TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun sıklıkla dile getirdiği bir söz var; 'Bir Türk dünyaya bedel, iki Türk birbirini yer.' Bu tespitin 'cuk' diye oturduğu o kadar çok pazar var ki, saymakla bitmez. En son DEİK Türk-Polonya iş Konseyi Toplantısı'nda şahit oldum bu manzaraya.
Toplantı sonrasında Gülermak Ağır Sanayi İnşaat ve Taahhüt Direktörü Mustafa Tuncer, Birlik İnşaat Genel Müdürü Fevzi Menteş ve Reform İnşaat yöneticisi Sait Büyükbayrak ile Polonya pazarı üzerine sohbet etme imkânı bulduk.
Anlattıklarına göre 2004 yılına kadar bakir bir pazar olan Polonya'ya Vahap Toy, Uzanlar, Güriş İnşaat gibi isimler adım atmış. Ancak o dönemde yaşanan bazı olumsuzluklar Türk işadamı imajına kara bir leke olarak yapışmış. İşleri yarım bırakmadan tutun da, Türk ve Polonyalı işadamlarından para toplayıp ortadan kaybolmaya kadar birçok şaibe ortaya çıkmış.
Polonya devletinin, Uzan Grubu'nun çimento şirketinde hisselerle oynandığı gerekçesiyle Polonya'daki tüm varlıklarına el koyma kararı aldığı basına yansımıştı.
Neticede bugün Polonya'da iş yapmak isteyen Türk işadamları, karşılaştıkları ağır bürokrasinin, acımasız rekabetin yanı sıra, bir de o kötü örneklerin izini silmek için mücadele veriyorlar.
Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, yaklaşık iki hafta arayla yapılan Türk-Japon ve Türk-Polonya iş forumu toplantılarında Pentagon'un danışmanı 'Gölge CIA' lakaplı George Friedman'ın 'Gelecek 100 Yıl' kitabını ikili ilişkilerin gelişmesi için malzeme olarak kullandı. Friedman, kitabında 50-100 yıl sonrasının dünyasında Türkiye, Japonya ve Polonya'nın süper güç olacağını ve birlikte iş yapan ülkelerin başında geleceklerini anlatıyor. Bakan Çağlayan da Muşlu olmasına rağmen Kayserililik yapıp, "Benim yaşım 53. 50 sene sonrasını büyük ihtimal göremem. Gelin, işbirliği yapmak için 50 sene sonrasını beklemeyelim" diyor.
Bakan Zafer Çağlayan, Polonya ile ikili ilişkilerin geliştirilmesi düşüncesini bir fıkrayla bağlamaya çalıştı: "Bir uçak kazasından iki kişi burnu kanamadan kurtulur. Biri Amerikalı, biri de Japon. Kazanın şokunu atlattıklarında bir bakarlar ki vahşi bir kaplan hızla üzerlerine geliyor. Japon hemen ayakkabılarını bulur ve bağcıklarını bağlamaya koyulur. Amerikalı rahat; 'Hey dostum, bir kaplandan daha hızlı koşacağını mı sanıyorsun?' der. Japon'un verdiği cevap düşündürücüdür; 'Bir kaplandan hızlı koşmayacağımı biliyorum ama şu anda senden daha hızlı koşmam gerektiğini de biliyorum.' Bakan Çağlayan, konuk Polonya Başbakanı Donald Tusk'a, "Kaplan hızla geliyor, gelin ayakkabılarımızı bağlayalım, hızla koşalım" diyor. Tusk'un cevabı netti; "Bizim ayakkabı bağlamamıza gerek yok, çünkü kaplan biziz."
Dünya'da Rockefeller ailesinin kurduğu Küresel Hayırsever Halka ile başlayan, ABD eski Başkanı Bill Clinton ve Microsoft'un sahibi Bill Gates gibi isimlerle zirve yapan hayırseverlik yarışı, Türk şirketlerine de yansıdı. Koç ailesine de geçtiğimiz yıl 'Hayırseverliğin Nobeli' olarak adlandırılan Carnegie Ödülü verilmişti. Bu ödülü alanlar arasında Rockefeller ailesi, Gates ailesi, George Soros gibi isimler bulunuyor… Belki bu ödülü alanlar arasına yeni Türk aileleri eklenecek. Koç Vakfı da mesleki eğitime ağırlık veriyor. Borusan Vakfı da kendine hayır alanı olarak tarihi eserleri seçmiş. Engellilere, gençlere ve kadınlara ağırlık veren Sabancı Vakfı, geçtiğimiz hafta 'Hayırseverlik dünyayı değiştirebilir mi?' başlıklı bir seminer gerçekleştirdi. Bizim dikkatimizi çeken asıl nokta, bu hayır işlerinin global düzeyde adeta bağıra bağıra yapılıyor oluşu. Oysa küresel kapitalizmin yol açtığı çarpıklıklar sonucu yoksullaşan milyarlara, sessiz sedasız el uzatan milyonlar var. Ve emin olun ki küresel oyuncuların yol açtığı krizlere karşı insanları ayakta tutan asıl güç de işte bu görünmeyen eller