Ali Murat Bey, merhaba,
31 Mayıs 2009 Pazar günü Yeni Şafak'ta yayımlanan köşe yazınız, sektörümüzün şu sıralarda içinde bulunduğu krizi son derece gerçekçi ve ayrıntılı bir biçimde ortaya koymaktaydı.
Aynı şekilde, Türkçe dublajın yaygınlaşmasının sinema salonlarına belli bir hareketlilik getireceği yönündeki tespitinize de katılıyorum.
Ancak, yaşadığımız kriz, bu tedbirin tek başına yeterli gelmesini engelleyecek kadar büyüktür. Şöyle ki:
12 Mart 2009 Perşembe günü gösterime çıkan “Güneşi Gördüm” adlı filmin üçüncü haftasından itibaren sinema işletmeciliği dünyasında işler âdeta bıçak gibi kesildi. Eğlence sektörü olarak, yalnızca ülkemizi değil, bütün dünyayı etkileyen bu büyük krizden en fazla etkilenen iş kollarından biriyiz. Bu noktaya gelene kadar, yıllardır zaten “internetten korsan film indirme” ve “işportacı korsanlığı” gibi iki büyük belayla boğuşmaktaydık; patlayan ekonomik kriz ise işin tuzu biberi oldu.
Korsan film tüketiminin yol açtığı derin ekonomik hasar bir kenara bırakılırsa, ülkemizdeki sinema salonlarının gelirlerinin gitgide düşmesinin ardında temel olarak şu işletmecilik hataları yatmaktadır:
1) Büyük kentlerimizde ihtiyaçtan çok daha fazla sayıda sinema salonu bulunması, bazılarında ise hiç bulunmaması,
2) Son yıllarda, hafta sonları gösterime sunulan filmlerin sayılarının aşırı artması (her cuma ortalama 6 film gösterime çıkıyor) ve seyircinin bu kafa karıştırıcı kalabalık içinde yeni gelen filmlere gereken kıymeti verip içlerinden -en azından- bazılarına doğru düzgün odaklanamaması,
3) Filmlerin ihtiyaçtan çok daha fazla sayıda kopyayla gösterime sunulması ve bu durumun mevcut seyirci potansiyelini salonların tek tek ayakta kalmasına izin vermeyecek kadar küçük gruplara bölmesi…
Mâlûmunuz olduğu üzere, hayatta kendisine önem atfettiğimiz her şey aşırı bollaştıkça kıymetsizleşir. Film, kopya ve salon sayısındaki bu enflasyon da merakla beklenen yeni bir filmin gösterime çıkışını gerek medya mensupları, gerekse seyirci nezdinde gitgide daha bir kıymetsiz hâle getirmektedir. Çünkü, kamuoyu son bir kaç yıldır yaz-kış öyle bir film sağanağıyla karşı karşıya ki bunlardan hangisini önemseyeceğini, özellikle hangi filme gideceğini iyice şaşırmış durumda… İhtiyaçtan fazla salon, ihtiyaçtan fazla kopya ve ihtiyaçtan fazla yerli-yabancı film sürümü, kitlelerdeki sinemaya gitme zevki ve heyecanını söndürmüş, verdiğimiz hizmetin gitgide sıradanlaşmasına yol açmıştır.
Geçmiş deneyimlerim ışığında belirtmek isterim ki sinema sektöründe yaşanan durgunluk, en az 29 Ekim 2009'a kadar aynen böyle gidecektir. Mevcut salonların büyük bir bölümü bu kadar uzun bir süre sinek avlamaya dayanamayacağı için de sonbahar sezonundan önce câmiamızda işletmecilik mantığı ve kuralları açısından çok önemli değişiklikler olacağını öngörüyorum.
Özellikle bu yılın başlarından itibaren Anadolu'daki bazı önemli sinemalar süreli veya süresiz olarak kapanmaya başladı. Öyle ki, Türkiye'nin en büyük ikinci sinema zinciri sahibi AFM'nin işlettiği (salon sayısı itibarıyla, bu alandaki lider şirket CineMars'tır) 180 adet salona, şimdiye kadar en durgun geçen dönemlerde bile haftada ortalama 150.000 müşteri girerken, bu sayı geçen nisan ayından beri 15.000 kişiye düşmüş durumda…
Umut Sanat şirketi olarak “Yüzüklerin Efendisi”nin üçüncü bölümünü gösterime sunduğumuz 2003 yılından beri, gişede bir milyon bileti geçebilen yalnızca 3 adet yabancı filmle karşılaştık. Yabancı filmlerin ithalatı ve gösterimi, daha aylar öncesinden piyasaya ya da internete düşen korsan kopyalar nedeniyle artık neredeyse tükenme noktasına gelmiştir. Bu yüzden, sektörün bütün umutları büyük gişe yapma potansiyeline sahip Türk filmlerine çevrildi. Henüz salonlarını kapatmamış olan işletmecilerin bu direnişlerinin tek nedeni, yılda 2-3 tane popüler yerli filmin çekilip piyasaya dağıtılmasıyla oluşacak sınırlı hareketliliğe güvenmeleridir. Yoksa, artık hiç kimsenin yabancı filmlerden kâr etmeyi falan beklediği yok. Batı ülkelerinde izlenme rekorları kıran en önemli yabancı filmler bile bize geldiğinde yerlerde sürünüyor; çünkü zaten izleyicimiz bu filmleri sokakta satılan korsan DVD'ler sayesinde çoktan izlemiş oluyor!
Ülkemizde sinema sezonu, 2000'li yıllara kadar 15 Ağustos'da başlar, 15 Haziran'da da biterdi. Biz de topu topu iki aylık bir durgunluk dönemi yaşardık. 2000'lerin ortalarından itibaren, sektörün cıvıl cıvıl bir hareketlilik içinde olduğu bu 10 aylık süre gitgide kısaldı ve son durum itibarıyla da kasım başından şubat sonuna kadar süren toplam 4 aylık bir zaman dilimine sıkışıp kaldı.
İşlek sezonun bu denli kısalmasının birden fazla nedeni var hiç kuşkusuz…
Ekonomik krizin eğlence harcamalarında kısıntıya yol açması, çok sayıda salon, çok sayıda film ve korsan kayıt piyasası gibi önemli nedenlerin yanı sıra, izleyicinin televizyon dizilerine duyduğu aşırı bağlılık ve giderek onlarla yetinmeye başlaması, bilet fiyatlarının kaliteli salonlarda biraz yüksek oluşu, dış dünyada artık geçmiş yıllardaki kadar iyi filmin üretilmemesi ve izleyicinin birbirini tekrar eden öykülerden bıkması gibi başka gerekçeler de devreye girmiş durumda…
Öte yandan, Türkiye'deki mevcut sinema seyircisinin en çok rağbet gösterdiği filmleri incelediğimizde toplumun kültürel profilinin eksiksiz bir fotoğrafı ortaya çıkmaktadır ki bu da çözümü ancak uzun yıllara yayılabilecek çok önemli bir başka sorunumuz...
Sözün özü, sektörümüzün işletmecilik kurallarında radikal bir değişim artık şart oldu. Yoksa, dağıtıma verilen filmler ve yapacakları hasılatlar, bundan böyle de şu ana kadar elde edilen rakamlardan daha yukarıya çıkmayacaktır.
Bizler, geçen yıl, Umut Sanat'ın işletmecilikteki ilk göz ağrısı olan İstanbul-Ortaköy'deki Feriye Sinemaları'nı kapattık. Ardından da Konya-Masera, Safranbolu-Atamerkez ve Karabük-Önel salonlarının faaliyetine son vermek zorunda kaldık. Geriye yalnızca İstanbul-Ataköy'deki Atrium, bir de İzmit ve Bolu'daki salonlarımız kaldı. Bunlar da ne zamana kadar kendilerini döndürebilir bilemiyorum.
Türkiye'de sinema sektörünü ayakta tutan 50 dolayında lokasyon vardır. Bu 50 lokasyon, genel anlamda yıllık sinema seyircimizin de yüzde 65'ini oluşturur. Diğer kentlere açılan salonlar ise sinemanın o kentlerdeki nüfus potansiyeli tarafından zaman içinde adım adım sevilip benimsenmesi için gerçekleştirilen, yani bütünüyle “umut üzerine kurulu” yatırımlardır. Ki şu sıralarda bunların pek çoğu da sektörümüzdeki deyişle “ayakta kalabilmek için umutsuzca tırmalıyor”.
Hasılat rakamları, sektörde yaşanan durumu en iyi anlatan verilerdir. Önceki hafta sonu, ülke çapındaki 1725 sinemada gösterime sunulan 63 değişik filme 233 bin 133 kişi girmiş. Bu da salon başına 135, seans başına 9 kişi demektir. Bu 9 kişilik kitle ise 27 Mart 2009 tarihinden beri elde ettiğimiz en iyi rakam. Diğer haftaların salona göre seans-kişi adedi çok daha düşük…
Sizin anlayacağınız, hayatın her cephesinde etkilerini gösteren ekonomik krizle birlikte sinema işletmeciliği işinin de artık kesinlikle eski tadı, heyecanı ve ritmi kalmadı. Sektörün mensupları olarak dostça bir araya gelip, yaşanan bu açmaz karşısında bir dizi yeni önlemler almazsak, Türkiye'de sinemacılığın yeniden 1990'ların başlarındaki o perişanlık noktasına dönmesi de kaçınılmaz olacaktır.
Yazılarınızla sektörümüze verdiğiniz destek ve moral için teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Sevgilerimle,