alimuratg@yahoo.com
Amerikan sinema hukukuna göre yanlış, Avrupa sinema hukukuna göre ise kısmen doğru bir önerme…
Amerikan hukuk sistemi, endüstrinin kuruluş yıllarından itibaren, "yönetmen"i bir filmin yapım sürecindeki "kiralanmış görevliler"den biri olarak kabul etmektedir. Dolayısıyla, o görevlinin film üzerindeki hakkı da yapım şirketiyle imzaladığı sözleşmede yazılı olan ücret ve diğer özlük haklarından ibarettir. Sinemanın bir sanat formu olması bu bakış açısını değiştirmez. Hollywood'da yönetmenler (filmin yapım süreciyle sözleşmeye dökülmüş özel bir hukukî ilişkileri yoksa) projeyi tamamlar, paralarını alır ve sahneden çekilirler. Filmin, başlangıçtan itibaren bütün hukukî hakları, maddî getirileri ya da uğrayacağı zararlar yapımcıya aittir. Bu hak da yapımcının ölüm tarihinden itibaren 90 yıl (Türk Fikrî Haklar Hukuku'na göre 70 yıl) boyunca sürer. Daha sonrasında ise film "kamu malı" (public domain) olur ve gösterimi, dağıtımı, paylaşımı ücretsiz hâle gelir. Sözgelimi, günümüzde Mozart, Beethoven, Çaykovski gibi sanatçıların müzikal eserlerini canlı performansla çalmak ya da bu besteleri filmlerde, TV dizilerinde kullanmak herhangi bir ödemeye tâbi değildir.
Amerikan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi, bu kural doğrultusunda, her yıl düzenlediği Oscar ödüllerinde "en iyi film" heykelciğini yönetmene değil, filmin yapımcısı ya da yapımcılarına vermektedir. Yönetmenin bir filmin üretim sürecindeki kreatif katkıları ise ayrıca "en iyi yönetmen" heykelciğiyle ödüllendirilmektedir. Kuzey Amerika kıtasında düzenlenen diğer bütün film yarışmalarında da bu kural aynen geçerlidir.
Bir filmin ilk ulusal ve uluslararası dağıtımından sonraki süreçlerde peyderpey kazandığı ekstra gelirler, yani o filmin festivallere katılma, DVD, kamuya açık kanal, paralı kanal v.b. gösterimlerinden telif hakkı almak ise bütünüyle farklı bir hukukî düzenlemenin konusudur. Böyle durumlarda, sanatçıların haklarını koruyan ajanslar, filmin dağıtım ve gösteriminden, o filmdeki kreatif hakları yasalarla tanımlanmış bir dizi görevliye (yönetmen, oyuncular, görüntü yönetmeni, kurgucu, besteci v.b.) bu yolla kazanılan paradan küçük küçük dilimler aktarırlar. Buna da "münhasır (sınırlandırılmış) haklar" denilir.
Avrupa Birliği hukuku ise sinemada "yönetmenin pozisyonu"nu ABD hukukuna göre daha farklı bir şekilde konumlandırır. AB yorumuna göre, yönetmen, sözleşmesinde her ne yazarsa yazsın, bir filmin yaratım sürecinden soyutlanabilecek alelâde bir maaşlı eleman değildir; o yüzden de filmin hukukî sahipliğinde ona belli ölçülerde haklar verilmektedir. Örneğin, Amerikan hukukuna göre yapımcı bir yönetmenin filmini dilerse yeniden, kendine göre bir kurguyla yeniden düzenleyebilir; ancak Avrupa hukukunda böyle bir düzenleme için yönetmenden yazılı izin almak zorundadır.
Türkiye, yürürlükte bulunan Fikir ve Sanat Eserleri Yasası'nın içeriği ve bakış açısı itibarıyla, sinema sanatında Avrupa Birliği hukukuna daha yakın bir perspektife sahiptir. Bu durum, ülkemizin Avrupa Birliği'ne girmesiyle birlikte tam bir uyuma dönüşecektir.