Geçen yıl aramızdan ayrılan usta mimar ve düşünür Turgut Cansever'in yarım asır arayla yazdığı iki kitap “Sonsuz Mekânın Peşinde” ve “Mimar Sinan” geçtiğimiz günlerde tekrar basıldı
Geçen yıl aramızdan ayrılan usta mimar ve düşünür rahmetli Turgut Cansever'in yazılarını tekrar basmaya yönelik çaba, yakınlarda iki güzel meyve verdi: Sonsuz Mekânın Peşinde: Selçuk ve Osmanlı Sanatında Sütun Başlıkları ve Mimar Sinan. Aynı yılda tekrar basılmış olmalarına rağmen yarım asırdan bile fazla bir arayla yazılmış olan bu iki kitaptan ilkini, Cansever'in İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Sanat Tarihi alanında 1949 yılında vermiş olduğu doktora tezi oluşturuyor. İkinci kitap ise daha önce 2005 yılında yayınlanmış ve içerdiği kuramsal bölüm ile bir ilk sayılabilecek bir Sinan değerlendirmesi.
Bu iki metnin aynı anda yayınlanması, Cansever'in hayatı boyunca aynı şeyin, yani İslami ve yerel bir pencereden mimari mekânı psikolojik, felsefi ve tektonik cihetleriyle düşünme ve anlama geleneğinin oluşturulmasının peşinde olduğunu göstermesi bakımından çok isabetli olmuş. Doktora tezi, yazarın ilk çalışması ve bir Sanat Tarihi tezi olması hasebiyle oldukça deskriptif olmakla beraber, ansızın okuyucunun karşısına çıkıveren şayan-ı dikkat yorumlar, Cansever'in sonraki zamanlarda yorumladığı Mimar Sinan'ın azametli yapılarında gördüğü şeyin, daha en başta ve en küçük parçada (sütun başlığı) gördüğü şeyden çok farklı olmadığını anlatıyor. Bu, tabii ki kuramcının düşüncesinin tekemmül etmediği anlamına gelmiyor; bilakis, Cansever'in Modern mimarlığın en güçlü olduğu devirlerde geçen meslek hayatı boyunca edindiği bilgi ve tecrübelerle, tohumunu sütun başlıklarıyla atmış olduğu, en güçlü üslup rüzgârlarını bile dindiren dallı budaklı bir ağaç meydana getirdiğini söyleyebiliriz. Mimar Sinan kitabının ilk elli sayfasını oluşturan, özgünlüğü şüphesiz olan kuramsal metin, bu tekemmül hadisesine pek güzel delalet ediyor.
Cansever'in ısrar ve sabırla tek tek çözümlediği, yek diğeriyle kıyasladığı ve geometrisindeki sırları ortaya koyduğu bütün o mukarnas dilim ve nişlerini, stalaktitli sarkıtmaları, baklava ve üçgenleri ve yaprak motiflerini takip eden zihin, İslam mimarisinin bu en küçük sanatsal tektonik unsurunun aslında aynı yapı kültürünün bir hülasası olduğunu fark ediyor. Yazarın daha sonraki yazılarında giderek daha çok üzerinde duracak olduğu tasavvufi (“kozmolojik”) birlik inancı olan “Tevhid” kavramının izlerini, “tezyini ve tektonik bir kompozisyon” olarak tanımladığı mukarnas ve stalaktitli sütun başlıklarında görmek mümkündür. Mimar Sinan'da Cansever'in İslam mimarisindeki en küçük parçadan şehir silüetine kadar bütün yapısal unsurlarda bütünlüğe bağlanan bir “tezyinilik” görmesini, doktora çalışmasında tezyini ve tektonik elemanların beraberce meydana geldikleri sütun başlıklarında estetik ve strüktürel olan arasında ayrım yapmamaya özel gayret sarfetmesine bağlayan her halde bu inanç olsa gerektir. Onun “immateryelleştirilmiş” dediği sütun başlıklarını, aynı çini veya kalem işi bezeli yüzeyler gibi yapının mekânını “sonsuz mekân”a bağlayan unsurlar olarak görmesi de aynı şekilde izah edilebilir.
Tevhid inancının Cansever'in kuramında maddeye ve mekâna yaklaşımında belirleyici olduğu söylenebilir. Her haliyle Batılı mimarlık kuramlarının altyapısında bulunan dünya görüşünün karşısına yerleştirebileceğimiz Cansever'in mimari kuramında maddenin “immateryalleştirilmesi” olgusu ilk bakışta tevhid açısından bir tenakuz gibi görünse de, bu aslında yazarın “sonsuz, sınırsız yüce Allah'tan başka her şeyi taşıyan, zamanla bütünleşmiş” olan mekânın temsil edilmesi için Osmanlı mimarisinde geliştirildiğini düşündüğü tezyini yaklaşımın ifade biçimlerinden biridir. Cansever'e göre İslami mekân tasavvuru, Batılı mimarlık geleneğinde olduğu gibi içe dönük değildir; bu sebeple İslam mimarisi sonsuz mekânı, mesela Barok mimaride olduğu gibi kapalı devre organik bir iç mekân akışkanlığıyla yeniden yaratmaya hiçbir zaman çalışmamıştır. Bu bağlamda “gayrimaddileşme”, mekânı “sonsuz mekân”ın bir parçası kılmak için, maddenin fiziksel sınırları kaba bir şekilde ifşa eden yüzeylerinden tezyinat vasıtasıyla arındırılması anlamına gelir.
Mimaride gördüğü Müslümanca tavırları, “örtük kozmolojik idrak ve inançların dolaylı yansımaları” olarak tanımlayan ve insanın yeryüzündeki asli vazifesinin onu güzelleştirmek olduğunu düşünen Cansever'e göre, mimarinin güzel olanla ilişkisi iyi ve güzel niyetlerle başlar ve güzel amellerle devam eder. Kısacası Cansever, İslam mimarisinin İslami tavırların mimarisi olduğunu vurguluyor.