Öbür Dünya Bilgisi'nde yazar, ölüm gerçeği gibi varoluşsal bir sorunla birlikte, büyük kentlere göçün, hüzünlü taşra hikayeleriyle birlikte geldiği gerçekliğini de yakalıyor.
Diğer duygular gibi ölüm duygusunun da kişinin yaşamı algılayış biçimiyle, hayattaki yeriyle ilgili bir yanı olmalı. Verili gerçekliklerin ötesine geçip, bir gün mutlaka somutlaşacak olası gerçeklikleri yaşamak, bu ikisinin arasında gidip gelmek belki de insanın kendisine yaptığı en büyük iyiliklerdendir kim bilir. Öyle ya, tek bir gerçeklik, tek bir rol yoksa, bir rol için ölüp ölüp dirilmenin anlamı da yok. Özen Yula'nın, Öbür Dünya Bilgisi'nde yer alan kısa öyküleri, gerçek yaşamda oyuncular olan bizlerin rollerini açığa çıkarırken, uğruna öldüğümüz şeylerin, yeri geldiğinde gülünesi şeyler de olduğunu biraz insafsızca anlatıyor. Öbür Dünya Bilgisi'nde, zaman zaman sözcüklerle oynayarak, okuyucuyu anlamın ayrıntılarında gezdiren Yula, yeri geldiğinde, yaşamla ilgili formüle edilebilecek çıkarsamaların kıyılarında geziniyor. Kitapta yer alan ilk öykü olan İş'de, ilk kez morgda çalışacak birinin iç dünyasında yaşadığı çalkantıların sesleri başka bir kişinin aracılığıyla duyulur. Morgda çalışma tercihini mutlaka çaresizlikten yaptığını anladığımız kişi, belki de 'bir deneyeyim' diyerek başladığı işte, daha ilk anda yaşamla, kendisiyle ve yaptığı işle arasında hızlı gidip gelen çelişkilere yakalanır; “İşin zor tarafı, önüne getirileni temizlemektir. Kimi intihar etmiştir; kimi cinayete kurban gitmiştir; kimi suikasta uğramıştır, kimine de otopsi yapılmıştır. Kişi nasıl ölmüş olursa olsun; senin için önemli olan işini en iyi biçimde yapmaktır. Temizliği bitirdikten sonra cesedin makadını bir tutam pamukla tıkayacaksın. Senin işin, ceset, sahibine teslim edilinceye kadardır.”
'Bir Güz Kırıklığı Benimki' öyküsünde, intihar eşiğinde olan Nevvare'nin ölüme gidişini anlatan yazar, Nevvare'ye, birkaç saniye ya da bir dakikada koca bir ömrün muhasebesini yaptırırken, Nevvare'nin gerçek ya da hayali ölüm anında, zihnindeki öncelikleri ustalıkla anlatır.
Kasaba hayatına özgü sık kullanılan dramatize edilmiş hayat hikayelerinin bize özgü gerçekler olarak kurgulandığı Öbür Dünya Bilgisi'nde, 'Su Gibi, Sudan Gibi' adlı öykünün kahramanı Tayyibe, “Soğuk görünümlü sıradan resmi binaları, hafta sonları piknik yapmak amacıyla gittikleri bir mesiresi, yıpranmış yolları, insanları, gelenekleri, görenekleri, türküleri, el sanatları ve sivil, resmi bütün ölüleri içinde barındıran bir gömütlüğü olan, yabancıların içini karartan” taşra kentinde bunalan bir genç kız olarak karşımıza çıkar. Bir gün Tayyibe, kasabanın tek günlük gazetesinin matbaasında dizgici olarak çalışan Türesin'le karşılaşır ve aşık olurlar. Tabii yer kasaba, Tayyibe'nin babası da tutucu biri olunca bu iki aşığın sonu da bildiğimiz sonlardan olacaktır. Yalnız kaderini, kasaba ve tutucu-gerici baba değil de, daha çok 12 Eylül darbesi belirleyecektir. Türesin, çalıştığı gazeteye bir gün dayanamayıp, Tayyibe'ye sevgisini kanıtlamak için “Türesin, Tayyibe'yi seviyor” yazınca, üstelik bunu gazetenin neredeyse tüm sayfalarına yayınca, malum 12 Eylül tarafından, “şifreli yazı çıkararak, çeşitli gizli örgüt üyelerini kaçmaları konusunda uyardığı” iddiasıyla tutuklanacaktır. Daha sonra ise, “kentin bütünlüğüne yönelik tehlike yarattığı” gerekçesiyle Türesin 12 Eylül tarafından idam edilecektir.
'İş', 'Ölecek Bir Konsomatrisin Evrak-ı Metrukesi Fetret', 'Iskatçı', 'Bir güz Kırıklığı Benimki', 'Bir Yaz Vardı Unuttuğumuz', 'Ölüm Anında Unutulmuş O Küçük Ayrıntı', 'Kıyısındakiler', 'Su Gibi, Sudan Gibi', 'Alaturka' ve 'Basit Öykü' adlı hikayelerin kurgulandığı Öbür Dünya Bilgisi'nde yazar, ölüm gerçeği gibi varoluşsal bir sorunla birlikte, büyük kentlere göçün hüzünlü taşra hikayeleriyle birlikte geldiğini, bireylerin hayatında rol oynayan geleneksel ve feodal zihniyetin etkilerini, bir ülkenin kaderini belirleyen siyasi kararları göz ardı etmeyerek, olaylar ve zamanlar arasındaki birey gerçekliğiyle yakalıyor.
Özen Yula
Yapı Kredi Yayınları
65 sayfa