezunlarının her hangi bir fakülteyi okumak istemeleri memleketimiz için sevinilecek bir durumdur. Bu sebeple de buna engel olanlar değil, önünü açmak için çırpınanlar doğru olanı yapmaktadırlar. Bugün memleketimizin, hiç olmazsa büyük camilerinde en az iki fakülte bitirmiş ve iki dil bilen imamların olmasını kim istemez?