BEYAZPERDE VE ÖTESİ / Talihsiz bir kariyer ve ondan daha talihsiz bir ölüm...

Ali Murat Güven
00:0011/10/2009, Pazar
G: 11/10/2009, Pazar
Yeni Şafak
BEYAZPERDE VE ÖTESİ / Talihsiz bir kariyer ve onda
BEYAZPERDE VE ÖTESİ / Talihsiz bir kariyer ve onda

14 Şubat 1929'da, Rus asıllı göçmen bir çiftin ilk çocuğu olarak New York'un tekinsizliğiyle ünlü mahallesi Bronx'da doğan Victor Morrow'un daha çocukluk yıllarından itibaren en büyük ideali iyi bir oyunculuk eğitimi almak ve Hollywood'da birbiri ardına unutulmaz filmlere imza atmaktı.

Victor, özlemi uğruna önce liseden ayrıldı; sonradan ortaöğrenim açığını telafi ettiyse de ilerleyen yıllarda bu kez hukuk öğrenimini yarıda bıraktı. Ancak, genç adam beyazperdeye uzanan bu zorlu yolda inatla ilerlemeye çalışırken yaşadığı kayıpları kendine fazlaca dert etmeyecek ve bir kaç oyunculuk okuluna girip çıktıktan sonra, nihayet 1955 yılında sinemanın başkentine kapağı atmayı başaracaktı.

Hollywood'da, o dönemin ağır ağabeylerinden Richard Brooks'un yönettiği “Blackboard Jungle” filminde kaptığı “Artie West” karakteri onun ayağını bir anda yerden kesmişti. Öyküde oldukça geri planda kalan bu yan karakteri canlandırmak bile, genç adam açısından bir rüyanın gerçek olması anlamına geliyordu çünkü…

Sonraki 7 yıl boyunca, bir sürü önemsiz filmde irili ufaklı roller üstlendi Victor. Boy gösterdiği yapımlar ne kadar sıradan olurlarsa olsunlar, o bu durumu hiç dert etmiyor ve yakın bir gelecekte kendisini çok daha güzel günlerin beklediği hayâliyle avunuyordu.

1962'ye kadar oynadığı televizyon dizileri ve sinema filmlerinin sayısının 30'u geçmiş olmasına karşın, aktörlük alanındaki yeteneklerini perdeye lâyıkıyla yansıtabileceği, “dönüm noktası” türünden bir projeyle karşılaşamamıştı henüz. Ancak, o yıl ABC televizyonunun yönetim merkezinde şekillenen “Combat!” adlı bir dizi film projesi, şeytanın bacağını kırmada kendisine yardımcı olabilirdi. Ya da en azından, kalbi büyük bir iyimserlik ve heyecanla dolu olan kahramanımız o günlerde meslekî geleceğinin böyle olacağını umuyordu.

İkinci Dünya Savaşı arka fonunda geçen bu sürükleyici dizi, Amerikan televizyonculuğu gibi vahşi bir arenada tam 5 sezonu devirip, ABC ekranında 157 bölüme kadar ulaşmayı başaracaktı. Victor ise her yeni sezon giderek kendisiyle özdeşleşen bu yapımda, pilot bölümden itibaren düzenli olarak canlandırdığı “Çavuş Saunders” baş karakterinin yanısıra bazı bölümlerde yönetmenlik ve senaristlik de yaparak “Combat!” efsanesine iyiden iyiye eklemleniyordu. Bu arada, Hollywood çevrelerinde de artık “Vic” lâkabıyla tanınır ve anılır olmuştu.

İlk anda kulağa gayet hoş ve samimi gelen bu kısaltma isim, Victor'un o güne kadarki aktörlük kariyeri boyunca hiç kurtulamadığı, sonradan da her ne kadar çırpınırsa çırpınsın bir türlü kurtulamayacağı “bizim çocuk” yaklaşımının da alttan alta habercisiydi aslında…

Gösterildiği dönemde büyük ilgi gören “Combat!”, 1967 yılında -hayattaki her güzel şey gibi- sona erince, yeniden bir durgunluk dönemine girecekti genç aktör. Ancak, çok emek verdiği bu diziyle gelen şöhretin ona nitelikli sinema filmlerinin kapısını açacağını umuyor olsa da sektörde işler böyle yürümeyecek ve televizyondaki “geçici yıldızlık”tan sonra bir kez daha ikinci sınıf sinema filmlerinde sürtmeye başlayacaktı.

Gençti, sağlıklıydı, yakışıklıydı, “cool” bir bakış ve yürüyüşe sahipti. Ancak olmuyordu bir türlü; ona Oscar'ın yolunu açacak ya da en azından sinemaseverlerin gönüllerinde taht kurmasını sağlayacak esaslı bir projeye bir türlü davet edilmiyordu.

1969 yılında, düşük bütçeli, ikinci sınıf bir casusluk serüveninde rol almak üzere İstanbul'a geldi ve burada Henry Neill'in yönetiminde “Hedefteki Adam: Harry”yi (Target: Harry) çekti. Kentin tarihî ve turistik her köşesini sere serpe kullanan film, efsanevî prodüktör Roger Corman'ın imzasını taşımasına karşılık son derece ağır aksak yürüyen bir öyküye sahipti ve bu yüzden de gösterime çıktığında gişede iki seksen yere uzandı.

“Hedefteki Adam: Harry”de soğukkanlı Amerikalı ajan Harry Black karakterini canlandıran “Vic”, filmin İstanbul'da geçen bir çok sahnesinde karizmatik Türk aktörü Fikret Hakan ile karşılıklı oynayarak, Türk sinema tarihi açısından da ilginç bir buluşmaya öncülük etmişti. Ancak, söz konusu sahnelerin büyük bir bölümü sonradan yönetmenin tercihiyle kurgu masasında atılacaktı. Böylelikle, “Hedefteki Adam: Harry”nin günümüzde dünya piyasasında dolaşan DVD baskılarında, Türk sinemaseverlere ikilinin birlikte göründükleri yalnızca tek bir sahne yadigar kalıyordu.

1970'li yıllara girilirken, Corman'ın cezbedici prodüktörlüğünde de pek umduğunu bulamayan aktör, sonraki 8-10 yıl boyunca kendisini yeniden televizyon dizilerinde oynamaya verdi. Bu dönemde ayrıca, içinde bolca İtalyan sermayesi bulunan bir sürü fantastik serüven filminde, öyle çok da fazla seçici davranmadan sık sık boy göstermeye başlamıştı. Enzo G. Castellari gibi sıradan İtalyan yönetmenlerin salt gişe kaygısıyla çektikleri bu “trash” korku ve bilim-kurgu öyküleri, onu büyük umutlarla takip ettiği Hollywood piyasasından giderek uzaklaştırıyordu. Ancak, bitip tükenmek bilmeyen faturalarını ödemek için aralıksız çalışması gereken Vic'in bundan başka bir seçeneği kalmamıştı. Çocuklarına bakmak zorunda olan yorgun aktör, Avrupa kökenli B-sınıfı filmlerdeki bu birbirinden kötü rollere saldırdıkça da anavatanındaki sinemacılar kendisini iyiden iyiye unutup gözden çıkardılar.


Ta ki 1982 yılının ilkbahar aylarında bir gün, ünlü yönetmen John Landis telefonunu çaldırana kadar… Kısa bir süre önce ardarda çektiği “Cazcı Kardeşler” (Blues Brothers) ve “Amerikalı Kurt Adam Londra'da” (An American Werewolf in London) filmleriyle ortalığı kasıp kavuran, dünya çapında müthiş bir hayran kitlesi edinen Landis onu aradığında, Morrow da derin bir mutsuzluk ve yalnızlık duygusu içinde kendisini tamamen alkole vurmuş durumdaydı.

“Cazcı Kardeşler” fenomeninin yaratıcısı, o gün telefonda çok kısa ve öz konuştu:

“Söyleyeceklerimi dikkatle dinle Vic… Steven (Spielberg), Joe (Dante), George (Miller) ve ben, pek yakında kült televizyon dizisi 'Alacakaranlık Kuşağı'nın sinema versiyonunu çekeceğiz. Filmde dört bağımsız öykü olacak. Ben bu projenin giriş bölümünü ve ilk öyküsünü çekiyorum. Diğerleri de kalan üç bölümü… Benim bölümümde sana çok uygun bir rol var. Kendini bir an önce toparla ve ekibimize katıl. Çok güzel bir iş olacak!”

Klas bir yönetmenin onu yıllar sonra yeniden hatırlayıp iddialı bir yapımda başrol teklif etmesi, Vic'i bir anda kendine getirmişti. Mutluluktan uçuyordu. Kaliteli bir sette dört ünlü yönetmenle haftalar geçirecek, bu arada Hollywood'dan bir sürü eski dostunu görecekti. Böyle bir projede yer almak, belki de olgunluk çağında gelen yepyeni bir dönemin başlangıcı olabilirdi.

Amerikan televizyonlarında dizi formatında yıllarca yayımlanmış olan korku-gerilim klasiği “Alacakaranlık Kuşağı”nın ilk kez denenen bu sinema uyarlamasında, her biri yaklaşık 30-40 dakika sürecek dört ana bölüm bulunmaktaydı. Ve her yönetmen de kişisel stilini ortaya koyarak kendi bölümünü çekecekti.

Kalabalık bir yapımcı kadrosunun destek verdiği bu projenin en ön plandaki iki ismi ise Landis ve Spielberg'dü. Popüler ikili, senaryodaki iki ayrı bölümü yönetmelerinin yanısıra, birbirinden iddialı görsel efektler içerecek olan filmin ana yapımcılıklarını da üstlenmiş durumdaydılar.

Çekimler, Temmuz'un ilk haftasında California'da kurulan setlerde başladı. Bu serüvene dahil edildiği için çocuklar gibi sevinen Vic, fiziksel açıdan son derece yorucu bir öyküde rol almasına karşın, her iş günü sete diğer oyunculardan çok daha önce ve büyük bir keyifle geliyordu.


23 Temmuz 1982 sabahı da aynen öyle yaptı.

O gün, filmde canlandırdığı “Bill Connor” karakterinin Vietnam Savaşı sırasında iki küçük çocuğu ölümden kurtarış sahnesi çekilecekti. Tonlarca patlayıcı ve gerçek bir Skorsky helikopterinin kullanılacağı bu gösterişli sahne için, daha önce “Avcı” ve “Kıyamet” gibi bol helikopterli filmlerde de görev yapmış, işlerinde son derece usta bir özel efekt ekibi kiralanmıştı.

Ancak, patlayıcıları hazırlayan ekibin bazı üyeleri, Landis'in hayâlinde canlandırdığı aşırı uzun plan-sekansın setteki insanlar açısından ciddi tehlike içerdiğini düşünmekteydiler. O yüzden de patlayıcı grubunun lideri çekim öncesinde yönetmene başvurarak, “Bu bölümü daha kontrollü bir ortamda, kısa planlara bölerek çekmemiz daha uygun olmaz mı?” diyecekti. Ancak, filme görsel açıdan şık ve iddialı bir giriş bölümü çekmek isteyen Landis'in bu uyarı karşısında hafiften canı sıkılmıştı. “Biliyorum ki sen ve adamların piyasanın en iyileriniz. O yüzden, hepinize sonuna kadar güveniyorum” dedi ve ardından da ekledi:

“Merak etmeyin, hiç bir sorun çıkmayacak. Sahneyi en başından beri hayâl ettiğim uzunlukta ve bu sette çekeceğiz; akşama da hep birlikte başarımızı kutlayacağız. Şimdi herkes işinin başına, çünkü birazdan çekime başlıyoruz…”

Ancak, Landis'in bu körü körüne iyi niyeti, o günün sonunu mutlu getirmelerine yetemeyecekti ne yazık ki…

Sabahın erken saatlerinde çekilen “nehirden kaçış” sahnesi sırasında, azgın bir su kaynağında ilerleyen Vic Morrow ve hemen yanında bulunan Vietnam kökenli iki küçük oyuncu, Myca Dinh Le ile Renee Shin-Yi Chen, ansızın dengesini yitiren Skorsky helikopterinin pervane darbeleriyle herkesin gözünün önünde “biçildiler”. O sırada yarı bellerine kadar suyun içinde bulunan üç oyuncunun da başları gövdelerinden ayrılmıştı. Talihsiz aktör ve küçük rol arkadaşlarının paramparça olmuş gövdeleri nehri kan kırmızıya boyarken, sette de Hollywood tarihinde o güne kadar görülmemiş bir panik dalgası yaşanıyordu.

Morrow'un ertesi hafta yapılan cenaze törenine, sinema sektöründen pek çok seveni ve hayranlarının yanısıra, kariyerinin en fazla akılda kalan işi “Combat!”tan iki rol arkadaşı, Rick Jason ve Dick Peabody de katıldılar. Bu arada, ona güzel bir “Hollywood'a dönüş filmi” armağan etmeye çalışırken istemeden ölümüne sebep olan John Landis de katılımcılar arasındaydı. Olaydan sonra büyük bir medyatik baskının altında ezilen yönetmen, başrol oyuncusunun cenaze töreninde son derece dokunaklı bir konuşma yaptı. Kendisini kızgınlık ve kuşkuyla süzen kalabalığa hitabında, özetle şöyle diyordu Landis:

“Gerçekten çok üzgünüm, böyle olmasını hiç istememiştim…”

Hüzün dolu bir törenle California-Culver City'deki Hillside Memorial Park'a gömülen sanatçının, sonradan büyük kızı Carrie Ann Morrow tarafından yaptırılan mezar taşına ise şu cümleler kazıtılacaktı:

“Seni herkes 'Vic' olarak sevdi. Ben ise 'Babacığım' olarak…”


* * *

Aşağıdaki linkte, CNN televizyonunun 1984 yılı arşivinden çıkma kısa bir haber filmi izleyeceksiniz.

Bu kayıtta, CNN muhabiri, Victor Morrow'un ölümünün ardından filmin yönetmeni John Landis hakkında California eyaletinde açılan ve iki yıldır da devam etmekte olan dâvâyı anlatıyor. Aralarda ise -sırf bu mahkeme nedeniyle zorunlu olarak günışığına çıkartılan- “Morrow'un ölüm ânı videosu” üst üste iki kez tekrar edilmekte…

Yapımcı şirket, setteki çekimler sırasında, 35 mm profesyonel kameraların çektiği “ölüm ânı” görüntülerini, etik bir kural olarak hiç bir zaman kamuoyuna yayımlamadı; dahası bu sahneler sonradan gösterime çıkan “Twilight Zone: The Movie” filminde de yer almadı. Çünkü filmin öyküsünün akışı Morrow'un ölümünün ardından bütünüyle değiştirilmişti.

Mahkemede kanıt olarak kullanılan bu amatör formatlı ve bol parazitli video kaydının sahibi ise yönetmen Landis'ti. Sanatçı, çektiği sahneleri sonradan alıcı gözüyle bir kez daha inceleyebilmek için, o günlerde sete kendi amatör VHS kamerasını getirip götürüyordu. Olayın yaşandığı sabah da aynı kamera, bu görkemli sahneyi baştan sona dek kesintisiz çekmek üzere, aksiyonu en geniş planda görebileceği yüksekçe bir noktaya yerleştirilmişti.

Amatör filmde, öykünün baş karakteri Bill Connor'u canlandıran Morrow'u, iki çocuk oyuncuyu da yanına alarak bir nehrin karşı yakasına geçmeye çalışırken izliyoruz. O sırada çevresinde kızılca kıyametler kopuyor ve dört bir yanında özel efektçilerin hazırladıkları patlamalar gerçekleşiyor. Sabaha karşı loş bir ortamda çekilen bu sahnede, oyuncuların hemen yakınından havalanan askerî helikopter tam olarak anlaşılamayan bir nedenle yalpalamaya başlıyor ve 10-15 metre kadar yükseldikten sonra da âdeta boş bir çuval gibi düşüyor. Bu sırada nehri yarılamış olan Vic ve iki çocuk, suya doğru hızla irtifa kaybeden helikopterin pervaneleri tarafından biçilerek olay yerinde feci şekilde can veriyorlar.

CNN'in bu özel videoyu içeren haber kaydında son derece trajik bir an daha var ki o da Landis'in mahkemeye -kendisini savunmak üzere- gönüllü olarak verdiği bu VHS kaset, salondaki jüri üyeleri, hakim ve savcının önünde tekrar tekrar oynatılırken ekrana bakmayı reddetmesi, başını üzüntüyle sıranın üzerine dayaması…

Söz konusu rolü verdiği için kendisine defalarca teşekkür ederek minnetini dile getiren bir aktör dostun, aynı filmdeki “ölüm ânı”na tanık olmak…

Sinema tarihine “Cazcı Kardeşler” gibi bir komedi başyapıtını kazandırmış olan usta bir yönetmenin, hiç kuşkusuz ki yaşamayı en son dileyebileceği türden bir durum bu…

Landis, zamanında büyük tartışmalar yaratan bu dâvâda ABD'nin en ünlü avukatlarından James F. Neal tarafından savunuldu ve sonunda da jüri ne “suçlu” ne de “suçsuz” kararı almaksızın, verilecek son kararı mahkemenin başkanına bıraktı. Amerikan yargı sisteminde “acquittal” adı verilen bu ilginç seçenekten dolayı da yargıç, kendisine sunulan bilirkişi raporları doğrultusunda, çekimde kullanılan patlayıcıların o sırada havalanan helikopterin aerodinamik dengesini bozduğuna hükmederek, yapımcıları kazada ölen her iki Vietnamlı çocuk oyuncunun ailelerine 2'şer milyon dolar ödemeye mahkûm etti. Morrow'un varislerine yapılan ödeme ise açıklanmadı.

Sinema filmi de tıpkı televizyon dizisi formatındayken anlattığı öyküler gibi uğursuzluk saçan “Alacakaranlık Kuşağı” dâvâsında, yalnızca Landis değil, ortak yapımcılardan Steven Spielberg ve olaya neden olan helikopterin -yaralı kurtulmayı başaran- pilotu Dorcey Vingo da sırasıyla sanık sandalyesine oturdu. Yetkililer, sette önceden her türlü önlemin alındığını ve yapım ekibinin bu tür özel efektli sahnelere son derece alışkın olduğunu belirtmelerine karşın, mahkeme başkanı, ölen iki küçük oyuncunun o tarihte henüz sigortalarının yapılmadığı bulgusundan hareketle, sinema setlerindeki güvenlik önlemleri ve çocuk işçi çalıştırmaya ilişkin yerleşik kuralları kökünden değiştirecek bir dizi yaptırım kararına imza attı. Öfkeli savcı Garry Kesselman'ın da bastırmasıyla alınan bu önemli kararlar kısa süre sonra California eyaletinde tek tek yasalaştı ve yıldız oyunculardan figüranlara kadar sinema sektörüne emek veren herkes, bu dâvâ sayesinde ilerleyen yıllarda çok daha insanca koşullarda çalışma imkânı buldu.

Vic, meslek hayatı boyunca kendisine pırıltılı bir şöhret ve prestijli ödüller getirecek muhteşem filmlerde oynama şansı elde edememişti belki; ancak uğruna canını verdiği son filmiyle, içinde yıllarca yer aldığı bu acımasız sektörün sinema sanatçılarına sunduğu ağır çalışma koşullarına bir parça daha “uygarlık” getirmeyi başarmıştı.

Bu da onun sönük kariyerinin en anlamlı başrolü olarak tarihe geçti.

Günümüzün Hollywood emekçileri, riskli özel efektler içeren büyük ya da küçük bütçeli her filmde teknisyenlerin ödünsüzce uyguladıkları “double-check” (her şeyi iki kez kontrol) kuralını, hiç bir stüdyonun sigortasız işçi çalıştırmamasını ve daha nice sendikal hakkı büyük ölçüde Vic Morrow'a borçludur.

Onun, sinema dünyasına erkenden veda ederken sektöre bıraktığı diğer bir yâdigar ise ikinci kızı Jennifer Jason Leigh (doğum adı Jennifer Lee Morrow) oldu. 1962 yılında, yani babası henüz “Combat!” dizisine yeni başladığı sıralarda dünyaya gelen Jennifer, çok erken yaşta girdiği sinema dünyasında birbirinden önemli yönetmenlerle çalışarak, zamanla Hollywood'un aranılan kadın oyuncularından birine dönüştü.

Küçük Morrow, elde ettiği bu parlak kariyerle, aynı zamanda babasının da en büyük özlemini yerine getirmiş oluyordu.


* * *
Linkteki video, görüntü açısından kalitesiz de olsa, üç insana ait gerçek bir ölüm ânını içermektedir. O yüzden, lütfen çocuklara izlettirmeyiniz: