12 Eylül darbesinden sonra 4,5 yıl Diyarbakır Cezaevi'nde kalan ressam Arif Sevinç, anlatanın da dinleyenin de ruh yapısını bozacak seviyede ağır işkenceleri tahliye olur olmaz tuvale aktardı. İşkencede sakatlanan elleriyle cuntaya fırça darbeleri atan Sevinç, “Asıl darbeyi anayasaları değişince, uykuları kaçınca yiyecekler” diyor.
Diyarbakır'da yayımlanan Dema Nû (Yeni Zaman) adlı gazetenin genel yayın yönetmenliğini de yapan Arif Sevinç'in cezaevi serüveni Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Tarih bölümü 3. sınıfta okurken başlamış. O dönemde bölgede yayımlanan Özgürlük Yolu adlı bir derginin okuru olduğunu söyleyen Sevinç, “Kürt meselesini tartışan bir dergiydi. Biz de o derginin okurlarıydık 12 Eylül olunca aydınlarımızı, hocalarımızı, öğretmenlerimizi toplayıp götürdüler” diyor. Bir süre sonra götürülenlerin cezaevinde işkence gördüğünü, hatta öldüğünü duymaya başladıklarını ifade eden Sevinç'in okulu darbe ilanından yaklaşık 1 yıl sonra askerler tarafından basılmış. Operasyonda 300'ün üzerinde öğrenci gözaltına alınmış. Götürüldükleri evlerinde arama yapılmış. Kimin evinde kitap, dergi çıktıysa gözaltına alınmış..
İlk olarak Sevinç ve gözaltına alınan diğer öğrencilerin gözleri bağlanmış. Askeri bir barakaya götürülmüşler. Kimlerle beraber gözaltına alındıklarını işkence sırası beklerken az öteden gelen ve barakayı inleten çığlıklardan anlamışlar. “Hiçbirimiz cinayet işlememiştik, bir yere bomba atmamıştık” diyen Sevinç, darbe zihniyetine göre suçlarını şöyle sıralıyor: “Öğrenciydik, gençtik. Meselelere duyarlıydık ve onları konuşuyorduk.”
Sevinç ve beraberindekilerin gözaltı süresi 45 gün sürmüş. Eller dizlerin üzerinde, gözler kapalı, aç, susuz… Üstüne bir de cinsel organ ve parmaklara takılan kablolarla elektrik işkencesi. Dahası da var: Falaka, uykusuzluk, tuvalet yasağı... “Ardından işkencehanelerde düzmece ifadelerlerimizi aldılar” diyor Sevinç. Yine de savcılığa çıkacakları için sevindiklerini belirtiyor. “Nasıl olsa suçsuzuz” diye düşündükleri için serbest bırakılacaklarını ummuşlar. Fakat umdukları gibi olmamış. Savcı tutuklama kararı verip Sevinç ve arkadaşlarını Diyarbakır Cezaevi'ne göndermiş. Tabii gözaltındaki işkence o kadar yaralamış ki onları, tutuklandıkları için yine sevinmişler. "Cezaevinde gözaltına nazaran daha rahat ederiz" düşüncesine kapılmışlar. Filmlerdeki cezaevlerini düşünmüşler. Mahkumlar kitap okuyor, sohbet ediyor ve sadece hasret çekiyor...
Diyarbakır Cezaevi'ne adım atar atmaz boşuna sevindiklerini anlamışlar. Hemen sıraya sokulmuşlar. Esas duruşta beklerken adını ömürleri boyunca unutamayacakları işkencecileriyle tanışmışlar. Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran ve komando gardiyanları hoş geldin dayağı atmış. Sonra da hücrelere dağıtmışlar. Böylece 1 aylık hücre çilesi başlamış. Yazar Orhan Miroğlu da aralarındaymış. 1 kişilik hücreye 17 kişi sıkıştırılmışlar. Yatmak, uzanmak mümkün değil. İşkence seansları da başlamış böylece. Her gün birkaç kez koridora çıkarılmışlar ve koca koca kalaslarla, üstünde 'HAYDAR' yazılı kazma saplarıyla dayak yemişler.
En çok da lağım işkencesi yaralamış onları. Sevinç'in sesi o anları anlatırken titriyor, yüz ifadesi değişiyor: “1 saate yakın dövdükten sonra bizi hücrelerin önündeki lağım kanalına sokuyorlardı. Ağzımız burnumuz kan içerisinde lağımda sürünüyorduk. Lağımı zorla içiriyorlardı. Sonra pis, yaş halimizle hücreye tekrar tıkılırdık.” Sevinç, “Buna insan nasıl dayanır, vallahi benim bile yaşadıklarıma inanasım gelmiyor” diyor. 1 aylık hücre cehenneminden sonra 'koğuşlara geçeceğiz' diye yeni bir umuda kapılmışlar. 'Belki koğuşta rahat ederiz' demişler. Sevinç'in cümleleri iç burkuyor: “Çünkü çok açtık. Uzun süre insan aç kaldığı zaman bütün düşünceleri yemek üzerine oluyor. Dayağın acısı bir iki saat sonra geçiyor ama açlığı unutamıyorsunuz.”
29. koğuşun önünde elleri, kolları, ayakları morarıncaya kadar dayak yemişler. İşkence seansından sonra 20 kişinin bile zor kalacağı bir koğuşa 60 kişi sıkıştırılmışlar. Sevinç, akşama kadar nasıl bir muameleye tabi tutulduklarını şöyle özetliyor: “Bize 50 civarında askeri marş öğretmişlerdi. Sabah 9.00'a kadar yerimizde sayarak o marşları söylüyorduk. Sonra havalandırmaya çıkıyorduk. Askeri sıraya giriyorduk. Bacaklar göğse değecek yükseklikte çok sert bir yürüyüş yapıyorduk. Biri öne çıkıp Atatürk'ün hayatını okurdu, biz yüksek sesle tekrar ederdik. Oturmadan, dinlenmeden akşama kadar...”
“Tahliye umudumuz yoktu, önemli olan ölmeden günü kurtarmaktı” diyen Sevinç, yaklaşık 4 yıllık işkencenin ardından tahliye edildiği gün sevinememiş. “Çıktığıma inanmıyordum” diyor. Çünkü bazı tutukluların tahliye diye ölüme götürüldüğüne şahit olmuşlar. Hatta cezaevi yönetiminin 'tahliye oluyorsun' diye bazı tutuklularla dalga geçtiğini söyleyen Sevinç, sözlerine şöyle devam ediyor: “Öyle ki idama götürüyoruz diye seni alıyorlar. İdam sehpası var zaten. Ama ip boşlukta. Asmıyorlar ama o duyguyu yaşatıyorlar.” Bu arada tahliye olan bazılarının da kısa zaman sonra bir bahaneyle tekrar geri getirildiği oluyormuş. Sevinç, “O şartlarda insanın ailesine kavuşacağına inanası gelmiyordu” diyor.
Gördüğü insanlık dışı işkenceye rağmen sanatıyla kendini ifade etmeyi seçen Sevinç, darbecilerle demokratik yollardan hesaplaşma çağrısı yapıyor. Türkiye'nin artık normalleşmesi gerektiğini dile getiren Sevinç, her kesimin sorunların özgürce tartışılabildiği, askeri vesayetin kalktığı bir ülkede yaşamayı hak ettiğini söylüyor. Sevinç'e göre bu nedenle referandum sürecinde sandıktan 'evet' çıkması gerekiyor. Sevinç, “Bir Kürt sanatçısı olarak sonraki kuşakların işkence tabloları yapmaması ve cuntacıların yargılanabileceği bir ortamın sağlanabilmesi için herkesin referandumda 'evet' demesi gerekiyor” diyor.
Tahliye olur olmaz anne-babasını göremeden askere alınan Sevinç, yaşadığı travmalardan kurtulabilmek için lise yıllarından beri yaptığı resimlere geri dönmüş. Dema Nu Gazetesi'ni hazırladıkları ofisi aynı zamanda onun resim atölyesi olmuş. Küçük bir dolabın üstünde fırça darbeleri attığı tuvallere ilk zamanlarda hep Diyarbakır Cezaevi ve işkenceler yansımış. Anbean, tek tek ne yaşadılarsa… Sevinç, işkencenin resmini gösterirken “Diyarbakır Cezaevi'nde yaşadıklarımı zaten beynime kazımıştım. Onları yeniden tuvale döktüm” diyor. 6 ay gibi bir sürede 35 tablo yapmış. Her birine maruz kaldığı işkence türlerinden adlar vermiş. 'Askıda', 'lağım kanalında', 'sürünme', 'bit ayıklarken', 'falaka' ve dahası… Sevinç, işkenceler nedeniyle sağlıklı bir şekilde kullanamadığı elleriyle çizdiği resimleri 1987'de Ankara Mülkiyeliler Vakfı salonunda sergilemiş. Hatta resimleri küçük broşürler halinde bastırarak Türkiye'nin dört bir yanına dağıtmış.
Sadece geçici 15. Madde'nin o değiştirilme ihtimalinin darbecilerin uykularını kaçırması bile çok önemli. Bunun için ben 'evet' diyeceğim. Artık bu işkenceciler, bu darbeciler şunu bilecek ki bugün biz bir kuşağı yok etsek bile 30 sene sonra, 50 sene sonra o kuşağın çocukları bunun hesabını ödetecek. 30 yıllık bu karanlık dönemin hesabını sorma adına, bir daha Türkiye'nin darbelerle muhatap olmaması adına, darbecilerin cesaretinin kırılması adına, herkes sandıkta 'evet' oyu kullanmalı.
Ressam olduğu için Sevinç'e cezaevinde bolca duvar boyattırılmış bu arada. Aslında duvar boyama işini bile işkence aracı olarak kullanmışlar. Duvarlara zorla resim çizdirmişler, ırkçı ifadeler içeren sloganlar yazdırmışlar. 10-15 gün sonra 'biz bunları beğenmedik' deyip yenilerini yaptırmışlar. Bunlar yaşanırken mahkumlar hayattan iyice kopmuş, ciddi manada delirenler olmuş. Sevinç, tanık olduğu şu acı olayı anlatıyor örnek olarak: “Gardiyan aramızdaki bir çocuğu çağırdı. Çocuk dışarı çıktı. Bir süre sonra acı çığlıklarını duyduk. Gardiyan jop sokacağını açık açık söylemişti. Bütün koğuş çıldırdı. Kimi kafasını duvarlara vuruyor, kimi bileğini kesmeye çalışıyordu. Tam bir çılgınlık haliydi.” Dehşet verici bu anın ardından koğuşları komando gardiyanlar tarafından basılmış. Cezalandırılmışlar. Yine dayak yemişler, aç bırakılmışlar. Üstüne bir de 'Jop sokmuş da ne olmuş' diye hakarete uğramışlar.
Diyarbakır'ın özellikle darbe döneminden bu yana hem ordunun hem de PKK'nın vesayeti altında olduğunu söyleyen Sevinç, referandumdaki tavrı merak edilen şehir için şu değerlendirmeyi yapıyor: “Zaten bu referandum PKK'nın vesayetine hayır anlamı taşıyacak. Çünkü burada PKK dışında pek çok siyasi akıl var. İslamcı akıllar, sol akıllar var. HAKPAR var, KADEP var. Yani sadece BDP ve PKK yok burada. Saydıklarımın hemen hepsi halkı referandumda evet demeye çağırıyor.” Son süreçte derin devletle PKK'nın sarmaş dolaş olduğunu ve bunu bölge halkının gördüğünü ifade eden Sevinç, Diyarbakır'da boykotun tutmayacağı görüşünde.
Boykot kararının yeniden gözden geçirilebileceğini de sözlerine ekleyen Sevinç, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Zaten Öcalan'ın konuşmalarına da yansıdı. O da 'Boykot önemli değil, tartışın' mesajı veriyor. İzlediğim kadarıyla boykot kararının gevşeyeceğini düşünüyorum.” BDP'nin boykottan başka çaresinin olmadığını söyleyen Sevinç, “Çünkü biliyorlar ki sandığa gidenlerin yüzde 90' ı 'evet' diyecek. Hele hele Diyarbakır, Şemdinli… Kürt hareketini ezen bir rejimin sorumlularının yargılanmasını sağlayabilecek, Anayasa Mahkemesi'nin ve HSYK'nın yapısının değişmesine yönelik pek çok olumlu yasaya herkes evet der. Önemli bir kesim sandığa gidecek ve Diyarbakır'da ciddi bir oranda evet oyu çıkacaktır. Öyle çıkması da doğrudur.