8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölümüne tanık olan gazeteci Metin Özer, “Hastaneye korumaları götürdü. Özal'a doktorların rutin işlem denilen kan, idrar hatta gayta ve saç örneklerinden tahlil yapıp yapmadığı bilinmiyor” dedi.
8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal'ın öldüğü gün Çankaya Köşkü'nde bulunan gazeteci Metin Özer, o gün şahit olduğu olayları Yeni Şafak Gazetesi'ne anlattı. O tarihte Türkiye Gazetesi'nin Cumhurbaşkanlığı muhabiri olan Özer, “Doktorların rutin işlem dediği kan, idrar hatta gayta ve saç örneklerinden tahlil yapılıp yapılmadığı bilinmiyor” dedi. İşte Özer'in şahit olduğu olaylarla Özal'ın vefatı:
- Çankaya Köşkü'ndeydim. Özel kalem Müdürü Fevzi İşbaşaran'ın odasında oturuyordum.
- Ben Türkiye Gazetesi'nin cumhurbaşkanlığı muhabiriydim. TGRT'nin kuruluş startı verilecekti. Bunun için görkemli bir açılış töreni düzenleniyordu ve açılışıÖzal'a yaptırmak için davetiye hazırlanmıştı. Benden davetiyeyi Özal'a elden ulaştırıp, gelip gelmeyeceğini öğrenmem istendi. Bende Köşke çıktım. Fevzi beyle özel kalemde oturuyorduk. Fevzi bey, “Sayın Cumhurbaşkanı şu an sabah yürüyüşünü yapıyor. Sonra ben seni yanına alırım” dedi. Fevzi beyin arkasında açık olan el telsizinden, “Acil ambulans isteyin” diye, bir anons geçti. Anonsu yapan kişinin ses tonunda bir anormallik sezmediğimiz için çok da üzerinde durmadık.
Tahmini olarak 5 ile 7 dakika arasında bir süre geçti. Aynı telsizden bu kez biraz daha panik halinde, “Beyefendiyi dışarıya çıkarıyoruz” anonsu geldi. O yüzden ambulansın Özal için istendiğini anladık. Kısa bir şoktan sonra Fevzi bey içeriye doğru koştu. Ben de bahçeye koştum. Gördüğüm manzara şuydu; Özal iki koruması tarafından taşınıyordu.
- Korumalardan birisi Özal'ın sağ koluna diğeri sol koluna girmişti.
- İki koruma kollarına girmiş taşıyordu ama orada birkaç kişi daha vardı. Özal'ın yüzü gökyüzüne çevrilmiş, sırtı yere doğruydu. Ayakları yere sürtüyordu. En çok dikkatimi çeken şey, yüzü oldu.
- Yüzü simsiyah olmuştu, kararmıştı..
- Çok rahat, sabahları giyinen eşofmanı andıran bir kıyafeti vardı. Bu arada eski model, siyah bir araç Köşk'ün merdivenlerine doğru yanaştırılmıştı.
- Dışarıdan bakınca çok ambulans havasında olan bir araç değildi. O arada bir kişi o aracın arka kapısını açıp, sedye çıkarmaya çalıştı. Oradan ambulans olduğunu anladım. İçeride bir sedye olduğunu görünce. Birkaç dakika uğraştılar, sedyeyi çıkarmak için. Bağırış, çağırışlar vardı. Meğerse ambulansın sedyesi sabitmiş. Bu yüzden sedyeyi çıkaramadılar.
- İki kişi ambulansa girdi kollarından yukarı çekti, iki kişi de, Özal'ın ayaklarından tutup, karga tulumba ambulansa koydular.
- Evet ben bahçe tarafından seyrediyorum ama ben de şoka girdim.
- Gazetecilik refleksiyle beni bekleyen Türkiye Gazetesi'nin aracına koştum. Yan kapıdan şimdi 5 no'lu kapıdan çıkış yaptılar. Biz de son sürat çıkış yapan siyah aracın arkasına takıldık.
O sırada yanlış hatırlamıyorsam Köşk'ün siyah bir Mercedes'i bizi büyük bir hızla solladı. İçinde Semra hanımın olduğunu hastaneye gidince öğrendim. Köşk'ten direk Kızılay'a doğru iniyorduk. Kızılay'a gelince biz ambulansı kaybettik. Ben Özal'ın o halini görünce en yakın hastaneye götürüleceğini düşündüm. İbni Sina ya da Hacettepe Hastanesi diye düşündüm. Ve önce Hacettepe Hastanesi'nin Acil servisine yöneldik. Acil servisin önüne geldiğimizde o siyah aracın arka kapısı açılmış, birkaç dakika önce Özal, içeriye alınmıştı. O anı görmedim.
- Elbette ki bütün bunları sıcağı sıcağına gören birisi olarak, Özal'a ne olduğunu anlamaya çalıştım. Çok kısa bir süre içerisinde inanılmaz bir kalabalık geldi, devlet hastaneyi ablukaya aldı. Ben hem içeride ne olduğunu ve Özal'ın durumunun ne olduğunu kendi kaynaklarımdan öğrenmeye çalışıyordum. O an acil serviste görev yapan genç bir doktora ulaştım. Ancak ismini vermedi. Ama enteresan bazı bilgiler verdi. Özal'ın hastaneye geldiğinde öldüğünü söyledi. Elektro şoka da hiçbir şekilde tepki vermediğini belirtti. Hastane yönetiminden hiç kimseye konuşmayın talimatını aldıklarını ve ilk müdahalenin ardından kendilerinin Özal'ın yanından uzaklaştırıldığını söyledi. Ben o an sıcağı sıcağına bir suikast ihtimali var mı onu sordum. Kendisi de 'Hastayı getirenler kalp krizi olduğunu söylediler. Biz de onun üzerinde durduk ve hayata döndürmeye çalıştık. Onun dışında bir tetkik yapma şansı bize verilmedi. Bir şey diyemem' dedi. 'Her şey olabilir' dedi.
Doktor, çok önemli bir tıbbi bilgiyi benimle paylaştı. 'By-Pass geçiren bir insanın ilk iki kalp krizlerini atlatabildiğini bugüne kadar ilk iki krizi atlatıp da üçüncüyü atlatan çıkmadığını belirtip,'Sayın Cumhurbaşkanı bildiğim kadarıyla iki kalp krizi geçirmişti. Bu üçüncüsü olmuş. Bir araştırma yapılacaksa kalp krizini tetikleyebilecek maddelere bakılması gerekir. Hastanemizde zaten bu tetkikleri yapacaklardır. Onlar bizim hastanemizin işi. Burada yapılır' dedi. Geçmişte öldürülmek istenen bir insanın ölümü hiçbir zaman normal olmaz.
Ben bu sonuca ulaştım. Benim şüphemi çeken ve karanlıkta kalan unsurlar var. Hastane bu araştırmaları hiçbir zaman yapmadı veya yaptıysa da kamuoyuna açıklamadı. Sıradan bir doktorun rutin işlem dediği kan, idrar hatta gayta ve saç örneklerinden hiçbir zaman bir tahlil yapılıp, sonucu kamuoyuyla ya da ailesiyle paylaşılmadı. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı'nın vefatı sıradan bir ölümmüş gibi gösterilip, olayın kapatılması için de büyük bir gayret gösterildi. Bunlar elbetti kuşkuya neden olacak unsurlar.
- Aslında bu tartışmaya da böylece son noktayı koyalım. Semra hanım Rahmetli Özal'ın ambulansla taşınmadığını söyledi. O zaman Turgut Özal'ın yaveri olan Genelkurmay 2.Başkanı Aslan Güner Paşa da Köşk'ün envanterindeki bir ambulansla götürüldüğünü söyledi. Aslında ikisi de doğru söylüyor.
- Bu araca baktığınızda çok eski bir model. Belki 1950 ya da 60'lardan kalma. Sedyesi sabit olan bir araç. Günümüz ambulanslarıyla kıyaslandığında ambulans demek mümkün değil. Ancak Aslan Paşa'nın ifadesinde önemli bir bilgi var. Envanter kayıtlarına göre de adına ambulans denilen bir araç. Dolayısıyla o da kendi cephesinden bunun bir ambulans olduğu konusunda haklı.
Turgut Özal'ın eşi Semra Özal'ın, "Turgut Bey, ölümünden önceki gün katıldığı resepsiyonda limonata ile zehirlendi" iddiasının ardından başdanışmanı Kaya Toperi ile koruma müdürü Musa Öztürk arasında yaşanan polemikte ilginç bir noktaya gelindi. Semra Özal'ın bu iddiasından sonra başdanışmanı Kaya Toperi, Bulgar heykeltraşın sergisinde bir tepsi limonata servisi yapıldığını ve o sırada koruma müdürü Musa Öztürk'ün de bulunduğunu dile getirmişti. Ancak Öztürk, yaptığı açıklamada resepsiyonda olmadığını, o programda başka bir arkadaşının görev yaptığını, kendisinin o sırada traş olduğunu, zaten Özal'ın resepsiyona gidip gitmeyeceğinin belli olmadığını belirtmişti.
Öztürk'ün ifadesinin tersine 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın Köşk'ten medya kuruluşlarına gönderilen programında Bulgar heykeltraşın sergisine katılma programının yeraldığı ortaya çıktı. Özel Kalem Müdürlüğü'nün 15 Nisan 1993'ten 9 Mayıs 1993'e kadar olan Cumhurbaşkanı programında 16 Nisan Cuma günkü programlarda resepsiyona katılması yeralıyor. O gün üç programı olan Özal'ın son programının 17.30 ile 19.30 saatleri arasında olduğu belirlendi. '16 Nisan 1993 Cuma' üst başlıklı günlük programın üçüncüsünde (17.30-19.30 Vejdi Rasidov Heykel Sergisi (Armoni Sanat Galerisi- Çevre Sok. 30/1- Çankaya. Giriş: Kuloğlu Sok. 5/1) ifadeleri yeralıyor.
Buna göre, Kaya Toperi'nin "Resepsiyonda koruma müdürü Musa (Öztürk) da vardı" sözlerinin ardından Öztürk'ün "Program net değildi, ben de o sırada traş oluyordum" sözleri resmi programın ortaya çıkmasıyla birlikte yeni bir polemik konusu oluşturmuş oldu.
"Turgut Bey'in hayatında yemediği iki şey vardı: Biri kuru fasülye diğeri limonata. O gün Turgut Bey'e limonata içirmişler. Ertesi gün hayatını kaybetti. Ağzından beyaz köpük geliyordu. İki garson rahmetliyi makam arabasıyla GATA'ya götürmek üzere yola çıktı.
"Ölmeden bir gün önce de akşam 18:00'de Çevre Sokak'taki Armoni Sanat Galerisi'nde Bulgar heykeltraş Vejdi Raşidov'un sergisine gittik. Sergide meşrubat getirildi. Turgut bey, limonata aldı. Ben, eşim ve başyaver de limonatadan içtik.
"Ben Bulgar ressamın programı sırasında yoktum. Çünkü o sırada Köşk'te berbere traş oluyordum. Rahmetlinin o gün Bulgar ressamın programına katılması resmi programında yoktu. Gidip gitmeyeceği de belli değildi.
Turgut Özal'ın ölümü üzerinde ciddi şüphelerin olmasına rağmen soruşturma açılmadığını söyleyen Ahmet Özal, "17 yıldır komisyon kurulmasını bekliyoruz. Ciddi şüpheler hala aydınlatılamadı" dedi. TBMM'de komisyon kurulursa, elindeki ihbar mektuplarını vereceğini söyleyen Özal, "Kan örneklerinin birbiriniden çok farklı olduğunu söyleyen hemşireye kim ne yaptı bu ortaya çıksın" dedi. Özal'ın yakın arkadaşı ve Erdem Holding Yönetim Kurulu Başkanı Zeynel Abidin Erdem de, Özal'ın ölümü ile ilgili çok sayıda ss perdesi olduğunu dile getirerek, TBMM tarafından soruşturma Komisyonu kurulması çağrısında bulundu..
Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal, daha önce dile getirdiği “Babasının ölümü sonrasında, kan örneklerini alan ve bir süre sonra evinde ölü bulunan hemşire Dilber Karabulut'un akıbetinin araştırılması halinde şüphelerin dağılacağı” iddiasını savcılık ifadesinde yineledi. Bu soru işaretlerinin kalkması için kendilerinin de 17 yıldır soruşturma komisyonu kurulması için beklediklerini söyleyen Özal “Yapılacak soruşturmanın, Özal'a yapılan suikastı de içine alan bir süreci baştan ele alması gerekir. Babamın ölümü sonrasında kan örneklerinin nasıl kaybolduğu ve kan örneklerini alan hastane görevlisinin başına neler geldiğinin de aydınlatılması gerekir" dedi.
Özal'la birlikte sık sık yurt dışı ziyaretlerine katılan ve yakın çevresindeki isimlerden Erdem Holding Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Zeynel Abidin Erdem, Özal'ın ölümü üzerindeki sis perdesinin kaldırılmasını istiyor. Aynı zamanda Turgut Özal Fikirleri Araştırma Derneği ve Vakfı Genel Sekreteri de olan Dr. Zeynel Abidin Erdem, kuşkuların fazla olduğunu belirterek, “Yapılan çelişkili açıklamalar bir yana ortada büyük bir şüphe var. Derhal soruşturma komisyonu kurularak bu şüphelerin giderilmesi gerekir. Şu ana kadar Özal'ın ölümüyle ilgili hiçbir soruşturma komisyonu kurulmadı. Bu soruşturma Türkiye'nin vebalidir” dedi.
Turgut Özal Fikirleri Araştırma Vakfı Onursal Başkan'lığı yanı sıra Türk-Amerikan Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığını da yürüten Erdem, Özal'ın ölümü ardından bu kadar kuşku duyulmasına rağmen hala resmi bir soruşturma komisyonunun kurulmamasını da anlaşılamaz olduğunu söyledi. Çelişkili açıklamalar bir yana ortada büyük bir şüphenin olduğunu söyleyen Erdem, “Derhal soruşturma komisyonu kurularak bu şüphelerin giderilmesi gerekir. Şu ana kadar Özal'ın ölümüyle ilgili hiçbir soruşturma komisyonu kurulmadı. Neden diye soran da yok” dedi.
Hacettpe Üniversitesi Kan Labaratuvarın'da Laborant olarak çalışan Dilber Karabulut, 17 Nisan 1993 Cumartesi sabahı hastaneye kaldırılan Turgut Özal'a yapılan ilk müdahale sonrasında kan örneklerini alan hemşireydi. Hacettepe Hastanesi'nde o gece nöbetçi kalan Karabulut, Özal ailesine kan örneğinin tüm sonuçlarının farklı çıktığını, Özal'ın normal şekilde ölen bir insanın kan sonuçlarına sahip olmadığını söylemişti. Gelişmeyle ilgili olarak ifade veren Ahmet Özal da mahkemeye verdiği ifadesinde Karabulut olayını anlattı. İfadesinde Laboratuar şefinin kendisini aradığını ve 'Babanızın kanı alındı ve o kan buradadır, alabilirsiniz' dediğini söyleyen Özal, “Ertesi gün, kan örneklerinin alınacağı sırada gelen telefonda ise 'kan, hemşire tarafından yanlışlıkla dökülmüş' açıklaması yapıldı” ifadelerine yer vermişti. Karabulut, bir süre sonra evinde ölü olarak bulunmuştu.