Yargı bağımsızlığı, yargının AK Parti iktidarından bağımsız CHP iktidarına bağımlı olması demek değildir. Yargının aynı zamanda kendi kendisinden de bağımsız olması demektir.
Türkiye son zamanlarda ciddi bir değişim yaşamaktadır. Bu değişime ilişkin kanaatler ise iki farklı biçimdedir. Bir kesim tüm bu olup bitenleri şimdiye kadar elde edilen cumhuriyet kazanımlarının kaybı olarak görmekte ve bu durumun ciddi bir rejim krizine dönüştüğünü iddia etmektedir. Diğer kesim ise aksine toplumsal taleplerin oluşturduğu dinamiklerin yönetimde söz sahibi olmasının yansımaları olarak görmekte ve bu olup bitenlerin esasında cumhuriyetin demokratikleşme çabaları olarak görmektedir. Burada tarafların birbirlerine cevap yetiştirmek için ileri sürdükleri temel tezleri bir kenara bırakarak şimdiye kadar kimin nasıl ve hangi tutumlara sahip olduğuna bakarak bir değerlendirmede bulunmak daha sağlıklı bir yoldur. Keza bu tarz bir yaklaşım sosyolojik gerçekliğe de uygundur. Çünkü söylemlerin toplumsal karşılıkları onların içeriklerinden daha sahicidirler.
Birinci gruptakilere göre Cumhuriyet projesi ideolojik olarak sınıfsız, kaynaşmış ve türdeş öznelerden oluşan bir kitle oluşturma iddiasındadır ve bu türdeşliği zedeleyen her bir değişim tehlikeli ve bozguncudur. Oysa bugüne kadar var olan uygulamalara bakıldığında bahsi geçen türdeşliğin hiçbir zaman gerçekleşmediği görülür. Eşitler arasında bir eşitlik ilkesi vardı hep. Biz asılız bizim arzu etmediğimiz hiçbir şey gerçekleşmeyecek diyenler bu grubun hem politik hem de mitolojik kahramanlarıydı.
(Cumhuriyetin kazanımlarından vazgeçilemez diyenlerin asıl kast ettikleri kendilerinin yaşam standartlarını içeren temel pratiklerdir. Rakı balık, soğuk bira sahil çerez, plaj jet ski özgürlüğünü yaşama şansı olmayanlar için bu kazanımların anlamı izaha muhtaç kaldı hep.)
Eğer söz konusu proje ile kulluktan vatandaşlığa doğru bir geçiş ile her bir bireye doyumsuz hazlar yaşatılacaksa bunun en somut göstergesi onların yönetim organizasyon örgütlenmesinde söz sahibi olması değil midir? Ama bugüne kadar bizim gördüğümüz hep şuydu: yönetim bende olsun ve sen hep beni iktidara getir ben de arzu ettiğim gibi yaşamaya devam edeyim fakat sen hiçbir zaman istediğin gibi yaşama hakkını dile getirme. Sistemin aksayan yönlerine ilişkin kanaat belirtme. Sana sunulan programın dışına çıkma. Sınırlarını aşma. Hepsinden önemlisi de kurmuş olduğumuz düzenin bozulmasına neden olabilecek alanlardan uzak dur tarzında bir tavır vardı. Kurulan bu düzenin birileri tarafından değiştirilme ihtimaline karşı geliştirilen direnç odaklarının haddi hesabı yoktur.
Bunların en önemli halkası yargıdır. Yargı bağımsızlığı da bunun için söz konusu kazanımların keyfini sürenler açısından hayati öneme sahiptir. Yargı bağımsızlığı sadece beyaz cumhuriyetin sarışın çocuklarının kazanımlarının garantörlük görevini yaptığı zamanlarda geçerlidir.
Aslında sistem şöyle tahayyül edilmişti, cumhuriyetin kazanımları önce elit bir sınıf tarafından yaşanacak ve yaşanan mutlulukları gören halk fevc fevc bu topluluğa katılacak ve sonunda sınıfsız bir toplum oluşacaktır. Bu elit sınıf öncü bir kuvvet olarak Cumhuriyet kazanımlarını çeşitli ajanlar ve kurumlar üzerinden topluma benimsetecek ve toplum adam (!) olduktan sonra da kendi kendisini yönetmeye yetkili kılınacaktır. Daha kime oy vereceğini dahi bilmeyen, neye nasıl inandığının ayrımını yapamayan ve bir dizi siyaset feodallerinin elinde oyuncak olan bu zavallıların (!) geleceğini karartmak isteyen her türlü oluşum derhal engellenmelidir. Bu engelleme operasyonu da esas olarak halkın yararına bir iştir. Her ne kadar halk bunun farkında değil ise de biz onların iyiliğini her zaman onlardan daha çok düşünmekteyiz ve onların geleceğinin karartılmasına izin vermeyiz modundadırlar.
Burada sorulması gereken iki temel soru var: ilki halk bile bile kendi geleceğinin karartılmasını arzu ediyor ve o karanlık sonu gördüğünü söylüyor olmasına rağmen neden hala yaklaşan tehlikeli sonlarını göremedikleri konusunda ısrarcı davranılmaktadır? İkinci soru da şu; halkçı gibi duran bu kesim cumhuriyet kazanımları kaybediliyor derken hangi halkın hangi kazanımının da kaybolduğunu neden söyleyemiyorlar? Eğer gerçekten halkın kazanımları kayboluyorsa halkın tercihlerinin hiçe sayılmasının altında yatan mantık nedir?
Diğer kesimin iddiaları ise çok kısa ve açıktır. Cumhuriyet esas olarak sınıfsız bir toplum tasavvurudur ve bundan dolayı da herkes “hukuk” karşısında eşittir. Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir devlettir ve demokrasinin tüm gerekleri yerine getirilmelidir. Cumhuriyetin kazanımları şimdiye kadar sadece belli bir zümreyi memnun edecek şekilde lanse edilmiş oysa bu kazanımlardan tüm farklılıklar yararlanmalıdırlar. Demokrasi herkese mutluluklar yaşatma işlevine sahiptir ve yukarda anılan şekildeki yaklaşımlar hiçbir zaman başka birisinin mutluluğunu tesis edebilecek bir sisteme dönüşmeyecektir. Bundan dolayı da değişim kaçınılmazdır ve bu değişimin iç dinamiklerle gerçekleşmesinin önünü açmak gerekir. Demokrasinin vereceği hazzı ve mutluluğu herkese yaşatmadan tam bir demokrasi olmayacaktır. Demokrasi sihirli bir değnek gibidir çünkü kendi sorunlarını da çözebilecek bir yetkinliğe ve işleyişe sahiptir.
Hal böyleyken kimileri hala çok ciddi anlamda bir kafa karışıklığının olduğunu ısrarla sürdürmektedir. O zaman yapılması gereken ise özgürlük ile ilgili teorilere bakıp hangi söylemin bunları içerdiğini değerlendirmektir. Demokratik sistemin işleyişinin garantörü olan hukukun hangi işlev ekseninde ele alındığına bakmaktır.
Bizim ülkede gerçekten hukuk, kamu gücünün bir otoriteye dönüşmesini engelleyen bir işleve mi sahiptir yoksa bu kamu gücünün sorgulanamaz olduğunu dayatmaya mı?
Özgürlük taleplerinin gizli bir dikta niyetini içerdiği örnekler dünyada çok sınırlı sayıdadır. Ama açık bir dikta yanlısı tavrın her zaman baskıcı olduğu açıktır. Özgürlük, “öz”ün gürleşmesidir. Ki bu da ancak maddi delillerle olabilecek bir durumdur. Bir başkasının da hak ve hukukunun gözetilmesi de bu gürleşmenin ilk şartıdır.
Daha önce yargı bağımsızlığı ve YARSAV'ın AK Parti'nin kapatılması davası sürecindeki yanlı tutumları ve beyanları dolayısıyla yazmış olduğum bir yazıdan dolayı YARSAV'ın sabık başkanı sayın Ö. Faruk Eminağaoğlu, hem kendi şahsına hem de kurumum tüzel kişiliğine hakaret ettiğim gerekçesi ile beni dava etti. Mahkeme devam ediyor. O yazıda dile getirdiğim asıl konu yargı mensuplarının taraf belirtme konusundaki ikircikli tavırları idi. Şu an iktidarda bulunan partinin siyasi görüşünden yana taraf olmadıklarını söylemekten çekinmeyen yargı mensupları neden bir başka siyasi görüşten yana tavır almaktan çekinmiyorlar? Yargının asıl görevi adaletin tecelli etmesini sağlamaya çalışmak değil midir?
Peki bugün ülkemizde bu soruya nasıl bir cevap verilebilir acaba? HSYK Erzurum savcısının yetkilerini iptal ederken hangi kriterleri göz ününde bulundurmuştur? Halihazırda ülkede kim bilir kaç bin tane dosya var ama HSYK sadece birisi ile yakından ilgilenmektedir. Şimdiye kadar adil yargılamanın olmadığı başka hiçbir dava olmamış mıdır?
Kim bilir kaç tane özel yetkili savcı var ama söz konusu kurul sadece Erzurum savcısının yetkilerine göz dikmektedir. Daha önce benzer bir kararla Van savcısı Ferhat Sarıkaya da yetkisiz kılınmış ve hayat ona zindan edilmişti. Gerekçe hukuki midir bilemiyoruz ama bu kararın yargı denetimine açık olmadığını çok net olarak biliyoruz.
Bu durumu meşrulaştırmak için de birileri etik olmayan bir önerme ile “peki onu kim denetleyecek” diyerek bu zincirin bir yerlerde bağlanması gerektiğini söyleyip kendisini de o halka/nokta olarak göstermekten çekinmemektedir.
Eğer bu hiyerarşiye keyfi olarak bir son nokta konuluyorsa o nokta neden iktidar partisinin yetkisinde olmasın? Yok eğer evrensel standartlara uygun bir son nokta konulacaksa o zaman bu kriterlere neden referanslarda bulunulmuyor ve neden bu referanslar somutlaştırılmıyor?
Geçenlerde jandarma marifeti ile bölüme getirilen tutuklu bir öğrencinin sınavının olduğunu söylediler bana. Öğrencinin bulundurulduğu bölüme gittim. Öğrenciyi sınıfa aldım ve sınav kağıdını önüne koyarken öğrencinin pek tanıdık gelmediğini fark ettim. Merakımdan son tutuklamalarda mı göz altına alındın diye sordum. O da hayır hocam ben 9 yıldır tutukluyum dedi.
Tabi nasıl bir suçtan tutuklu olduğunu sormanın son derece uygunsuz olacağı ve adaletin ona reva gördüğü bu durumun bir başka muamele ile katmerleşmemesi için avukatının olup olmadığını sordum. Evet var ama değişen bir şey yok dedi. En az tutuklu olan benim, aramızda 15 yıldır tutuklu olanlar dahi var dedi. Hangi suçtan dolayı tutuklu olursa olsun, bir kişiyi mahkum etmeden 9 yıl hapishanelerde çürütebilen bir yargıdan nasıl bir adalet bekleniyor acaba? Taammüden adam öldürmüş olsa bile alacağı ceza muhtemelen 25-30 yıl civarındadır ve bunun yatarı da 12-15 yıldır.
Yargı bağımsızlığı yargının AK Parti iktidarından bağımsız CHP iktidarına bağımlı olması demek değildir. Yargının aynı zamanda kendi kendisinden de bağımsız olması demektir. Yargının mutlak adaleti tesis edip etmediği sorunu derin bir kriz değildir aslında, yargının adil olma isteğinin olup olmadığıdır asıl sorun. Elbette bazen adil olmayan kararlar da verebilir ama adaleti tesis etme fikrinden asla vazgeçemez.
Adalet tanrıçasının bir elinde kılıç bir elinde terazi vardır ama gözleri kapalıdır. Karşısındakinin diline, dinene, rengine ve ideolojisine-düşüncesine bakmaz. Gözleri fal taşı gibi açılan bir adalet tanrıçası her talep ve ikaz karşısında doğal olarak ilk önce kılıcına davranacaktır. Son bir soru, benim yargılandığım davanın hakimi bir YARSAV üyesi ise eğer (gerçekte böyle olup olmadığını bilmiyorum ama) vereceği kararın adil olduğuna nasıl inanabilirim eğer evrensel standartlarda bir gerekçe sunmazsa?