17 Ağustos'tan gerekli dersi almadık

Kübra&Büşra
00:0016/08/2009, Pazar
G: 15/08/2009, Cumartesi
Yeni Şafak
17 Ağustos'tan gerekli dersi almadık
17 Ağustos'tan gerekli dersi almadık

Nasuh Mahruki'nin 1996 yılında 7 dağcı arkadaşıyla birlikte kurduğu AKUT, 11 yıldır hayat kurtarıyor.17 Ağustos'tan bu zamana kadar çok yol katedildiğini söyleyen Mahruki 'Ama..." diyor ve ekliyor;

Nasuh Mahruki'nin bu yıl ki deprem sloganı ironik. 'Futbol mu? yoksa deprem mi?' Depremi magazinden, futboldan daha mı çok önemsiyoruz? diye soruyor. Gerçekten depremi ne kadar önemsiyoruz? 17 Ağustos depreminin üzerinden 10 yıl geçti. Bu on yılda yaralar sarıldı, felaketler unutuldu. Ne kadar ders aldık, ya da alamadık? Olası depreme hazırlıklı mıyız? Mahruki bu sorulara çok iç açıcı cevaplar vermiyor. 'Yol katettik ama hala olması gerekenin gerisindeyiz' diyor. Peki ya AKUT bu on yıl içinde ne kadar yol katetti. 1996 yılında arkadaşları ile kurduğu arama kurtama ekibi olan AKUT on yılda büyüdükçe büyüdü. 900 bin gönüllü üyesi, 600'e yakın ekibiyle şimdiye kadar 850 kişinin hayatını kurtardı. Ama AKUT ne kadar gelişirse gelişsin depremin getireceği felaketleri önleyemiyor. 'İstanbul depreme dayanıklı hale nasıl getirilir?' Bu sihirli sorunun cevabı Mahruki'ye göre kısa ve net. Nüfusun azaltılması ve dayanıklı binalar inşaa edilmesi.

On yıl önceki depremden aklınızda kalan ilk görüntü…

Gölcük bombalanmış ve savaştan çıkmış gibiydi ve sanki şehre ilk girenler bizlerdik. Korkunç bir manzaraydı.

Gölcük'e depremden sonra hiç gittiniz mi?

Tabi çok gittim. Bugün harabe halinde değil ama birçok aile o bölgeyi terk etti. Diğer taraftan da açmazlar var. Çünkü istihdam orada. Gidenlerin yerine yenileri geliyor. Gölcük birinci dereceden deprem bölgesi, kuzey anadolu fay hattının geçtiği yer. Karadeniz ile Marmara'nın ortasında yemyeşil orman, iklimi sonderece ılıman ve güzel. Burası turizm bölgesi ve sayfiye yeri olması gerekirken ağır sanayi bölgesi durumunda.

AKUT'un yeni sloganı 'Futbol mu, Deprem mi? Depremi ne kadar önemsiyoruz? diye sorgulatan bir slogan…

Öyle. Bunun bir çok sebebi var. İnsanlar depremden korktukları için akıllarına getirmek istemiyorlar. Bir de deprem salı veya perşembe olan günü belli bir olay değil. Herkes bir taraftan geçim sıkıntısıyla boğuşuyor. Bulunduğu güvensiz bir evden, sağlıklı bir eve çıkmak insanlara lüks gibi geliyor.

Konut iyileştirmeleri yapılıyor…

Bir çok kamu binası ve okul iyileştirildi. Ama vatandaşın oturduğu evlerde çok büyük problemler var. İstanbul'un yüzde 80'i kaçak zaten. Yaşadıkları yerin depreme dayanıklı olup olmadıklarını bilmiyorlar.

Peki siz on yıl içerisinde devletle birebir istişare ettiniz mi?

Bir takım toplantılara bizi de çağırıyorlar. Depremle ilgili paneller, konferanslara gidiyoruz ve anlatıyoruz. Fakat bu probleme kimse sağlıklı yaklaşamıyor. TOKİ projeleri ve yerleşimlerin kaydırılması gibi konular da eksik uygulamalar.

Ne açıdan?

İstanbul nüfusu 14 milyon olmuş bir kent. Öyle bir hal almış ki Türkiye'deki her beş kişiden biri İstanbul'da yaşıyor. Bu fotoğraf çok sağlıklı değil. Bunu görmeden İstanbul'u depreme dayanıklı hale getirmek neredeyse imkansız.

'İstanbul depreme dayanıklı hale nasıl getirilir' sorusunun cevabı nedir peki?

Nüfusun azaltılması. Bu nüfusla, bu binalarla, bu yoğunlukla, sürekli göç alan bir şehir depreme dayanıklı olamaz. Bir problemi çözmek için problemi doğru tanımlamanız lazım. Görünen soruna değil, kök soruna odaklanmalısınız. Görünen soruna odaklanarak bir sürü şeyi çözdüğünüzü zannedersiniz. Türkiye yıllardır bunu yapıyor.

Siz bu görüşlerinizi devletin kurumlarıyla paylaştınız mı?

Ben her yerde İstanbul nüfusunun azalması gerektiğini söylüyorum. Eninde sonunda da bu yapılacak. Çünkü başka çözüm yok.

Peki on yıl öncesinden ileri mi yoksa daha mı gerideyiz veya neredeyiz?

Geri değiliz tabiki. Türkiye çok ders aldı. Bunun içinde devlet, bürokrasi, asker de var. Ama bütüne baktığımızda idealden çok uzaktayız.

Bu on yıl içerisinde bir çok uzman depremin olacağı ile ilgili bir takım yorumlar yaptı. Bu tarz dalgalanmalar önlemi hızlandırıyor mu?

Bilimsel çalışmaların bilim ortamında yapılıp, ilgilendiren yerlere etkisi olması gerekir. Vatandaşı korkutmanın bir anlamı yok. Deprem üzerine uzman olan kişilerin bu konuda açıklamayı vatandaşa değil, ilgili kurumlara iletilmesi gerekiyor. Olay bu yüzden çok da ucuzladı. Profosörler televizyonlarda birbirinden çelişkili konuşmalar yaptılar. İnsanların güveni de sarsılıyor. Güvensiz şekilde bir hayat geçmez ki.

Peki ya AKUT bu süre zarfında ne kadar yol katetti?

1996 yılında kuruldu. 1998 Adana - Ceyhan depreminde ilk fiilen bulunduğumuz zamandı. 17 Ağustos depremi ise 34. arama kurtarma çalışmasıydı. Bugün AKUT'un arama kurtarma çalışması 500 üzerinde.

İstanbul depreme hazır değil ama AKUT hazır. Öyle mi?

1999 ile bugün arasında Türkiye'de her kurum ve kişi depreme daha hazırlıklı. Ama daha hazırlıklı olması yeteri kadar hazırlıklı olduğu anlamına gelmez. 1999'dan tabiki çok ileri bir yerdeyiz ama sorunlar da daha ileri. Binalar hazır olmadığı taktirde ne AKUT hazır olabilir ne de TSK. Depreme bizim değil binaların hazır olması lazım. Biz sonraki aşamayız.

Bu süreçte hiç hata yapıldı mı peki?

Devletin hatası şuydu; her yere arama kurtarma ekibi kurdu. Birileri bundan çok büyük paralar kazandı.

Şimdi vaziyet ne?

Şimdi o yerler arama kurtama malzemesi mezarlığı oldu. Türkiye'de 17 Ağustos sabahı depremde çalışmak için sadece bir STK vardı, O da AKUT'tu. Bugün belki bin tane var. Bunların çoğu deprem için kuruldular. Dolayısıyla deprem olduğunda çalışabilecekler.

Bir dönem AKUT ile ilgili karalama kampanyası olmuştu. Bu alternatif kurtarma ekiplerinin oluşmasının sebebi AKUT'u çökertmek miydi?

Hayır, o sadece Türk insanının fedakarlığı. Bizden iyi bir örnek gördüler aynı örneği yerel örgütlenmeleriyle yapmaya çalıştılar. Çok da güzel yaptılar hiç bir sorun yok. Fakat afet planlaması denilen şey risk yönetimi ve kriz yönetimi olarak ikiye ayrılır. Enkazda çalışmak kriz yönetimidir. Ama esas olan risk yönetimidir. Kriz ortaya çıkmadan önce koruyucu, zarar azaltıcı tedbirleri almaktır. Binaların sağlam olması, evdeki eşyaları sabitlemek, vatandaşı eğitmek gibi. Türkiye bunu yapmak yerine bütün kaynakları müdahale aşamasına aktardı. İnsanlar bundan çok büyük paralar kazandı.

AKUT'u sizce neden karalamak istediler?

1999 depreminden sonra halkın kime daha çok güvendiğini ölçen bir anket yapıldı. O anketlerde AKUT 'Türkiye'nin en güvenilir kurumu' seçildi.

Bu birilerini rahatsız etti…

Hemde nasıl. Benim hayatım karardı. Hakkımda söylemedikleri kalmadı. Ermeni, Yahudi dediler, rant peşinde koştuğumuzu söylediler…

AKUT kime, nereye bağlı?

Hiç kimseye. Hiç kimsenin adamı değiliz. Siyasi, örgütlü yapının parçası da değiliz. Tamamen yurttaş sorumluluğumuzla, ülkesini ve insanlarını seven bu ülkenin evlatlarıyız. Hiç kimsenin gücü bizi bitirmeye yetmez!

Kime güveniyorsunuz?

Kendimize güveniyoruz. Sonuçta ben profesyonel sporcuyum. Dağcılık anlamında ilk ön zorlu işleri yaptım. K2'ye oksijensiz çıktım, Evereste çıkan ilk Müslüman dağcıyım, Kar Leopar'ı ünvanım var. Bu bitirme planlarından korkmam.

Bu kadar gönüllü olarak bu işi yapıyorsunuz, o kadar insanı organize ediyorsunuz, hayati ve psikolojik tehlikeye giriyorsunuz. Neden?

Çünkü ülkemi seviyorum.

Herkes sevmiyor mu?

Ülke dediğiniz şey takım tutar gibi sevilmez. Vatanı gerçekten seviyorsan sonucu değiştireceksin. Sevdiğini söylersin ama birtek sana faydası olur. Biz sevgimizi eyleme dönüştürüyoruz. Enkaz da, orman yangınlarında ve sellerde koşturuyoruz.

Neden hayat kurtarma da, başka birşey değil?

Bu herkesin yapabileceği bir konu değil. Türkiye'deki çok büyük bir boşluktu. Türkiye'nin ilk arama kurtarma ekibini biz kurduk. 76 yıllık Cumhuriyet tarihinde bunu sadece biz dağcılar yaptık.

Siz 'Hayatta nasıl kalınır' seminerleri verdiniz. İlk beşe aldığınız en temel hayat kurtarma maddeleri nedir?

Bunun için iki defa Türkiye'yi dolaştık. Bir milyon kitapçık dağıttık. 1. Sağlam binada oturacaksınız. 2. Evdeki eşyaları sabitleyeceksiniz. Tabiki evin içinde alınacak önlemler var. Ama buna ne kadar kaynak aktardığınızla ilgili. Camları flimlemek de bir seçenek. Ama işin özü binaların sağlam olması.

Bu maddelerin içinde, sizin bulduğunuz yöntemler var mı?

İlk doğu ekibimizi Bingöl'de kurduk. Kış aylarında köy yolları kapanıyor. 2003'ten önce o bölgede sağlık sorunu olduğu zaman hastaneye ulaşmak için valiye telefon açılıyor ve yollardaki karlar temizlenerek gidiliyordu. 3 gün sonra bir daha kapanıyordu. Biz pilot çalışmasıyla kar motosikletleri oluşturduk. Bir kar motorsikletiyle Bingöl'ün kaderi değişti. Kar motorsikletleriyle 120 insan kurtardık. Bu yöntem olmadan önce insanlar ölüyorlardı. Bu bizim bulduğumuz bir yöntemdi.


Türkiye'de AKUT dışında profesyonel bir örgüt yok

Arama kurtarma ekibinde olan kişilerin bizim gibi insanlardan farkı ne?

Arama kurtarma zor bir konu. Psikolojik ve fizik olarak yükü var. Arama kurtarmada çalışanlarda farklı insanlardır. Kritik süreçleri yönetmeye yeteneklidirler. Dünyanın her yerinde de böyle çok sağlam adamlardır. Bu bir deneyim işi ve özveri gerektiriyor. Özel bir kişilik prototipi var.

Mesela?

Gözü kara olması, takım çalışmasında aktif olması, kritik süreçleri yönetmesi, sağ duyulu olması.

Ekibe katılacak olan kişinin bu özellikler taşıdığını nereden anlıyorsunuz? Kişilik testi mi yapıyorsunuz?

Zaman içinde belli oluyor. Bizim çok güçlü bir ekibimiz var. Bu ekiptekilerin hepsi gönüllü. 900 ile 1000 arasında gönüllü var. AKUT'ta personel sayımız üç kişi.

Peki Türkiye'de AKUT'un dışında sizin kadar profesyonel bir örgüt var mı?

AKUT'un ayarında başka bir STK yok. Devlet tarafından belgelenen, hakkında Bakanlar Kurulu kararı olan tek STK AKUT. 600'e yakın arama kurtarma ekibi, 850'e yakın kurtardığımız insan var. Devletin örgütlü yapıları da bu imkana sahip değil. Ama sonuçta biz kendimizi devletin bir parçası olarak konumlandırıyoruz. Biz de başbakanlığın kurallarıyla çalışıyoruz. Hayatımızı adadık. Yurt dışı ve yurt içi deneyimleri ile çok sayıda birbirinden farklı operasyonda bulunduk.

Deprem dışında nasıl operasyonlarda bulundunuz?

Çığ, deprem, sel, kalyon kazaları, orman yangınları, mağra kazaları, trafik kazaları, aklınıza gelebilecek her acil konuda çalışıyoruz. Dünyada da eşi benzeri yok bu konuda. Her ekip kendi bölgesindeki sorunlara odaklanır. Mesela; Dağcı kurtarma konusunda uzman bir ekipse sadece dağcı kurtarır. Ama o kişiyi enkaz işi verdiğinizde başarılı olamayabilir. AKUT'un farkı bütün alanlarda uzman olması.

Bu saydığınız varsayımlarda en sıkıntılı vakalar hangileri?

Kitlesel afetler. Çünkü gücünüz yetmiyor. Ancak gücünüzün yettiği kadarını kurtarabiliyorsunuz.

Helikopter kazansında 'İsmail Güneş'in yerinde ben olsam yerimden ayrılmazdım.' demiştiniz. Yerinde kalsaydı kurtulur muydu sizce?

Bilmiyorum. Bu tür olaylarda böyle yorumlar yapmak doğru değil. Süreç içinde bir çok değişken vardır ve hiç bir süreç, bir diğerine benzemez. Bütün değişkenleri de beraber hesap etmek gerekir. Üç gün şartlar inanılmaz ağır gitti. Havanın çok kötü olduğu bir dönemde yaşandı. Helikopterde olsaydı yaşama şansı daha yüksek olurdu. O bir tepenin arkasında köy olabileceğini düşündü yerinden o yüzden ayrıldı. Bu bir risk. O tepenin arkasında bir köyde olabilir onun gibi başka tepe de. Ben kırık bacağımla helikopterde beklemeyi tercih ederdim. Ama sağlam olsam kesin giderdim.

Peki nasıl oluyor da bir gönüllü kuruluş bu kadar çabuk ve başarılı bir şekilde büyüyor?

Türk insanın özverisi, gayreti, kabiliyeti. 1996 yılında bizim katıldığımız arama kurtama görevi sayısı bir yıl içinde 12 taneydi. 1999 yılında bu sayı 16'ya yükseldi. 2003 yılında bu sayı 50 oldu. 2004'te 64, 2008 yılında 18 ekiple 103 operasyona çıktık. Biz her yeni ekip kurdukça daha fazla ihbar gelmeye başladı ve biz daha fazla hayat kurtamış olduk. Şimdi bu rakam 850'lere ulaştı.


Herkesin bir Everest'i var

Tüm bu yaptığınız işler sizde nasıl bir kişilik inşaa etti?

Dağcılık benim profosyonelce yaptığım, hayatımın merkezi olan bir spor. Daha önce yapılmamış şeyleri yapan bir dağcı olmak istemiştim. Benden önce Türkiye'de 800 metrenin hayali bile kurulamazdı. O ayrı bir hedefti. AKUT bambaşka bir sosyal sorumluluk projesi. Bu ülkeyi daha güzel hale getirmek için var. Çükü bu hayatın sonunda mutlaka hesap vereceğiz. Ben bu hesapta artılarımın daha fazla olmasını istiyorum. Bunun için aklım, sağduyum, vicdanım etrafı algılama biçimim bana 'bu hayatın içinde senden daha şansız insanlar da var' diyor. Bu insanları görmezden gelerek de yaşayabilirsin, onların hayatını kolaylaştırmak için de uğraşabilirsin. Bu bence daha doğrusu. Dünyada geçirdiğim zamanda bir yandan kendi hobilerimle uğraşırken, dağcılık, fotoğrafçılık gibi, bir yandan da içinde bulunduğum topluma ve ülkeye karşı görevlerimi yerine getiriyorum. Kendimi bütünün bir parçası olarak görüyorum.

Zirveye çıktıktan sonra tamam ben bunu yendim diye mi bakıyorsunuz yaksa şimdi sıra öbüründe mi diyosunuz?

Her dağın kendine göre bir anlamı ve değeri var. K2 benim hayatım çok önemli bir yeri vardır. Çünkü hiç bir yeri K2'ye tırmanmak kadar istemedim. Dünyanın en zor tırmanılan dağıdır. Zirvesine tırmanan her üç kişiden birinin öldüğü bilinir.

Siz nasıl ölmediniz?

Çok iyi hazırlanmıştım. Fiziksel, psikolojik ve teknik açıdan her tür hazırlığımı yapmıştım. Özel bir hedefti. Ama Everest başka bir hedefti mesela. Dünyanın en yüksek dağına çıkan ilk Türk olmak istiyordum.

Peki tırmanamadığınız hiç dağ oldu mu?

Hasan Dağı'na iki kere gittim ama bir defa çıkabildim.

Yine de çıkmışsınız…

Tabi.

Hiç umutsuzlağa düşmediniz mi?

Düşmedim. Umudumu da inancımı da hiç bir zaman yitirmedim.

Kriz anında ne yaparsınız mesela?

Nasıl çözeceğime bakarım.

Hiç mi abondone olmazsınız, işi duygusallığa vurmazsınız?

Duygusallıkla duygululuğu karıştırmamak lazım. Bizler duygulu insanlarız. Duygulu insanlar olduğumuz için kimsenin umursamadığı, Bingöl'ün köyünde çalışmalar yapıyoruz, enkazın altından insanlar çıkarıyoruz. Duygularımız var ama biz kararlarımızı duygusal almayız. Duygusal karar alırsanız hata yaparsınız. Çünkü biz insanların son çaresiyiz. Hata yaparsak o son çare de çöker. Operasyon sırasında kendinizi çok kontrol etmeniz gerekir. Kitlesel afetlerde karşınızdaki kişi sizi dövmeye ve küfür etmeye kalkabilir. Ne olursa olsun alttan alınması gerekiyor.

Siz bu otokontrolü veya mantığınızı nasıl geliştirdiniz?

Dağcılık sayesinde gelişti. Hakikaten dağlar beni eğitti. Riskli ve tehlikeli bir spor olduğu için dikkatli, konsantre, herşeyi hesap edebilen bir yapı gerektiriyor.

Zirveyi hedefleme ve o zirveye mutlaka ulaşma, sizde kolay tatmin olamama veya doyumsuzluk oluşturdu mu?

Hayır. O çerçeve içinde bi hedef dağcılık. Everest, K2 gibi. O çerçeveden tatmin oluyorum. Sonra diğer çerçeveye gidiyorum kitap yazıyorum. Mesela; motorsiklet de öyle. Bir çok seyahatler yaptım. Bu çerçevede de üretkenliğimi en üst seviyeye çıkarmaya çalıştım.

İlk olmak mı, en olmak mı?

İlki kimse elinizden alamaz. En biraz zor bir kavram. Çünkü değişir. Ama ilk hiçbir zaman değişmez. Bir yerden sonra en başkasına devredilir. Ben 28 yaşında 1998'de 7 zirveleri tamamlayan dünyanın en genç dağcısıydım. Ama şu anda o yaş 23'e indi.

Şimdi ne var, doyum noktası ne?

Doyum noktasını uzakta bir yerde görmek doğru değil. Bugün ile geleceği birleştirmek lazım. O yüzden bir çok alanda hedeflerin olması güzel birşey. Motorsiklet kitap, yelken, seminer, sivil toplumda olmak güzel.

Manevi iç zirveye tırmanmak Everest'en daha mı zor?

İnsan sürkeli değişiyor, gelişiyor ve öğreniyor. Zirveniz ve kendinizde büyüyorsunuz. Benim için önemli olan yaşam boyu kendini büyütebilmek. O yüzden zirveye çıkmak bir anlık değil ömürlük birşey. Bununla ilgili kişisel gelişim kitabı çıkaracağım yakında. İnsanları cesaretlendirmek gibi bir isteğim var. Kitabın adı da 'Kendi Everest'inize Tırmanın'. Ben kendi Everest'ime tırmanabilecek yetenekte bir sporcuyum. Ama başkası o ayarda olmayabilir. Ama onun kendi hayatında Everest'i muhakkak vardır.