Kadınlığı yaşamak değişken. Erkek ne kadar değer verirse kadın o kadar değerli oluyor. İnsan kadın olduğunu o zaman anlıyor. Evde temizlik yapıp kocasına hizmet etmek bir kadınlık göstergesi. Kadınlarla anlaşırım ama sanıyorum erkeklerle daha iyi anlaşıyorum. Dedikodu yapmam çünkü kimsenin hayatıyla ilgilenmiyorum.
Erkek yazarlar, kadın sorunlarını pek kaleme almazlar ama Murathan'ın kadına bakışını derin, detaylı ve saptamalarını doğru buldum. Belki de kadının hemcinsini anlamasından daha çok anlıyor. Erkek dünyasını eleştirirken ve kadına yaklaşımındaki samimiyetini beğendim.
Okuyacağım bölümde Konya'da otogarda karşılaşan iki kadının öyküsü anlatılıyor.. Kadınların eşlerini iyi ağırlamasını, kocasının mesleğiyle bütünleşerek bundan gurur duyan ama diğer tarafta kendini arka plana alan kadınların hikayesi.
Bulunduğu coğrafyayla ilişkili birşey bu. Konya'da yaşayan bir kadınla İstanbul'da yaşayan kadın arasında fark var elbette. Hakkari Yüksekova'ya gittiğimde bir asker eşiyle diğer kadınlar arasında tutum farklılıkları olduğunu gördüm.
Kadın arkaplanda kaldığından bir şekilde kendini var etmek zorunda. Bu da maalesef erkek bakış açısıyla olabiliyor. Erkeğin kadına verdiği değer ve onu toplumda koyduğu yer, kadının yandaş olmasını gerektiyor. Ancak o zaman var olabiliyor.
Duygu Asena Haftası'na katıldığımda "Kadının Adı Yok"tan bölüm okudum. Duygu bu kitap çıktığı zaman Milliyet gazetesinden kovulmuş. Nedeni de kitabı erkek bakış açısıyla yazmış ve bu yüzden ürkütüyor olması. Bunu erkek de kabul etmiyor kadın da. Çünkü kabul ettiğinde o da dışlanıyor. Bu yüzden kadınlar kimlik kazanabilmek için hemcinslerine daha fazla baskı uyguluyorlar .
Eleştirilen tarafta da buldum kendimi. Tektip bir insan olmuyorsunuz, tabi ki fedakarlıklarınız oluyor. Evliyseniz özellikle kişilerin birbirlerini ağırlamalarını gerektiriyor. Kadın erkeği daha fazla ağırlıyor tabi ki.
Doğru. Dikkat ederseniz kadınlarda tertip ve düzen çok önemlidir. Ev eşyaları, yatakodası, koltuk takımı gibi. 'Evim' diyebileceği, kendine ait olmasıyla gurur duyacağı bir mekan olsun istiyor. Şunu göremezsiniz mesela; kadın ne kadar iyi kitap okuyor denmez, evi temiz değil, dağınıksa. Kimse pirim vermez. Ama evin temiz olduğunda çok başarılısın.
Kadınlığı yaşamak değişken. Erkek ne kadar değer verirse kadın o kadar değerli oluyor. İnsan kadın olduğunu o zaman anlıyor. Evde temizlik yapıp kocasına hizmet etmek bir kadınlık göstergesi. Kadın hizmet sektöründe, her şey erkeğe dönük yaşanıyor. Kadınlığını yaşamak çok farklı bu anlamda.
İnsanın kadınlığını yaşaması her anlamada hayatı paylaşmakla olur. Eğer evde yardımcım yoksa, orada yaşayan kişilerin aktif olarak işlere katılması gerekir. Yemek de yapmalı, temizlik de.
Benim evimde herkes iş yapmaktan büyük keyif alır çünkü bu onların isteğine bağlıdır. Ama başka biri tarafından bir erkeğin mutfağa girmesi korkunç birşey. Bu şekilde bakıldığında kadınlığını değil insanlığını yaşayamıyor. Sabah kalkıp temizlik yapıp, çocukla uğraştığınızda bir süre sonra kitap okumak için veya kendini geliştirmek için enerjin kalmaz.
Mesela; medyadaki kadınlar kendilerini anlatırken hep bu özelliklerini kullanırlar. Evde titiz, mutfakta iyi, çok iyi bir anne olmak. Bana kalırsa bu saçma birşey. Neden mükemmel olmak zorunda ki. Dünyada da aile hayatına karşı bir eğilim var. Evlenmek, çocuk sahibi olmak ya da evlat edinerek anaç profilini ön plana çıkarmak. Bizde de aynı normlarda devam ediyor. Kadın profili; efendi, erkeğin sözünden çıkmayan ve güzel giyinen. Standart bir profil oluştu ve bu yanlış. Çünkü; özgürlüğünüzü "kişiler ne der" deyip ona göre oluşturmaya başlıyorsunuz. Bu da yapmacık bir görüntü oluşmasına neden oluyor.
Kadınlar kendi aralarında kıskanç olduklarından birbirlerin çok iyi anladıkları söylenemez. Tabi bu hangi dönemde yaşadığınızla da ilgili. 68 kuşağında böyle bir kadın modeli yok. O dönemde insanlar hippi tarzında, sokakta yaşıyorlardı. Dünyada da dayatılan "ahlakçılık" modeli böyle bir duruma getirdi. Ama bu ahlakçılık doğru bir düzleme oturtulmadı. Öyle olmamalarına rağmen öyle görünmelerini sağlayan bir etiket oldu. Gerçeklikten uzak, sahte bir ahlak profili oluştu.
Özgürlüğüme düşkünüm ve baskıya gelemiyorum. Ama arkadaşlarımı, kocamı veya çocuğumu iyi ağırlarım. Buna rağmen hayatımda çok taviz veren biri değilim. Ortak yaşamda insanlar birbirlerine ödün vermeliler. Ama bu insanların özgürlüklerini kısıtlayacak bir ölçüde olmamalı. Elbette bir iş yapacaksam danışırım ama insanların birbirleri üzerindeki dayatma düsturuna da karşıyım.
Tabi ki fiziksel anlamda kadının korunmaya ihtiyacı var bu çok açık. Size biri sataşmak istiyorsa buna karşı koymaya gücünüz yetmez. Ama bir erkek bununla başa çıkabilir. Zaten artık gelişen dünyada fiziksel güç gerekmiyor. Eğer sataşma varsa bir kadının yanında erkek de olsa bıçağı çıkarıp zarar verebiliyor. Sizi korumaya çalışan insanlar da yetersiz kalabiliyor. Ama hiçbir toplumda kadının özgürce dolaşmasını erkekler hazmedemiyor. Ben işimden dolayı bundan biraz sıyrıldım.
Bu mesleğimle de ilgili birşey. Çünkü çalışma saatlerim çok esnek. Gece 12'de de çekimim oluyor. Böyle bir bakış açısına sahip olmam mümkün değil. Sanatçılar yaptıkları iş nedeniyle toplumdan biraz daha farklı oluyorlar. Bu tam anlamıyla nasıl algılanıyor ülkemizde bilmiyorum. Hayatta ne kadar kısıtlanıyorsanız o kadar daralıyor bakışınız. Sadece yemek yapmak, çocuklara bakmak gibi. Oysa bunların yanında kadının yapabileceği diğer şeyler de olmalı.
Kadınlarla anlaşırım ama sanıyorum erkeklerle daha iyi anlaşıyorum. Dedikodu yapmam çünkü kimsenin hayatıyla ilgilenmiyorum. Kadınların birbirlerini hakkında eleştirel söylemlerine karşı ilgim yoktur. Mesela; kişiler birbirlerini eleştirme hakkını nereden buluyor bunu anlayamıyorum.
Evlilik toplum tarafından kabul görüyor ama kadın boşandığında "ama o evlenmiş, boşanmış" diye küçümsüyorlar. Oysa başka bir insanla sevdiğiniz olsa da bir arada yaşamak dünyanın en zor şeyi. Sürekli beraber yaşamanın oluşturduğu problemler çıkıyor bir zaman sonra. Bir yerden sonra o hayata devam etmek istemeyebilirsiniz.
Tabi ben büyük bir sevgi sonucu evlendim Uğur'la (Yücel). Konservatuardan mezun olduğum zaman Almanya'ya gitmek istiyordum ama eşimle bunları yapmadan once tanıştık. Evlenmemden bir yıl sonra çocuğum oldu. Çocuğumu bakıcının ellerinde değil kendim büyüttüm. Onun için iki yıl tiyatroyu bıraktım. Sonuçta özgürlüğüm kısıtlanmıştı. Tabi ki insanı bağlayan ve durduran birşeyler oluyor hayatta.
Bunu keyifle yapıyorsunuz tabi ki. Ama bu kendimi geri plana almama sebep oldu. Çocuğuma hastalık derecesine düşkünüm. Ona birşey olacağını düşünmekten huzursuz oluyor insan. Halbuki ne kadar koruyabilirisiniz ki?. Bana kalırsa çok zor birşey.
Tabi ki. Sadece mesleki anlamda sıkıntı çekiyorum.
Çünkü ülkemiz yeteneğe pek prim vermiyor. Önemli olan işinizde ne kadar yetenekli olduğunuz değil, kurduğunuz iletişim ve fiziksel özellikleriniz. Biraz sert ve başkaldıran bir insansanız çok ciddiye alınmazsınız. Ben "Masumiyet" filmini çektiğim zaman aynı şekilde algılanmadım toplum tarafından. Belki onun yerine sıradan bir anneyi oynasaydım durum daha farklı olurdu. Benim durumum insanlara çok sıradışı geliyor. O yüzden Türkiye'de istediğiniz şeyleri yapabilmeniz çok zor.
İyi bir eş olmak gibi bir kavramım olmadı hiçbir zaman. İstediğim kişiyle evlendim ve bu konuda iyi mi yoksa kötü mü yapıyorum diye düşünmedim. Evin dağınık olması tarzı şeyleri hiç kafama takmadım. Ama tabi Uğur da böyle bakmadığı için sanıyorum sorun olmadı
Ama çocuğuma bakmak beni ilgilendiriyor. Ben ona bakmadığımda hayatını devam ettiremez. Ama evli olduğunuz kişi kendine bakabilir. Her şeyden önce paylaşmakla hükümlüyüz.
Hayattaki en büyük problemin iktidar sorunu olduğunu düşünüyorum. Dünyanın tek derdi iktidar. Shakspeare; 'elde ettiğiniz bir avuç toprak ölülerinizi bile gömmeye yetmeyecek" diyor. Daha fazla güç elde etmek istiyor insaoğlu. Eğer ki güç paraysa bence sadece alet oluyorlar. Ama bu normal birşey çünkü bunu herkes yapıyor. Kadın sorunu da, başörtüsü sorunu da bir iktidar sorunu.
Mesela; siz başınızı örtüyorsunuz. Ama ben örtmüyorum. Kendi görüşüm doğrultusunda yapmıyorum. Ama bunun yanında özgürlüğümüzün kısıtlanmasına da karşıyım. Başınız örtülü olduğu için okuyamıyorsanız bu son derece anlamsız birşey. Bu bir şekilde tamamen iktidarla ilgili bir mesele. Ben de kendi istediğim şey doğrultusu da davranırım bu çok normal.
Ben demokrasiye de inanmıyorum. Fikrini özgürce ifade etmekse maksat ben böyle birşey görmüyorum ülkemde. Kimse fikirlerini özgürce ifade edemiyor çünkü yasaklar var. Dünyanın her yerinde olan birşey. Biraz uç noktada birşey söylediğiniz zaman yasaklanıyor.