Kürt seçmenlerin kredi tanıdığı iki siyasi parti var ortada. Birisi Ak Parti diğeri ise BDP. Ak Parti korkularından sıyrılmaya başlayarak, BDP'liler ise Ak Parti'yi suçlamayı bir kenara bırakarak ilk doğru adımı atabilirler.
Ortada fol yok, yumurta yok iken tüm PKK'lıları sınır dışına çıkarırsanız, Kandil'dekileri Mahmur'a indirip sosyal uyum süreci başlatırsanız, isteyene Türkiye isteyene Irak Kürt bölgesinde kalma şansı tanırsanız, Habur'dan Kandil'e koridor açarsanız, PKK'yı yarın silah bırakmaya hazırmış gibi gösterirseniz, Barzani'yi PKK'ya karşı cephe almaya hazırmış gibi sunarsanız, kısacası doğmamış bebeğe don biçerseniz...
PKK'yı Kürt sorununun sonucu değil nedeni olarak okumakta ısrar ederseniz, birbirinden apayrı iki sorunmuş gibi politikalar geliştirmeye çalışırsanız. Her seçim ve oylama öncesi dolaylı ya da doğrudan vaatler verip sonra vaatlerinizi unutursanız, verilen her krediyi bir sonraki seçime yatırım yaparsanız. Doğudan Batıya, Kuzeyden Güneye toplumdaki değişim taleplerini doğru okuyup siyasette uygulamazsanız...
Bir yandan dağdakileri indirme planı yapar diğer yandan operasyonlar yapıp belediye başkanlarını, siyasetçi kimliğini taşıyanları cezaevlerine doldurmaya devam ederseniz. Çeyrek yüzyılı aşkın süredir Türkiye'nin en yakıcı ve yıkıcı ve kökleri bir asır öncesine dayanan ve çözümü ertelendikçe büyüyen, devleşen sorunu; Kürt sorununu, PKK sorununu çözemez, çözüme giden yolları tıkarsınız.
Madalyonun bir de ikinci yüzü var.
Fırsat buldukça her platformda 'sorunun çözümü için iç dinamikleri esas' aldığınızı söyleyip ancak sorunun 'uluslararası bir boyut' kazandığı tespitini yapar, kolaylaştırıcı rolünden söz eder sonra da uluslararası temaslar için 'bu kadar diplomatik temas neyin nesi?' diye sorarsanız...
İmralı'dan Kandil'e, Kandil'den batı başkentlerine 'Türkiye Cumhuriyeti' devletinin Kürt sorununun çözümüne yakın durduğunu konuşup çözüme Ak Parti'nin engel olduğunu söylerseniz... Ovada siyaseti dağ perspektifine hapsederseniz...
Kendinizin gösteremediği cesareti Ak Parti'den beklerseniz...
Türkiye'nin en yakıcı sorununa uzlaşmacı bir dil yerine 'kutuplaşmaya' neden olacak bir siyaset dili kullanırsanız...
Soruna ideolojik perspektiften yaklaşıp 'bu sorun AKP eliyle çözülmemeli' anlayışıyla hareket ederseniz...
Kısa vadede sorunun çözümüne yardımcı olacak politikalar geliştirmek yerine Ak Parti'nin, özellikle Başbakan Erdoğan'ın samimiyetini tartışmaya açarsanız... Çözüm değil çözümsüzlük üretmiş olursunuz.
Abdullah Öcalan 16 Şubat 1999'da yakalandıktan kısa bir süre sonra PKK'lılar o zaman alınan bir kararla sınır dışına çekildi. 1 Haziran 2005 tarihine kadar geçen 5.5 yıl süre içinde ciddi sayılabilecek bir çatışma yaşanmadı, Türkiye bu 5.5 yıl boyunca şiddet ortamından uzak kaldı.
Türkiye, şiddet ortamından uzak bu süreyi sebebi ne olursa olsun değerlendiremedi, heba etti. 13 Ağustos'ta başlayıp 20 Eylül'de sona eren, sonrasında bir hafta uzatılıp 30 Eylül'de ise Murat Karayılan'ın açıklamasıyla bir ay daha uzatılan eylemsizlik süreci Kürt sorununun çözümü için yeniden bir kapı aralamış bulunuyor.
12 Eylül halk oylamasının en çarpıcı sonucu, toplumdaki 'değişim' talebini bir kez daha çok açık ortaya koymuş olması. Değişim talebine kulak veren güç kazanıyor, değişime kulak tıkayanlar güç kaybediyor. Halk oylamasında kim ne derse desin iki parti; değişime kulak veren Ak Parti ile değişimin doğal tarafı olan ancak farklı politik duruş sergileyen BDP sandıktan güç kazanarak çıktı.
Referandum sonuçlarının verdiği sinerjiyi doğru kullanma zamanı şimdi. 26 yıldır elinde silah olan PKK bir günde elindeki silahı bırakmayacağına göre, elindeki silahı almak yerine patlamasını önleyecek tedbirler almak daha doğru olmaz mı?
Kürt seçmenlerin kredi tanıdığı iki siyasi parti var ortada. Birisi Ak Parti diğeri ise BDP. Ak Parti korkularından sıyrılmaya başlayarak, BDP'liler ise Ak Parti'yi suçlamayı bir kenara bırakarak ilk doğru adımı atabilirler.