17 Aralık Şeb-i Arus. Yani Hz. Mevlana'nın vefât günü. Kendi ifâdesiyle Âşık'ın Mâşukuna kavuştuğu düğün gecesi. Hz. Mevlânâ, herkesi düğününe dâvet ediyor: Ne olursan ol gel! Son olarak bu faslı Hz. Mevlânâ'nın vasiyetiyle kapatalım: Kardeş! Mezarıma defsiz, neysiz, mûsikisiz gelme. Zîrâ Allah meclisinde gamlı durmak yaraşmaz.
Hz. Mevlânâ'nın bu yüce dâvetine uyarak düştük yollara, Fâtihâlarla… Önümüzde yemyeşil ışıktan bir iz. Yıkanmış yaprak gibi tertemiz.
Prensten krala, işçiden çiftçiye, âşıktan mâşuka herkes, Mevlânâ'nın çağrısına koşuyor. Hz. Mevlânâ bu sene tam 803 yaşında. 8 asırdır devam eden çağrıya hâlâ icâbet ediliyor. Tıpkı türbenin giriş kapısı üzerinde, Molla Cami'ye âit nazımda yazıldığı gibi, âşıkların kıblesi oldu 8 asırdır Mevlânâ.
Türkiye'de en çok ziyâret edilen türbedir Hz. Mevlânâ Türbesi. Esâsen burası bir gül bahçesiydi. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından Hz. Mevlânâ'nın babası Sultânü'l-Ulemâ Bahaddin Veled'e hediye edilen bu gül bahçesine ilk defnedilen yine Bahaddin Veled'dir.
Mevlânâ Müzesi'ne DERVİŞÂN (Dervişler) KAPISI'ndan girilir, HÂMUŞÂN (Susmuşlar) KAPISI'ndan çıkılır. Bu çıkış kapısının tam karşısında Üçler Mezarlığı vardır. Mevlevîler ölüm kelimesini kullanmaz ve vefât edenlere “Öldü” demezler. “Sustu” derler. Bir Mevlevî terbiyesidir bu. Birbirlerine “Ey Can” diye hitâb ederler. “Kapıyı kapat” demezler (Allah kimsenin kapısını kapatmasın) “Kapıyı ört”, ya da “Kapıyı sırla” derler. “Lambayı, ışığı söndür” yerine (Allah kimsenin ışığını söndürmesin) “Lambayı dinlendir”, “Lambayı yak” yerine de “Lambayı uyandır” demeyi tercih ederler. Mevlevîlerin mutfağı olan Matbah-ı Dervişân'da, iç meydancısı olan cân, sabah ezanından evvel derviş odalarını dolaşarak kapılarını çalar ve “Agâh ol dedem” diyerek sabah namazına uyandırır dervişleri. “Haydi kalkın uyanın” demezler asla. Bir kişinin kapıdan çıkarken arkasını dönüp gitmesi, edepsizlik addedilir. Kapı önündeki ayakkabılar dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilir. Zira dışarıya doğru çevirmenin mânâsı, “Git, bir daha gelme” demektir. Büyüklerin ismi anıldığında, özellikle Hz. Mevlânâ ve Hz. Şems'in ismi geçtiğinde, sağ ellerini kalplerinin üzerine koyarak saygıyla eğilirler. Bu kalpten saygının simgesidir. Mevlevîlerin bu letâfet ve nezâketlerine hayran hayran, giriyoruz saygıyla türbe kapısından.
Mevlânâ hazretlerinin sandukasının baş kısmına yakın bir levhâda şu yazı var eskimez harflerle: “ Likâu'l-Halîl, Şifâu'l-Alîl ” Dosta kavuşmak, Hastaya şifâdır. Burada kastedilen dost, herkesin çapına göre değişiyor tabiî ki. Kimine göre “En Yüce Dost”, kimine göre sıradan bir dost işte. Sol tarafımızda ilk dikkatimizi çeken şey Nisan Tası. İstanbul'da Nişan Taşı var, Konya'da Nisan Tası. Bu kupaya benzeyen kapaklı bronz tasa, Mevlevîlerce bereketli sayılan Nisan yağmurları biriktirilirmiş. Nisan Tası, İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han için Musul'da yapılıp 1333'te Mevlana Türbesine hediye edilmişti. Nisan ayının ilk yağmuru şifâlı sayıldığı için bu tasla şifâ niyetine içilir, ya da hastanın başına dökülürmüş. Tavanda ise mevlevî dervişler tarafından 1001 günlük çile döneminde 1001 güçlükle ve yüce bir sabırla tek parça taştan yontarak yapılmış, zincire asılmış top şeklinde süslemeli, işlemeli taş eserler sarkıyor.
Mescitte el yazma eserler, halı, buhurdanlık ve sakalı şerif sandukaları sergileniyor. Lâkin özellikle ziyâretçilerin ilgisini çeken 2 şey var ki, ikisi de küçücük. Birisi pirinç tanesi üzerine yazılmış, Yüce Allah'ın isimleri, diğeri de minik bir Kur'an. Sultanahmet Camii'nin içindeki hatları yazan Hattat Seyyid Kasım Gubârî de bir pirinç tanesi üzerine İhlâs-ı Şerîf'i baştan sona yazma hünerini gösterdiği için Gubârî mahlasını almıştı. Bu zât istese toz zerresinin üzerine bile yazı yazabilir diyerek bu unvânı taktılar. Gubâr toz zerresi demektir.
Kur'an-ı Kerim'e gelince, bunu da bir Mevlevî şeyhinin küçük kızı yazmış. Hem de saç teliyle. Bütün Kuran'ı saç teliyle yazmak, ne büyük bir zaman ve ne muhteşem bir sabır ister fikredelim bir kere.
Mevlânâ'nın en bilinen ve en yaygın resmi yanda. Bu resmin çok ilginç bir hikâyesi var. Şöyle ki:
Hz. Mevlânâ'nın seveni çok. Hıristiyanlar da var bunların arasında. Ve ısrarla Hz. Mevlânâ'nın resmini yapıp gelecek nesillere de göstermek isteyenler grubu. Bir gün Mevlânâ hazretlerini iknâ etmeyi başarıyorlar. Lâkin Hz. Mevlânâ şöyle diyor onlara: “Ben resminiz için poz vermem. Tefekkürle meşgul olduğum bir vakit çizerseniz çizin. Ama bilmem başarabilecek misiniz !” İlk etapta Hz. Mevlânâ'nın bu sözünden pek bir şey anlamıyorlar.
30–40 kadar mâhir ressam toplanıp en müsait vakitte Hz. Mevlânâ'nın resmini çiziyorlar. Sonra bakıyorlar ki yaptıkları resimlerin hiç birisi birbirine benzemiyor. Her kes gördüğünü en iyi şekilde resmettiğini iddiâ ediyor ama resimler birbirinden tamâmen farklı. İşte o zaman anlıyorlar ki Hz. Mevlânâ her birisine farklı bir şekilde tecellî etmiş, farklı bir şekilde temessül etmiş. Sonra bu resimleri Konya halkına sunuyorlar. Hangisi en çok Mevlânâ'ya benziyor diye. Konya halkının en çok oy verdiği resim de işte şu anda her yerde Hz. Mevlânâ'nın resmi olarak gösterilen o meşhur tablo oluyor.
Kapıdan girince solda küçük bir dolap büyüklüğünde bir seki var. Saka potu olarak da bilinen bu yere Mevlevî olup dergâha girmek isteyen ilk tâlipler otururlar ve 3 gün beklerlerdi. 3 gün boyunca dergaha kabul edilmesi için niyaz eden bu şahsa verilen unvan da Nevniyaz. İçeride mankenlerle canlandırılan bu bölümde de bir nevniyaz, işte karşımızda dergâha kabul edilmesini niyaz ediyor. Ve 3 gün yapılan hizmetleri seyrediyor. Eğer kaldırabileceğine inanıyorsa, dergâh mutfağına giriyor ve bu mutfakta 1001 gün boyunca hamken pişip yanma dönemi başlıyor ki nefsini terbiye edip, sabrı öğrenebilsin.
Dergâhın şeyhi tarafından bu hizmetleri kaldıramayacağına kanaat getirilen şahsın ayakkabıları, mutfağın ve dergâhın dışına doğru çevriliyor. Eğer ayakkabıları içeriye doğru çevrildiyse dergâha kabul edildiği, dışarıya doğru çevrildiyse reddedildiği mânâsına geliyor. Yüzüne söyleyip rencide etmek yerine böyle bir incelikle uğurlanmış oluyor. Ne letâfet. Bu faslı Hz. Mevlânâ'nın vasiyetiyle kapatalım: Kardeş! Mezarıma defsiz, neysiz, mûsikisiz gelme. Zîrâ Allah meclisinde gamlı durmak yaraşmaz.”