Sinemacılarını özgür bırak sevgili Ahmedinejad Başkan...

Ali Murat Güven
00:0031/12/2010, Cuma
G: 2/01/2011, Pazar
Yeni Şafak
Sinemacılarını özgür bırak sevgili Ahmedinejad Baş
Sinemacılarını özgür bırak sevgili Ahmedinejad Baş

1979 yılında bütün dünyaya “İslâm devrimi”nin nasıl yapılacağını göstermiş bir halkın lideri olarak, aradan 30 küsur yıl geçtikten sonra bu kez de 'İslâmî despotizmin merkezi' tarzında bir görüntü sunmaya hiç mi hiç hakkın yok. Dünyanın önemli bir bölümü, İslâm hukukundan beslenen bir adalet mekanizmasının nasıl bir şey olduğuna, doğrudan doğruya senin yargıçlarının tutum ve davranışlarını izleyerek karar veriyor.

alimuratg@yahoo.com

Eski okurlarım, Türkiye'de benim de mensupları arasında yer aldığım
“sinema yazarlığı”
mesleğini temsil eden yegâne sivil örgütlenme olarak,
SİYAD
(Sinema Yazarları Derneği) ile yıldızımın öteden beri barışık olmadığını çok iyi bilirler. Bana göre, demokratik bir meslekî dayanışma örgütü olmaktan ziyade, bizce ne olduğu mâlûm bazı politik görüşlerin temsilcilerinin grotesk bir tarafgirlikle bir araya gelip yönetim makamlarını fütursuzca işgal ettikleri, büyük ölçüde tek sesli bir yapılanmadır
SİYAD
… Bu sorunlu örgüt yapısının devâsı da,
“yeni bir üye adayının üyeliğe kabûlü için içerideki güvenilir iki üyeden kefalet isteyen”
o
Masonvâri
,
anti-demokratik
ve
komik
tüzüğünden başlayarak bütün idarî sisteminin silbaştan yenilenmesi; ya da bu mümkün olamıyorsa karşısında daha özgür ruhlu ve açık görüşlü sinema yazarlarının öncülüğünde yepyeni bir meslek örgütünün oluşturulmasıdır.
O yüzdendir ki mensuplarının
yüzde 80
'inden daha kıdemli bir sinema yazarı olmama rağmen, yıllardır bu derneğe üyelik başvurusunda bulunmuyorum ve onlar yollarına bu kaba-saba ideolojik tarafgirlik içinde devam ettikleri sürece de bulunmayacağım.
SİYAD
yönetimi,
FIPRESCI
'nin (Dünya Sinema Yazarları Birliği) yeryüzündeki yerel kolları içinde en kötü dizayn edilmiş örneklerden biri olduğunun hâlâ farkında değil, fakat ben onların bana ve diğer pek çok meslektaşıma uzun yıllardır revâ gördüğü
“cüzzamlı”
muamelesinin pekâlâ farkındayım. Olsun, kendileri beni günahları kadar sevmiyor olsalar bile, utanç verici köhnelikteki internet sitelerinin değiştirilip yerine doğru düzgün bir yenisinin kurulmasına yol açan yazılarımdan başlayarak, zaman içinde biraz olsun derlenip toparlanmalarını ve Türk toplumuna daha faydalı olabilecek bir anlayışa doğru evrilmelerini tetikleyen irili ufaklı bir sürü yapıcı eleştirim olmuştur kendilerine…
Sözgelimi, Türkiye'nin en kıdemli sinema yazarı
Giovanni Scognamillo
'yu ancak
80
yaşına merdiven dayamışken
“onur üyeliği”
ne almayı akıl etmelerinden, daha bir kaç yıl önce
“Kendisinde meslekî yeterlilik görülmemiştir”
diyerek üyelik başvurusunu reddettikleri
Star
gazetesi sinema yazarı
Serdar Akbıyık
'ı şimdilerde önemli festivallere jüri üyesi olarak göndermelerine,
dindar-muhafazakâr
kimliğiyle tanınan az sayıdaki üyelerine son yıllarda yönetimde sınırlı da olsa bazı roller vermelerine kadar, bütün bu
“normalleşme”
sürecinde karınca kararınca katkılarım söz konusu…
Kimbilir, bir gün tam demokratik bir kimlik kazanıp,
“O gerici adamın bulunduğu yerde bir saniye bile durmam”
gibi laflar edebilen bazı üyelerine
“Duracaksın, çünkü o adam da en az senin kadar mesleğimizin erbabı!”
cevabını vermeyi başarabildikleri gün, belki ben de üyelik başvurusu yapabilirim. O günler gelene kadar, benim gibi üretken bir meslektaşlarının böyle bir yapının içinde bulunmaması benim kişisel eksikliğim ya da utancım değil, tamamen onların bir eksikliği ve utancı olarak kalmaya devam edecek. Ki aynı utanç muhafazakâr medyadaki
İhsan Kabil
,
Mahmut Nedim Hazar
,
Yusuf Kaplan
gibi kıdemli meslektaşlarımızın, yıllardır çatır çatır sinema kültürü üreten birbirinden yetenekli düzinelerce internet yazarı ve editörünün pozisyonları için de geçerlidir. İki ayağı eksik bir sandalyede ne kadar rahat oturulursa,
SİYAD
'çılar da bu dar mantıklarıyla ancak o kadar rahat oturabilirler.
Manzara böyleyken,
duran bir saatin bile günde en az iki kez doğru zamanı göstermesi
örneğinde olduğu gibi, geçen hafta içinde
SİYAD
yönetimi tarafından alınan bir kararla tamamen uyum içinde olduğumu, bu karara
açık destek verdiğimi
hepinizin huzurunda deklare etmek istiyorum.
İranlı yönetmenler
Cafer Penahi
ve
Muhammed Resulov
'un ülkelerinde yaşadıkları hukukî sıkıntıları bir basın açıklamasıyla gündeme getiren
SİYAD
yönetimi, her iki sanatçıya verilen son cezalar nedeniyle, derneğin temsilcilerinin önümüzdeki günlerde düzenlenecek olan
İran Film Haftası
'na katılmayacaklarını açıkladı. Son derece isabetli bir karar bu; ki işi politika üretmek olmayan sanat odaklı bir meslek örgütünün yapabileceği protesto eylemi de eni boyu bu kadar olabilir zaten…

İran'da olup biten olay ise özetle şöyle:

Muhalif çizgisiyle tanınan ünlü İranlı yönetmen
Cafer Penahi
'nin omuzlarında uzunca bir zamandır çok ciddi bir rejim baskısı vardı. Bu baskı da
Mahmud Ahmedinejad
yönetiminden sonra iyice arttı. İran yargısı, son beş yıldır film çekmesi zaten yasaklanmış olan bu sanatçıya
6 yıl hapis
; ayrıca
önümüzdeki 20 yıl boyunca film çekmeme, yazı yazmama, yerli-yabancı medyaya açıklama yapmama
ve
yurt dışına çıkmama
cezaları verdi. Öte yandan, diğer bir muhalif yapımcı-yönetmen
Muhammed Resulov
da yine rejim karşıtı faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle
6 yıl hapis cezasına
çarptırıldı.
İran yönetimi, oradaki rejime alerji duyan
SİYAD
gibi sivil toplum örgütlerine herhangi bir muhabbet beslemeyebilir. Fakat genelde -dünya çapındaki onca aleyhte propagandaya rağmen- son 30 yıldır kendisini uluslararası arenada saygın bir konumda tutan
“sinema sanatı”
na ve özelde de bu komşu ülkeyi yazılarında, konuşmalarında yıllar yılı samimiyetle desteklemiş olan
dindar Türk yazarlarına
karşı tartışılmaz bir gönül borcu bulunuyor. Sadece
“Kızım Olmadan Asla”
ve
“Persepolis”
filmlerinin gösterimi sırasında yazıp çizdiklerim nedeniyle bile İran ulemasının beni Tahran'a çağırıp bir
“yüksek dostluk madalyası”
vermeleri gerekirdi; fakat -elhamdülillah- bugüne kadar İran'ın
İstanbul Başkonsolosluğu
'ndan bir teşekkür telefonu bile almış değilim.
Benim kuşağım İran'ı, gençlik yıllarında tanığı olduğumuz coşkulu devrim atmosferi ve bu atmosferden aldığımız ilhamlar nedeniyle öteden beri ekseriyetle çok sevmiştir. Üstelik de bir türlü kurtulamadığı
“mezhep taassubu”
nedeniyle, onun bizi bizim onu sevdiğimiz kadar sevmediğini bile bile! O yüzden, Tahran yönetimi
“gerçek dostlarından”
gelen bu eleştiriyi herkesten çok daha fazla ciddiye almak zorunda…
Ey, saygıdeğer Mahmud Ahmedinejad Başkan!
Ülkene karşı yürütülen onca karalama kampanyasına rağmen, bugün hâlâ sanatçıların
New York
'tan
Paris
'e,
Toronto
'dan
Tokyo
'ya kadar konuk oldukları her festivalde ayakta alkışlanarak karşılanıyorsa, adın ve bayrağın dünyanın en görkemli kültür merkezlerinde gururla yankılanıp dalgalanıyorsa, bil ki bunun en önemli gerekçesi
“sinemanın halkları birleştirici gücü”
dür.
Penahi
ve
Resulov
'u ben de sevmiyorum; dahası bu adamların derdinin ne olduğunu en az sizler kadar iyi biliyorum. Vaktiyle İran'a gittim ve oradaki bazı adreslerde kümelenip nostalji yapan Şah dönemi sevdalılarının ağlayıp zırlanmalarını gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum. Her ülkenin kendi rejimini koruma yönünde refleksler sergilemeye elbette ki hakkı vardır. Ancak, bu refleks, fıtratı diğer insanlardan daha fazla incinmeye müsait durumdaki
“sanatçılar”
üzerinde yoğunlaşmamalı…
Penahi
'ye verilen
“20 yıl film çekmeme”
cezasını, kendisinden binlerce kilometre uzakta yaşayan bir Türk vatandaşı olarak ben bile burada tüylerim ürpererek, içim acıyarak karşıladım. Bu zalimâne ceza, hemen ardından aklıma Alman yönetmen
Florian Henckel Von Donnersmarck
'ın
2006
yapımı filmi
“Başkalarının Hayatı”
nı (Das Leben der Anderen) getirdi. İki Almanya'nın birleşmesinden önceki kasvetli dönemde bu ülkenin Doğu tarafını şeklen kızıla boyanmış vahşi bir faşizmle yöneten
STASI
örgütünü (Ministerium für Staatssicherheit / Doğu Almanya Devlet Güvenlik Bakanlığı) ve söz konusu örgüt tarafından hayatları mahvedilen bir grup tiyatro sanatçısının acıklı hikâyesini anlatmaktaydı o unutulmaz yapıt… Ki filmdeki karakterlerden biri, tıpkı
Penahi
gibi,
“komünist rejim karşıtı eserler yazdığı”
iddiasıyla uzunca bir süre tiyatro oyunu sahnelememe cezasına çarptırılıyor, bu kararın kendisine verdiği acıya dayanamayan yaşlı yönetmen de evinde intihar ediyordu.
1960
doğumlu
Cafer Penahi
an itibarıyla
51
yaşında; mahkeme kararının tercümesi ise -eğer o güne kadar hayatta kalmayı başarırsa- bir dahaki filmini
2030
yılında, yani
71 yaşında
çekebileceğini söylüyor bizlere… Daha da yalınlaştırılmış bir tercümeyle,
“Panahi'nin sinemacılık hayatı sona ermiş bulunuyor.”
Politik kimlikleri ve savundukları düşünceler her ne olursa olsun,
“sanatçı milleti”
için böyle cezalar haddinden fazla ağırdır Sayın Başkan… Hele hele,
40
küsur ülkeden oluşan İslâm âleminde, Türkiye dışında, gerçek anlamda bir halk meclisine ve çoğulcu seçim sistemine sahip ikinci ülke konumundaki İran gibi numunelik bir
“İslâm demokrasisi”
için daha da ağırdır.

Bundan dolayıdır ki sinemacılarını -sana muhalif bile olsalar- özgür bırakmalısın.

Biz, ülke olarak
Yılmaz Güney
'i gurbet ellerde süründürmemizin utancını yıllar yılı yaşadık; hâlâ da yaşıyoruz. Böylesi bir sistematik dışlama, özünde son derece hümanist bir sanatçı olan
Güney
'i, ülkesine karşı gerçekte olduğundan kat be kat daha hırçın birine dönüştürmüştü. O konudaki utancımız da ancak
Güney
'in
Paris
'teki mezarı
Karacaahmet
'e getirildiğinde sona erecektir.

Sen sen ol, lütfen kendi güzel ülkeni bu duruma düşürme Sevgili Ahmedinejad… Rejime karşı açık bir isyan içinde olmadıkları, genel ahlâkı çökertme amaçlı somut adımlar atmadıkları sürece, insanların filmlerine karışma. Böylesi bir esnek tavır, İran'ı uluslararası arenada çok daha saygın ve güçlü kılacaktır.

1979
yılında bütün dünyaya
“İslâm devrimi”
nin nasıl yapılacağını göstermiş bir halkın lideri olarak, aradan
30
küsur yıl geçtikten sonra bu kez de
“İslâmî despotizmin merkezi”
tarzında bir görüntü sunmaya hiç mi hiç hakkın yok. Dünyanın önemli bir bölümü, İslâm hukukundan beslenen bir adalet mekanizmasının nasıl bir şey olduğuna, doğrudan doğruya senin yargıçlarının tutum ve davranışlarını izleyerek karar veriyor.
Bu açıdan bakıldığında, sırtındaki sorumluluk tahmin ettiğinden de büyük… Bu ağır sorumluluğa lâyık olmalısın Sayın Başkan; İslâm'ı yedi düvele
“düşünce özgürlüğünün düşmanı, ilkel ve vandal bir yönetim biçimi”
olarak tanıtmamalısın.

Senden, bütün bir sinema dünyası adına, sanatçılarına karşı bugünkünden çok daha müşfik bir yaklaşım bekliyoruz. Muhalif sanatçıların kalplerini kazanmanın yolu bile bu yöndeki bir yaklaşımdan geçiyor çünkü…

Son olarak, danışmanlarına
“Başkalarının Hayatı”
filminin
DVD
'sini tez elden bulup sana ulaştırmalarını söylemeyi unutma lütfen… O filmi oturup sakin kafayla izlediğinde, sana dost Türkiye'den seslenen bu
“kardeş”
in ne demek istediğini de çok daha iyi anlayacaksın hiç kuşkusuz…

* * *

Fotoğraflar (Yukarıdan aşağı, sırayla):
SİYAD logosu, İranlı yönetmen Cafer Panahi, "Başkalarının Hayatı" filminin posteri, İran İslâm Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad