Cumhuriyet bu kez demokratikleşiyor mu?

Mazhar Bağlı
00:0011/08/2009, Salı
G: 10/08/2009, Pazartesi
Yeni Şafak
Cumhuriyet bu kez demokratikleşiyor mu?
Cumhuriyet bu kez demokratikleşiyor mu?

Laik, tepeden inmeci, evrensel olmayan hukuk ilkelerine dayanan, ulusalcı-kemalist proje sona erdi, biraz geç oldu ama sonunda oldu. İkinci cumhuriyetçiler haklı çıktı. Sonunda onların kehaneti gerçekleşti, Türkiye artık yeniden kuruluyor.

Laik, tepeden inmeci, evrensel olmayan hukuk ilkelerine dayanan, ulusalcı-Kemalist proje sona erdi, biraz geç oldu ama sonunda oldu. Doğu bloğunun çökmesinden sonra Türkiye'nin de sahip olduğu sistemin çok ciddi anlamda totaliter rejimlerden kalma özellikler içerdiğini ve dünyanın genel gidişi ile uyumlu bir yapıya sahip olmadığını ve kendisini yenilemesi gerektiğini söyleyen ikinci cumhuriyetçiler haklı çıktı. Onlar ilk ortaya çıktıkları zaman bunlara söylenmedik laf bırakılmamıştı ama sonunda onların kehaneti gerçekleşti, Türkiye artık yeniden kurulmaktadır ve bunu hiç kimse engelleyemeyecektir. Çünkü bu kez ipin ucu Nasrettin hocanın dediği kişinin elinde değildir. Toplumun önemli bir kesimi artık yönetime dahil olmuştur ve buradan kolay bir biçimde de çıkmayacaklardır artık. Bunun yerine inançlarla arasına husumet değil mesafe koyan, toplumun iç dinamiklerinden süzülerek kendiliğinden gerçekleşen, evrensel hukuka dayanan, çoğulcu demokratik bir sosyal proje hayata geçmektedir. Bu projenin vazgeçilmezi evrensel hukuktur artık. Adaletin ortak payda olmadığı hiçbir toplum sağlıklı bir siyasal sistem kuramaz çünkü.

İkinci Cumhuriyet ile ilgili ilk tartışmaları başlatanlar bir kehanette mi bulundular, elbette ki hayır, sadece toplumu doğru bir biçimde okudular ve sosyolojinin onların ufkunu genişletecek bir disiplin olarak var olmasına imkân tanıdılar. Onu bir toplum mühendisliği için değil bir derinlik için okudular. Ve okuduklarının karşılığını da gördüler.

TOPLUMU ANLAMAK ZOR MU?

1988 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyoloji bölümünde ilk girdiğim derslerin birisinde hocaların hocası Nilgün Çelebi hepimize tek tek sormuştu; “Sosyoloji bölümünü neden tercih ettiniz?” Her bir arkadaş farklı gerekçeler söylemişti. Kimisi okuduğu bir kitaptan veya şahıstan etkilendiği için, kimisi farklı bir hayali gerçekleştirmek için, kimisi iyi bir sosyalist olmak için, kimisi iyi bir toplum mühendisi, ideolog, inanç adamı olmak için tercih ettiğini söylemişti. Kimisi de istemediği halde bir üniversite okumak için son tercih olarak gelmek zorunda olduğunu söylemişti. İtiraf etmek gerekirse bu satırların yazarı da toplumu adam etmek için sosyolojiyi tercih edenlerden birisi idi.

Büyük bir dikkat ve sakinlikte herkesi dinledikten sonra o hoca gitti yerine başka birisi geldi. Yüksek sesle, sinirli ve kesin bir ifade ile, “bana bakın çocuklar! önce kendisini sonra da toplumu anlamak ve okumak dışındaki tüm amaçlar için gelenler bir daha bu sıralarda oturmasınlar, onlara anlatacağımız hiçbir şey yok, bugün ders yapmayacağım, yarın o ulvi amaçların peşinde koşanların dışındakiler gelebilir, diğerleri kendilerine başka bölümler arasalar iyi ederler” demişti.

Ertesi günkü konuşma, sosyolojinin bir amacı gerçekleştirme aracı olarak değil de bir toplumu okuma aracı olarak nasıl bir muhayyileye dönüşebileceğini anlatmıştı. Farkında olmadan toplumu okuyacak bir yeteneğiniz olmasını istemez misiniz demişti? Gerçekten de kim istemez ki?

İşte bu bakış açısı ile bakanlar toplumun kaçınılmaz olarak değişeceğini gördüler ve artık bu düzen değişecek ve değişmelidir dediler. Aslında bu döneme denk gelen en güçlü söylemlerden birisi dönemin refah partisi tarafından dile getirildi ve hayli karşılık da buldu ama onlar bu gücün nerden geldiğini bilmeyecek kadar kapalı bir dünyada yaşıyorlardı. Galiba oradan kurtulmaları da artık mümkün değildir.

MÜESSES NİZAMIN ÇÖKÜŞÜ

Tabi bahsi geçen müesses nizamın çok derinlerde ve korunaklı bir biçimde tesis edildiğini de unutmamak gerekir. Sosyolojik ifadesi ile söylemek gerekirse hem üst yapı çok sağlam hem de alt yapı. Yani hem sivilde hem de askeri bürokraside bu nizamın bekçileri her daim nöbettedirler. Zaten sistem de nihayetinde her an hazır ve nazır olan bu iki önemli güce dayanıyordu, darbeci generaller ve bunların dışarıdaki uzantıları, yani Ergenekon.

Bu halkayı kırmak gerçekten kolay olmadı. Çünkü meşhur Holywood'un kötü ruh veya hayalet zombi filmlerindeki gibi tam da iyinin kötüyü öldürdüğünü veya tamamen yok ettiğini sandığımız ve oh be dememize ramak kalmışken kötüden arta kalan en ufak bir kırıntının bile yeniden ete kemiğe büründüğünü, yeniden canlanıp hayatımıza girmeye, iyileri öldürmeye-yok etmeye devam ettiğini gördük. Kötü ruh tekrar tekrar dirilmekten ve görevini yapmaktan asla vazgeçmedi. Gerçi çok fazla onunla uğraşan da olmadı şimdiye kadar ama uğraşanların tamamı onun yakıcı gücü ile ya kötü adam oldular ya da yok oldular. Bu halkayı, bu kötü ruhu içindeki “ajanlara” rağmen bu iktidar önemli ölçüde hırpaladı ve kırdı, daha doğrusu yok etmeye başladı.

Biliyorum bu ifadelerimi Diyarbakır'daki dostlarım (!) yine iktidara güzelleme olarak değerlendirecekler ama başka türlü düşünmenin insafla bağdaşması kolay olmayacaktır. Çok kısa ve basit bir biçimde ifade etmek gerekirse iyi adam “Tayyip Amca” iktidara geldi ve kötü ruhu yok etmeye başladı. Üstelik kendisini oradan kaldırmak isteyen tüm dahili ve harici dürtüklemelere rağmen de o kötülüğün yok olup eridiği alanda hala da bekliyor arta kalan kırıntıların tekrar canlanmaması için. Kötü ruh tekrar canlanıp “Tayyip Amca”yı yutabilir mi peki? Bu hala ülkenin karşı karşıya kaldığı en büyük risklerden birisidir. Bu ruhun eski günlerine geri döndüğünü düşünün kim bilir kimlerin başına neler getirir? Keza iktidarın birçok köşe başına yerleştirdiği adamlarının bu kötü ruhları tekrar onun başına bela olarak geri salmalarına rağmen yine de işler istediği gibi gitti. Kötü ruhun tekrar çıkabileceği deliklerin başına çoğu zaman karanlık tipler dikti ama son zamanlarda kötü ruhun tekrar tezahür edebileceği en önemli açıkları sağlam adamlarla kapatarak kısmen rahatladı.

İKTİDARIN İKİNCİ ADIMI

Peki iktidarın ikinci adımı neydi? Kendisine ait bir medeniyet projesi ile dünyayla entegrasyona gidecek bir politikayı merkeze almak, topluma güvenmek, belki hepsinden de önemlisi iyi niyet sahibi olmaktır. Yani sorunların çözümünden yana bir tercihte bulunmak ve bunun için şartları oluşturmaktır. Elbette onlar da çoğu zaman yalpalayıp hayal kırıklarına neden oldular ama bu değişimde onların emeğini takdir etmek gerekir. Unutmamak gerekir ki bu sistemin temelleri ta 1850'lerde Jön Türk'lerin çete reisi Hüseyin Avni Paşa'lar tarafından atılmıştı ve değişmesi de kolay olmayacaktır. Bugünkü kimi atama ve tartışmalar Hüseyin Avni Paşa'nın hikayesine çok benzerler. Saraydaki valide sultana sarkıntılık ettiği suçlaması ile sürgüne gönderilen paşa, bir süre sonra çok daha önemli bir makama, Bahriye Nazırlığına atanır. Ama sonunda sultanın taraftarı olan bir binbaşı olan Çerkez Hasan tarafından bir alem masasında öldürülür. Aslında Hüseyin Avni Paşanın bu darbeci sistemin genlerine yerleştirdiği ilginç bir zaaf da var. İşte tüm bu işler de bu zaaftan dolayı be çetenin başına gelmektedirler. O da kurmaya çalıştıkları sisteme ve yerleştirmek istedikleri değerlere kendilerinin de inanmıyor olmalarıdır. Hüseyin Avni Paşa da nihayetinde hem kendisine hem de sahip olduğu ideolojiye inanan birisi olmadı hiçbir zaman. Saraydaki valide sultana sarkıntılık eden bir adamın o ülkenin geleceği üzerine irad buyurduğu nutuklara kalben inanmasını bekler misiniz? Bugün sistemin bekçisi olduğunu söyleyenler de bu noktadan kaybediyorlar, hem kendilerine inanmıyorlar hem de sahip oldukları ideolojiye, hem ahlaktan, vatanseverlikten bahsediyorlar hem de vatanın asıl sahibine sarkıntılık ediyorlar çünkü bunların genel anlamda inanma ile ilgili ciddi bir krizleri var.

İktidar açısından son bir adım kalmıştır, bu kötü ruhları tamamen kontrol altına alabilmek için yeni ve sivil bir anayasaya yapmaktır. Dengesi tamamen bozulan bu anayasa toplumun dengesini bozmaktan başka bir işe yaramayacaktır artık. Bu meclisin bu işi yapamayacağı da çok açıktır.

BARIŞ ÜLKESİNE ÇOK YAKINIZ

Son olarak bu ülke artık üstadımız Ahmet Altan'ın hayal ettiği gibi olacaktır bundan emin olabilirsiniz. Parklarında çocukların oynadığı, yollarında cesetlerin sağa sola saçılmadığı, insanların birbirine kuşku ile bakmadığı, farklılıkların O'nun varlığına işaret eden birer ayet olduğu, sen ben kavgasının olmadığı, dağlarında silah sesinin yankılanmadığı bir diyar olacaktır. Dağlarında kuşların, kelebeklerin, yaylacıların, çobanların, kuzuların ve geceleri ağustos böceklerinin sesi duyulacaktır. Mahkemelerinde adalet dağıtılacaktır, avukat ile hakim aynı statüde olacak, hukukun temel unsurlarından birisi olarak görülecektir. Savcı ile hakim önceden anlaşmayacaklar, savcı iddia edecek hakim yargılayacaktır. Üniversitelerinde dünyayla rekabet edecek akademisyenler olacak, öğrencilerinin gözlerinde geleceği okuyacaklar. Meclisinde ihale peşinde koşan değil memleket için çalışan vekiller olacaktır. Kışlalarında ülkeyi dış tehditlere karşı koruyan caydırıcı ve gurur verici bir güç olacaktır. İnsanlar korkudan farklılıklarını gizlemeyeceklerdir. Esnaflar pazarlarında gül alıp gül satacaklar gülden terazi tutacaklar. Babalar çocuklarına kendi etnik ve dini kökenlerini 30'lu yaşlarında bir dil sürçmesi sonucunda değil, doğar doğmaz kulaklarını fısıldayacaklar. İsteyen ezan okuyacak, isteyen vaftiz olacak isteyen istediği adı alabilecektir artık. Bütün bunların hayal olduğunu düşünenler bundan birkaç sene geriye gidip tek başına ülkenin altını üstüne getiren adamların bugün içinde bulundukları acizliği ve komikliği görsünler.

Artık üstadımız da damaklarımızda unutulmaz tatlar bırakan yazılarına başlayabilir, her gün bu kötü ruhların şimdiye kadar ettikleriyle mesaisini harcamasına gerek olmayacak. Hafta sonları uçağa atlayıp Şanzelize'de (Avenue des Champs-Élysées) gününü gün edip geri gelecek ve her gelişinde elinde bir demet çiçekle bize gelecek, biz de şairin dediği gibi buyurun hoş geldiniz az ilerisi kalbim diyeceğiz.

Bütün bunların olacağını söylediğim için beni de ikinci cumhuriyetçiler gibi sosyolojik kehanetler kurmakla suçlayanlar olursa onlara önerim bunların yaklaşık yirmi yıl önce söylediklerine bir göz atmalarıdır.

* Doç. Dr.; Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi