Doğan Grubu'ndan CHP'ye yapılan yatay geçişler medya-siyaset ilişkisini yeniden gündeme getirdi. 28 Şubat'ta medya-siyaset ilişkilerinin canlı tanığı olan gazeteci Ergun Babahan'la son gelişmeleri koonuştuk. Babahan yaşananları medyanın muhalefeti dizayn etme girişi olarak yorumladı ve ekledi; “Bunlar medyanın çocukluk hastalığıdır”.
Tabii 2011 seçimlerinde en çok merak edilen parti ana muhalefet partisi olan CHP. Herkes CHP'nin bu seçimlerde alacağı oya kilitlenmiş durumda. Bu açıdan seçimin galibi belli ama herkes ikincinin alacağı oyun yüzdesine kilitlenmiş durumda. 18 Aralık'ta Parti Meclisi'ni yenileyen CHP'de taşlar yavaş yavaş yerinden oynamaya başladı. İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek istifa ederek yerini Doğan Holding CEO'su Nebil İlseven'e bıraktı. Bir süre önce Hürriyet'in başyazarlığından istifa etmek zorunda kalan Oktay Ekşi törenle CHP katıldı. Tabii haftanın son gelişmesi ise Namık Kemal Zeybek'in son dönemde Ergenekon çizgisine yakın duran Demokrat Parti'nin başına geçmesi oldu.
Bu gelişme akla yeniden Deniz Baykal'a yönelik yapılan “kaset komplosu” ile başlayan ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP Genel Başkanı olma sürecini akla getirdi. Çünkü kaset komplo öncesine kadar Baykal'ı yere göğe sığdıramayan Doğan Medya Grubu'nun yazarları bir anda Baykal'ı istifaya davet ettiler. Ve Kılıçdaroğlu'nu manşetlerle genel başkanlığa getirdiler. Nebil İlseven'in İl Başkanı olması, Oktay Ekşi'nin CHP'ye katılması “CHP, Doğan Grubu'na diyet borcu mu ödüyor?” sorusunu akla getiriyor. Tabii Aydın Doğan'ın bacanağı olan Namık Kemal Zeybek'in de bir anda DP'nin başına gelmesi AK Parti'ye karşı yeni bir komplo mu sorusunu sormayı zorunlu kılıyor.
Bu hafta Söyleşi-Yorum'da bu sorulara gazeteci-yazar Ergun Babahan ile cevap aradık. 28 Şubat sürecinde medya-siyaset ilişkisi kişisel hikayesi ile yaşamış olan Babahan yaşanan süreci medyanın siyasete yeniden girme girişimi olarak görüyor.
Son bir yıl içinde CHP'de yaşananlara bakınca benim gördüğüm, eski CHP'nin, CHP söyleminin AK Parti'ye rakip olmayacağı gerçeğinin fark edilmesi ve bunun üzerine başlayan arayışlardır. Katı Kemalizm'e hapsolmuş bir söylem, Anadolu'ya küs, 35 ilde milletvekili olmayan, küçülen ve sahillere sıkışan bir CHP. Böyle bir CHP'nin yüzden 50'lere yaklaşan bir AK Parti ile seçimlerde mücadele edemeyeceğini gören İstanbul sermayesi ve siyasete müdahil olmayı seven bürokrasi bence düğmeye bastı. Baykal'ı parti içinde kurultaylarla deviremeyeceklerini bilenler sahneye çıktı. Böyle bir kaset komplosu patladı. Zaten baktığımızda kaset olayının üstüne muhafazakâr medya gitmedi.
Bugün başta Ergenekon dosyalarında ortaya çıkan ses kayıtlarının yasadışı olduğunu söyleyen, özel hayatın ihlal edildiğini söyleyen gazeteler ve Doğan Medyası gitti. Kaset skandalını manşete taşıdılar, başyazarları, yazarları Baykal'ı istifaya çağırdı. Tabii bazı yazarlar yazılanlar ayıptır dedi ama manşetler Baykal'ın gitmesi için atıldı. Baykal da mesajı alıp çekilmek zorunda kaldı, direnemeyeceğini gördü. Orada bir değişim iradesi yok, düğmeye basılıp, uygulamaya konulan senaryo var. Bunu yapanların hedefi 2011 seçimlerinde 2007'de zorladıkları gibi olası bir CHP-MHP koalis-yonudur.
Şu an itibariyle hayır.
Komplo demeyelim. Bazılarının siyaseti böyle şekillendirmeye olan inançları diyelim. Tabii bu insanlar böyle bakabilirler. İktidarı dizayn edemeyenler muhalefeti dizayn etmeye çalışıyorlar.
Düşünün Türkiye'nin 35 ilinde temsilcisi olmayan bir partiden bahsediyoruz. Bana göre bu süreç, Gürsel Tekin'in İstanbul İl Başkanı olması ile başladı. Gürsel Tekin'in, İstanbul sermayesiyle yakınlaşması, bazı medya gruplarıyla ilişki içine girmesiyle devam etti. Kılıçdaroğlu'nun 2009 Yerel Seçimleri'nde İstanbul performansı bazı kesimleri heyecanlandırdı sanıyorum. İstanbul'da iş dünyasına yakın olursan bütün bu süreçte hangi evde, ne toplantılar yapıldı, ne yemekler yendi bilgin oluyor. Yaşadıklarımız daha önceden hazırlanan bir senaryonun yavaş yavaş devreye sokulması bence. İşte bugün CHP'nin 1 ve 2 numarası Kılıçdaroğlu ve Tekin'dir. Bunun tesadüf olması mümkün değildir.
Ben öyle değerlendiriyorum. Eğer CHP kendini Doğan Grubu'nda çalışıp işsiz kalanlara makam bulma yeri, milletvekili yapma işlevini yerine getiren bir parti olarak görüyorsa benim ona söyleyecek şeyim yok. Ama şu anda görünen o ki bir yatay geçişkenlik var CHP ile Doğan Grubu arasında.
Görünmüyor ama bir bildikleri vardır bunu yapanların. Belki de Doğan Grubu'nda CEO olmanın bir rasyoneli kalmamıştır. Sonuçta CHP İstanbul İl Başkanlığı önemlidir. Ki ben 2011 seçimlerinde CHP'nin İstanbul'da 2007'ye göre daha başarılı da olabileceğini düşünüyorum. Bence bu senaryoyu uygulayanların başka planları da mutlaka vardır.
Bu bence bir diyet borcu ödemesidir. Biliyoruz ki, Kemal Kılıçdaroğlu bu makama siyasi mücadele ile gelmedi. 2-3 manşet, 3-5 köşe yazısı ile geldi. Hatırlayın Hürriyet, Milliyet ve Vatan'ın manşetlerini. Hep bir ağızdan “Gandi Kemal geli-yor” diye bir medya terörü estirildi, CHP hemen iktidar olacak havası yaratıldı. Baykal bu manşetlerle gitti, yerine Kılıçdaroğlu geldi. Başyazar da işsiz kalınca bari vekil olsun denmiştir, Kılıçdaroğlu da kıramamış, hayır diyememiştir bu teklife.
Geçtiğimiz günlerde solu çok iyi bilen Yahya Sezai Tezel Hoca söyledi, CHP'nin seçkinci parti olduğunu. Baktığınızda haksız sayılmaz. Bakın PM'ye. Eski bakan oğlu, eski yöneticinin akrabası, işte şimdi Doğan grubundan katılanlar. Bu tablo sokaktaki, partideki CHP'liye yer ve yükselme alanı bırakmıyor. Bir kitle partisi hele hele ana muhalefet partisi iseniz bu çok zor. Bu tablo aynı zamanda Kılıçdaroğlu-Tekin ikilinsin başarısına da engel.
Ne kadar böyle emin değilim. Zorunlu da olmuş olabilirler. Gürsel Tekin hedeflerinin yüzde 37 olduğunu ifade etmiş. Keşke ama zor. İyi bir muhalefete Türkiye'nin ve AK Parti'nin de ihtiyacı var. Siyasi muhalefeti ana muhalefet yapamayınca medya yapmaya başlıyor. Olanları görüyoruz. Bu yüzden CHP'nin siyasi olarak başarılı olması gerekiyor.
Şu andaki tabloda çok zor görünüyor. Kürt sorununda Kürt kelimesini ağzına alamayan, Alevi demeden Alevilerin sorunlarını sahiplenemeyen bir lider. Yani Türkiye'nin temel meseleleri konusunda siyasal duruşu olmayan bir partinin şansı olmaz. Bakın Türkiye son günlerde sert sayılabilecek tartışmalar yapıyor. Bu tartışmalarda CHP'nin yerini tam olarak bilmiyoruz. Mesela Kürt meselesi önemli bir kavşakta, parti diyor ki Kürt raporu hazırlamaktan vazgeçtik, Diyarbakır raporu hazırlayacağız. Nedir bu, bilen yok. Bir tek Sezgin Tanrıkulu'nu partiye katmakla Kürt sorununu çözeceğinizi düşünüyorsa CHP'nin ve Türkiye'nin işi zor.
Zafer Mutlu'nun eskiden beri CHP ile ilişkileri güçlüdür. Uzun bir dostluğu var Baykal ile. Ki kendisine yakın bir ismi PM'ye soktu. Şimdiki yönetimle de ilişkileri daha kuvvetli. Kendisi bu söylentiler üzerine bir açıklama yaptı, ilgisinin olmadığına dair. Tabii aksi ıspatlanana kadar ona inanmak durumundayız.
Aydın Doğan her yerden harekete geçmiş görünüyor. CHP'deki gelişmelere bakarsak, seçim öncesi medyanın siyaseti dizayn çabası olarak görülebilir. Ancak bir medya patronunun DP'ye ümit bağladığını düşünmek de saflık olur herhalde. Ancak Türkiye'de siyaseti dizayn bir çocukluk hastalığıdır. Belki seçim öncesi, sağlı-sollu geniş bir ittifak hedefleniyordur. Bekleyip görmek gerekir.
Bir uçtan diğerine savruldu Türkiye. Medyanın çok güçlü olduğu, siyasetin çok güçsüz olduğu noktadan şimdi siyasetin çok güçlü ve belirleyici olduğu bir geçiş dönemine girdik. Türkiye'de sıkıntı bütün medya sermayesinin hala kamu ile iş yapan isimlerden oluşması. Maalesef medyacı medya yok. Yani sadece işi medya olan. Türkiye'nin buraya doğru ilerlemesi gerekiyor.
Şunu söylemek gerekiyor. Türkiye'de hala eski bazı alışkanlıklar var. Oysa Türkiye büyük bir değişim yaşıyor. Bu değişimi okumayanlar zaman içinde eleniyorlar. Bugün medyada olan bence bir tasfiyeden çok değişen Türkiye'ye ayak uydurma çabası. Yaşadığımız tasfiye değil, medyanın asli işlevine dönme süreci. Bir çok genç yazar girdi piyasaya. Türkiye bir çok alanda olduğu gibi medya alanında da normalleşiyor ve bu iyi bir şey. Medyada bir geçiş dönemindeyiz, yeniden bir yapılanmalar olacaktır. Zaten elektronik medyanın bu kadar hızla geliştiği ve denetlenemez hale geldiği bir ortamda ya değişecek ya da tasfiye olup yok olacaktır. Ama esas olması gereken hala medyanın sadece medyacılık yapması. Bu da olacak zamanla.
Tabiî ki. Türkiye'nin değişimiyle ilgili. Eski bir medya modeli geride kaldı Ankara'da patron adına bakanlarla görüşüp iş bağlama geride kaldı.
Türkiye, 28 Şubat süreci öncesi ve sonrasında 2002 yılına kadar medyanın siyaseti yönettiği bir sürece tanıklık etti. Siyaset çok zayıf parçalıydı. Medya çok güçlüydü, Hürriyet ve Sabah aralarında kartel oluşturmuşlardı. Sivil ve asker işbirliği ile Türkiye'nin gündemini belirliyor, hükümet devirip yenisini kurubiliyorlardı. İşte bu ortam, bunları yapan medya gruplarına tam bir yağma imkânı sunmuştu. İhalesiz elektrik dağıtımından neredeyse bedava banka sahibi olmaya dek tam bir talan düzeni kurulmuştu. Bu gruplarının sahipleri medya dışı işlerden müthiş zenginleştiler. İşte o zaman medya-siyaset arasında kurulmuş olan ilişkileri bugün CHP üzerinden yeniden kurmaya çalışıyor birileri. Gösterimden kalkmış bir filmi yeniden vizyona sokuyorlar. Geçmişin alışkanlıklarının kimi çevrelerde hâlâ sürmekte olduğu gösteriyor.
Son bir hamle olarak deneniyor olabilir. Ya tutarsa diye.
Tabii ki. İşte o yağma ekonomisinde kamunun paraları dağıldı. İş alanında daha tecrübeli olanlar çok büyüdüler o dönemde. Dinç Bey battı. Olmayan paralar medya sahiplerine ve onların yakınlarına adeta dağıtıldı. O dönemde kamu maliyesi çok büyük zarara uğratıldı. Bu yüzden o dönemin mali ilişkileri, siyaset-medya ilişkileri vs. mutlaka açığa çıkarılmalı ve tartışılmalıdır. 28 Şubat ile sadece siyaseten yüzleşme yeterli değildir. Siyaseten yüzleşme oldu mu siz göre?
Hayır olmadı. Ve olmadan da AK Parti'ye karşı inandırıcı bir muhalefet çıkmaz. O dönem hedef alınanlar bugün iktidarda. Sizin gazetenizin sahipleri olan Albayrak ailesinin başına gelenleri, o dönemde çektikleri acıları yakından biliyorum. Bu acının hesabı verilmeden yüzleşilme yapılmış sayılmaz. Bu olmadan siyaset de olmaz.
Ben o dönemde gazetenin yazı işleri müdürüydüm. Tabii kötü şeyler oldu ve biz de parçası olduk üzülerek. Ama ben bu yüzleşmeyi 2002'de Sabah'ın başına gelmeden önce yapmaya başladım. Bunu yapamasaydım gazetenin başına gelemezdim. Benim şansım o dönemde 1,5 yıl medyadan uzak kalmak oldu. O dönem birlikte üniversitede master yaptık, daha çok okuma imkanı buldum. Medyadan uzaklaşmak benim o sürece daha serinkanlı bakmam sağladı. İçinde yaşarken ferketmediğin bir çok hatayı dışarıdan bakınca görmeye başlıyorsunuz. Bu yüzden Doğan Grubu içinde olanların belki biraz medyadan uzaklaşmaları geçmişle yüzleşmeleri açsından yararlı olur.
2001 krizinden sonra kamu alacaklarını tahsil için Birleşik Fon Bankası kurulmuştu. Akışık ve İlseven de burada en üst düzey yöneticileriydi. 2003'te kriz bitmesine rağmen kriz bahane edilerek Doğan Grubu'nun borcu düşük faizle 2 yılı ödemesiz olmak üzere vadeye yayıldı. Sonradan bu fonun yerine kurulan TMSF bu anlaşmadan rahatsız oldu ama yapacakları bir şey yoktu. Etik olmayan bu ikisinin kamudaki görevlerinden sonra Doğan Grubu'nda işe başlamaları olmuştur. Herhalde Doğan Grubu bunları kamu adına iş yapma becerilerine hayran kaldı ki, birlikte çalışma kararı aldı. Bu durumda akla gelen soru şu oluyor; bu iki isim borçlarından dolayı Doğan Grubu'na tolerans göstermişler midir?
Tabii. Dinç Bilgin'in bankasına ve varlıklarına vadesi gelmeden önce el kondu. Kamu borçlarına yüksek faizler işletildi. Tüm mal varlığı satıldı. Bu Bilgin Grubu'na fahiş faizler uygulanmış olduğunu gösteriyor. Ki Ceza Mahkemesi'nde hâlâ davası sürüyor. Açık ki iki gruba eşit davranılmadı. Bunu da kamu yöneticileri izah etmek zorunda.
Dönme imkanı bulsa girecektir.
Şuradan başlayayım. Türkiye artık seçime gidiyor ve AK Parti de son haftalardaki çıkışları sanki seçime hazırlık niyetine. AK Parti'nin son dönemde izlediği politikaları ben değişim ya da duraklamadan çok seçime yönelik çıkışlar olarak okuyorum. Çünkü 2011 seçimlerinde işi en zor olan parti AK Parti.
Zor çünkü AK Parti Türkiye'nin her tarafında oy alan ve Tunceli dışında vekil çıkaran parti. Esas zorluğu her bölgede farklı bir siyasi rakibinin olması. Doğu ve Güneydoğu'da BDP, İç Anadolu'da MHP, Marmara, Ege ve Akdeniz'de de CHP. Bu siyaseten çok hoş olmayan bir tablo. Bir anlamda da Türkiye'deki esas bölünmüşlüğü gösteriyor. Tabii bu aynı zamanda AK Parti için de bir zorluk. Ve Başbakan Erdoğan'ın son haftalardaki çıkışlarını ve o çıkışları yaptığı illeri ve konuları dikkate alırsanız tabloyu daha net okuyabilirsiniz.
Evet. Çok konjöktürel. Bence AK Parti 2011'de yüzde 50'yi zorlamak istiyor ve buna uygun stratejiler üretiyor. Ben AK Parti'nin Kürt sorunu olsun, Alevi meselesi olsun, bu konularda orta vadede geri adım atabileceğini sanmıyorum. Belki seçimlere kadar bazı adımlarda çok istekli olmayabilir ama bence AK Parti 2011 seçimlerinden başarıyla çıkarsa reformlara daha güçlü devam edecektir. Ancak hemen şunu da ifade etmeliyim ki, özellikle Kürt meselesi ve ana dil eğitimi konusunda bazı adımları da seçim öncesinde atmakta fayda var. Belki AK Parti demokratik açılım sürecinde attığı adımları yeterli görüyor olabilir ama bunlar Kürtler için yeterli değil. Bunu görmek gerekiyor.