Her öykücünün bir öykü davası olmalı

Necip Tosun
00:005/11/2008, Çarşamba
G: 4/11/2008, Salı
Yeni Şafak
Her öykücünün bir öykü davası olmalı
Her öykücünün bir öykü davası olmalı

Biçimsel arayışlara yatkın yapısı, modern dili ifadedeki zengin imkânları, yazarına tanıdığı geniş özgürlük alanları ile edebiyatın en yenilikçi, en verimli ve hareketli türü olan öykü, insanlara, birikim, deneyim aktarmayı sürdürüyor. Farklı izleklerde, farklı biçimlerde, farklı coğrafyalarda, giderek zenginleşen, gelişen, kendini yenileyip arındıran modern öykü, artık bir "ara tür" algısını çoktan geride bırakmış, şiir ve romanın yanında işlevsel bir tür olarak edebiyatta saygın yerini almıştır. Yapı, biçim, ses peşinde koşan yazarları elinde son yüzyıl edebiyatında zengin bir birikim yaratmayı başarırken, artık öykü türü atlanarak bir edebiyat tarihi yazılamayacaktır.

Ne var ki öykü, ürün olarak nitelikli örneklerini verse de, poetik ve kuramsal düzlemde hâlâ üzerinde en az konuşulan yazınsal türlerden biri olma konumunu sürdürüyor. Bu anlamda öykü kuramları, edebiyat teorileri alanında roman ve şiire göre en yetersiz alanı kaplıyor. Oysa kurumsallaşma sürecinin tutanak altına alınması, yeni atılımlar için yaşamsal bir önem taşıyor. Bunun için de öykünün estetik yapısına ilişkin tartışmalardan dönüştürücü bir birikim oluşturmak, öyküye ait bir terminoloji ve söylem kanalı açmak gerekiyor.

Bu nedenle öykünün, kavramlara, literatüre, kuruluş ve işleyişini ifade edecek temel bir dile, sanatsal ve estetik değerini ortaya çıkararak ölü noktalarını aydınlatacak kavramsal okumalara ihtiyacı var. Feridun Andaç bu bağlamda öyküye büyük emek veren yazarlardan biri. Son kitabı Öykü Yazmak, Öyküyü Düşünmek bu emeklerinin son ürünü. Andaç, bu kitabının "bir öykü yazma kılavuzu" ya da "öykü nasıl yazılır" el kitabı olmadığını, öykü peşinde giden bir okuma sürecinin, okuma yolculuğunun birikimi, yansıması olduğunu belirtir. Kitabının amacını ise şöyle açıklar: "Öykünün anlamı, anlatım biçimleri, anlatıcının konumu, öykü yazma neden(ler)i, nasıl öykü yazarız, öykünün etkileyici kaynakları, öykücülüğümüzün tarihsel seyri içinden bu alandaki öncülerimize bakmak, öykü birikimimizin geçen yüzyıla uzanan serüvenini gözden geçirmek..." Bütün bu başlıkların öykü türü için hayati önemi tartışılmaz. Andaç, işte bu çalışmasında öykü kuramına değerli birikimler ekliyor.

Andaç Öykü Yazmak, Öyküyü Düşünmek'in ilk üç bölümünde öykünün anlamı, anlatım biçimi, öykü anlatıcısının konumu sorunu etrafında, öykü üzerine kuramsal/poetik yaklaşımlarda bulunur. "Öyküde İz Bırakanlar" bölümünde ise yabancı yazarlardan Puşkin, Gogol, Çehov öykücülüğü üzerine oldukça nitelikli saptamalarda bulunurken, yerli yazarlardan Ömer Seyfettin, Sait Faik, Sabahattin Ali, Vüs'at O. Bener, Nezihe Meriç ana başlıklar açtığı öykücüler olur.

Öykü Yazmak, Öyküyü Düşünmek Feridun Andaç'ın diğer benzer kitaplarında olduğu gibi parçalı, derleme bir görüntü sergiler. Bir başka deyişle, kitaptaki yazılar sadece bu kitap için yazılan, bir öykü sorunu etrafında oluşan bütüncül bir yapıya doğru evrilen yazılardan değil çeşitli zaman aralıklarında, çeşitli nedenlerle (paneller, soruşturmalar vbg.) yazılmış yazılardan oluşuyor. Bu nedenle de okurda parçalı bir kitap izlenimi bırakıyor. Andaç'ta Memet Fuat'ın kendisine söylediği bir sözü hatırlatarak bu parçalılığın aslında farkında olduğunu belirtir: "Sen önüne defteri açıp, oturup kitap yazmalısın. Başlayıp, süren ve bitirilen..." Andaç bunun niye mümkün olmadığını da açıklar: "Öyküye dair biriken bu yazıları bir yana bırakıp öykü üzerine öylesi bir kitap yazmayı kaç kez geçirmedim değil aklımdan... Bunları gözden kaçırmaya içim elvermedi. Tümleyip kitaba dönüşürse ancak diğerini yazabilirim diyordum kendime." Ancak bu parçalı görüntü, kitabın değerini azaltmıyor; kitap nihayetinde öykü odaklı bir bütünlük taşıdığı için okurunu yanıltmıyor.

Kitabın diğer bir özelliği de, Andaç'ın zaman zaman poetik bir dilden çok bir deneme dilini kullanmış olmasıdır. Bu bağlamda Andaç kimi yazılarında anılarından, bireysel yaşamından yola çıkarak kendinde iz bırakan kimi öznel yargılarda bulunuyor.

Andaç, hiç şüphesiz öncelikle bir öykücü. Hem öykü yazıyor hem de öykü üzerine incelemeler, denemeler yazıyor. Gönlümün Yitik Yurdunda (2003), Kar Masalları (2003) Yoksa Aşk Ölür (2005) kitaplarına imza atan Feridun Andaç, "öykü yazmak kıyısına geldiyseniz, öyküyü de kaçınılmaz olarak düşüneceksinizdir. Hem hayatın içinden olanın hem de yazılıp edilenleri..." diyerek ürün dışında öykü üstüne incelemeler, araştırmalar yapmasının bir anlamda gerekçesini açıklar. Bu, üzerinde düşünülmesi gereken bir yargıdır. Bir öykücü niçin kuramsal/eleştiri yazıları yazar? Bu soruya verilen "öykü yazmayı beceremediği için" klişe cevabı günümüzde çoktan edebiyat çöplüğüne atılmış durumda. Çünkü artık biliniyor ki, her öykücünün bir öykü davası olmalı. Öykü davasından kastımız poetik bilinçtir. Elbette iyi öykü yazmak için, iyi bir kuramsal altyapıya sahip olmak işin olmazsa olmazı değildir. Ama iyi öykü yazmanın yolunun da yaptığı işe kafa yormaktan geçtiği herkesin malumu. Kuşkusuz öykücünün temel görevi öykü yazmak, öykünün iyi örneklerini vermektir. Ancak öykü davasının nitelikli eleştiri ve kuram yazılarıyla desteklenmesi gerekir. Genç öyküde görülen en büyük eksiklik yaptığı işe ilişkin bilgi ve birikim eksikliğidir. Oysa verili olan, birikim bilinmeden nasıl kişilikli bir öykü ortaya konacaktır? Bu nedenle öykücü öncelikle öncü birikimleri, kurucu adları belleğinde yerli yerine oturtmalıdır. Nikolay Gogol, Edgar Allan Poe, Guy de Maupassant, Anton Çehov, Katherine Mansfield, James Joyce, Franz Kafka, Jorge Luis Borges, William Faulkner, Gabriel Garcia Marquez, Julio Cortazar, Truman Capote, Wolfgang Borchert'un öykü sanatına katkıları, getirdiği yenilikleri bilmeden bir öykücünün kendine sağlıklı bir yer edinmesi zordur. Yerli yazarlardan ise Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabahattin Ali, Sevim Burak, Adalet Ağaoğlu, Tomris Uyar, Füruzan, Selim İleri, Hulki Aktunç...

Günümüz yazarı, öykücüsü için edebiyatın atan nabzından habersiz, çağın sesini üretmesi zor gözüküyor. Bir öykücünün en az bir eleştirmen çabası kadar yaptığı işe kafa yorması gerekir. Ne var ki öykücülerin öykü üzerine yazmak zorunda olmalarının bir diğer nedeni de bu alandaki eleştirmen eksikliğidir. Çünkü edebiyatımızda üzerinde en az konuşulan, üzerinde en az düşünce üretilen tür hiç kuşkusuz öyküdür. Bunu sadece öykünün genç tür olmasına bağlamak yeterli bir neden olmasa gerektir. Galiba asıl neden öykü üzerine konuşmanın biraz daha fazla çaba, sabır ve birikim istemesidir. Bu yüzden kimse öykü üzerine konuşmaya, yazmaya gönül indirmiyor. Bu nedenle öykünün sorunlarına, kuramsal temellerine, kaynaklarına ilişkin araştırmaların, incelemelerin yetersiz olduğu ülkemizde, Andaç'ın çalışmaları büyük değer taşıyor. Malûmat sınırlarını aşmayan oldukça kısır, yetersiz incelemelere bakınca Öykü Yazmak, Öyküyü Düşünmek'in önemi daha da büyüyor. Kuşkusuz Andaç'ın estetik beğenisi, eleştirel yaklaşımları, işaret ettiği isimlerin niteliği tartışılabilir. Ne var ki tartışılmayacak olan, yaşadığımız günlerin öykü evrenini kavramak, öykü birikimimize ulaşmak isteyenlerin mutlaka Feridun Andaç'ın tanıklığına başvurmak zorunda kalacaklarıdır.